“Geliyoruz Hulya”
Bu ülkede ezelden beri öğrencilere “anavatanları tanıma” turları düzenlenir. “Anavatanları” diyorum, çünkü Kıbrıs Türk eğitim sisteminde “Anavatan Türkiye’yi Tanıma” ne kadar esaslı bir yer tutuyorsa, Kıbrıs Rum eğitim sisteminde de “Anavatan Yunanistan’ı Tanıma” o kadar esaslı bir yer tutuyor.
Özellikle 1940’lı ve 1950’li yıllardan sonra sistematik olarak uygulanan Türkiye ve Yunanistan turları, Kıbrıslı öğrencilerin “Türklük” ve “Helen” bilincini geliştirip güçlendirmek için baş vurulan bir yöntemdi. Türk ve Helen milliyetçiliklerinin bir birine çok benzeyen bu kimlik-kurucu projeleri, Kıbrıs’ta yaşayan nüfusu Türk ve Helen uluslarının organik bir uzantısı olarak kurgulamayı amaçlıyordu. Bize bugün çok “doğal” görünen bu kimlikler, böylesi bir sosyal-mühendislik sürecinin bir eseridir.
Kıbrıs Rum toplumunda “Helen bilinci” zayıflar korkusuyla çok uzun yıllar üniversite kurulmasına karşı çıkılıyordu ve öğrenciler bir bakıma Yunanistan’da eğitim görmeye zorlanıyordu.
Kıbrıs Cumhuriyeti kurulduktan sonra, Kıbrıslı Rum öğrencilerin Yunanistan ziyaretlerine daha fazla önem verilmeye başlandı. Ayrı bir devlette yaşayan “Kıbrıs Helenlerinin” “ulustan uzaklaşıp” “Kıbrıslılık bilinci” edinmelerinden korkuluyordu.
Nitekim 1960’lı yıllarda “iki devlet, tek ulus” söylemi sık sık dile getiriliyor ve kültürel ve eğitimsel olarak adanın Yunanistan ile “bir ve aynı” olduğu vurgulanıyordu.
O dönemde “Kültürel Enosis” kavramı revaçtaydı. “Siyaseten (henüz) birleşemedik ama kültür olarak birleşmiş bulunuyoruz” demeye getiriliyordu.
Ve gerçekten de eğitim, kültür, spor vs. alanlarında Kıbrıs Rum toplumu Yunanistan’ın mikro-kosmosu gibiydi.
Bu girişten sonra asıl anlatmak istediğim konuya, yazının başlığı olan “Geliyoruz Hulya” hikayesine dönelim.
Yazlardan 1974 yazıydı. O yaz da her yaz olduğu gibi, Kıbrıs Rum okullarından bir öğrenci kafilesi Yunanistan’a gönderildi.
Atina’da Akropolis ziyaretiyle başlayan tur, Isparta ve Olimpia gibi Eski-Yunan uygarlığının başlıca merkezlerinde devam ediyordu ki, Kıbrıs’ta darbe yapıldığı haberi geldi.
Darbe haberi öğrencilere biraz tuhaf bir biçimde verildi: “Helen kardeşlerimiz, Enosis gerçekleşti!”
Bunu duyan öğrenciler şaşkınlık içinde birbirlerine bakıyorlardı. Sevinsinler mi, üzülsünler mi bilemiyorlardı. Tam olarak ne olduğunu öğrenince, yani, Yunan Cuntasının Makarios’a darbe yaptığını anlayınca, burukluk hissine kapıldılar. Bir an önce ülkelerine geri dönmek istiyorlardı ama mümkün değildi.
Mahsur kalmışlardı...
Beş gün sonra Türk askerlerinin Kıbrıs’a çıktığını duyunca, burukluk yerini acıya bıraktı.
Bu arada, Yunanistan’da seferberlik ilan edilmiş, yetişkin Yunanlı erkekler görev yerlerine intikal etmek için trafiğe çıkmışlardı.
Tam bir kargaşa yaşanıyordu.
Kıbrıslı Rum öğrenciler olup biteni büyük bir endişe içinde izliyor, Yunan radyosunda Katharevusa şivesiyle (bugün bildiğimiz standart Yunancadan farklı, eski bir şivedir ve Cunta döneminde özellikle bu şive kullanılıyordu) söylenenleri tam olarak anlayamıyorlardı. Örneğin, Kıbrıs’ta Rum ve Yunan askerleri geriye mi çekiliyorlar, yoksa ilerliyorlar mıydı pek anlaşılır değildi. Daha doğrusu, Kıbrıslı öğrenciler anlayamıyordu.
Böylesi bir kargaşa ortamında, Yunan askerlerinin bir tankın üzerine yunanca “Geliyoruz Hulya” yazdıklarını gördüler. Görgü tanığı öğrencilerden biri olayı tam elli yıl sonra televizyonda naklederken “Hulya” ismiyle neyin kast edildiğini şöyle anlatıyordu: “Hulya, ünlü sinema oyuncusu Alikis Vuyuklakis’e benzeyen Türk sinema sanatçısıydı.”
Belli ki, Hülya Koçyiğit kast ediliyordu...
Tankın üzerine “Geliyoruz Hulya” diye yazan Yunan askerleri ünlü Türk sinema sanatçısını tanıyorlardı ve bütün savaşlarda olduğu gibi askerler, “düşman ulusun” kadınlarına göz dikiyorlardı...
Tabii, o tanklar hiçbir zaman “Hulya’ya” kadar gidemedi. Yunanistan Kıbrıs savaşına katılamadı ve Yunan Cuntası iktidardan düştü.
Türkiye savaşın ikinci evresine hazırlanırken, Yunanistan’da mahsur kalan Kıbrıslı Rum öğrencileri adaya götürecek bir gemi bulundu.
12 Ağustos günü gemiye binen öğrenciler, 14 Ağustos’ta, yani Türkiye’nin adayı ikiye bölmek üzere düğmeye bastığı gün, Limasol’a ayak bastılar.
Yolculuk esnasında tuhaf bir deneyim daha yaşadılar. Gemide, onlarla birlikte darbeci Nikos Samson da seyahat ediyordu. 15 Temmuz darbesinde beş günlüğüne “cumhurbaşkanlığı koltuğuna” oturtulan Nikos Samson!
Bir zamanlar “Türk kesmekle” övünen bu zat, savaşta koltuğunu parlamento başkanı Glafkos Kliridis’e bırakmak zorunda kalmıştı.
Kıbrıs Rum toplumu tarihinin en zor anlarını yaşarken, demek o da Atina’daydı ve şimdi dönüş yolunda geminin güvertesinde birasını yudumluyordu.
Öğrencilerden bazıları yanına yaklaştı. Olup-bitenler hakkında bilgi almak istiyorlardı. Samson oldukça sinirli görünüyordu ve kendisine sorulan soruları geçiştiriyordu...
Ve gemi Limasol’a vardığında siyah arabalarla gelen silahlı adamlar onu bir “lider” gibi karşıladılar ve süratle ortadan kayboldular.
Öğrenciler şaşkınlık içinde arkalarından baka kaldılar.
O gün Kıbrıs adası, tarihinde ilk defa boydan boya ikiye bölüneceği savaşa uyanacaktı...