Gençler meydan okuyor, Kıbrıs’ın umudu onlar!
Kıbrıs’ta barış inşası için haysiyet yoksunu liderlere, gerici ve hokkabaz kişiliklere, milliyetçiliğin körelttiği gözlere ihtiyaç yok.
Yeni bir “anlaşma” onların imzasına muhtaç kalabilir.
Barış öyle değil!
Toplumlar barışabilir…
Hayatın içinde yeşerebilir barış, ormana dönüşebilir ortak düşler…
Gençler çok daha dinamik bu yönde…
Kıbrıs’ı ortak yurt olarak hisseden ciddi bir çoğunluk var halen…
Kimliğine, kişiliğine, yurduna ve değerlerine sahip çıkıyor bu çoğunluk…
Onca baskıya, dayatmaya, korkuya rağmen…
Bugün yaşadığımızdan çok daha ileri, kaliteli, huzurlu bir gelecek inşa etmek için meydan okuyor gençler… Çünkü “milli masallar” karınlarını doyurmuyor, dünyalarını genişletmiyor, yeteneklerinin keşfine olanak vermiyor...
“İlhak” istemiyorlar.
Hayata “kaderci” bir yerden bakmıyorlar.
Vasata teslim olmayı kabullenmiyorlar.
Avrupa’yı biliyorlar!
Köhneliği reddediyorlar.
***
Winds of Change ekibini örnek alabiliriz.
Başardılar!
Ada’nın tümünü turlayan sanırım ilk yelken takımı oldular.
“Yolculuğumuz sadece adamızın etrafını dolaşmak değildi, bu bir gönül yolculuğuydu. Bu maceraya bireysel olarak çıktık ama birleşmiş bir aile olarak geri dönüyoruz” dediler.
Andrianos, Erem, Gözde, Gürdal, Koulia, Luana, Melek, Nilhan, Giannis, Paris ve Berke bu ülkenin gerçek yurtseverleridir.
Onlarla ne kadar gurur duysak azdır.
Aferin be çocuklar!
Salya sümük makam ve statü dilenenlere, eğilip bükülerek bu toplumun kimliğini, kültürünü, değerlerini yerle bir edenlere, dünyayla dalga geçercesine devletçilik oyunu oynayanlara karşı sizler Kıbrıs’ın umudusunuz.
***
Yüreklerindeki insan ve yurt sevgisi, yelkenlerine doluşan rüzgara dönüştü ve adanın tümünü turladılar!
Düşmanlık öğretilerine, nefret diline, hınç kültürüne karşı kenetlendiler.
“Barışın mümkün olduğunu ve barışın anlayış, güven ve iletişimle başladığını kanıtladık” diyorlar şimdi…
***
Kıbrıs’ı bölmek isteyen kötücül yüreklere rağmen başarabiliriz.
Daha fazla işbirliğiyle…
Daha fazla müşterek yaratarak…
Daha fazla birleşerek…
Kıbrıs’ın kuzeyi ya da güneyinde bölünmeye dayalı sistemin ve menfaat ağının dışına çıkarak…
Sürüden ayrılarak ve meydan okuyarak!
* (Değişim Rüzgarları girişimi, Uluslararası Olimpiyat Komitesi Genç Liderler Programının desteğiyle Olimpiyat sporcusu ve IOC Kıbrıslı Genç Lider Dr. Sophia Papamichalopoulos OLY tarafından tasarlandı ve geliştirildi.)
'Reçete' vurgununa ek ‘medya’ vurgunu!
İnsan hakları ihlalinin “ama”sı, “fakat”ı, “yani”si “hani”si olmaz!
İhlal ihlaldir ve Kıbrıs’ın kuzeyi bu anlamda medeniyetten uzaktır.
En mühim ustalıklarımızdan biri de yanlışlarımıza kılıf bulmak, ayıplarımızı laf cambazlığıyla örtmek, kusurlarımızı meşrulaştırırken üzerinden bir de haklı çıkmaktır.
Evrensel hukukta "masumiyet karinesi" dedikleri ilke açıktır.
Suçu kesinleşmediği sürece kimseyi "suçlu" ilan edemezsiniz!
“Biz suçlu ilan etmedik, zanlı olduklarını yazdık.”
Oldu canım!
İnsanları adıyla, sanıyla, görüntüsüyle her gün, her gece toplumun önüne atarsanız, “suçlu” olarak bilinçlerde yer ederler.
Evet, bu, açık açık insan hakları ihlalidir.
Doktor da olsa fark etmez işçi de!
Müteahhit de olsa aynı, tefeci de...
Bir suçu işlediği iddia edilen kişi yargıç "suçludur" diyene kadar masumdur.
Bağımsız bir mahkemede, adil ve açık bir yargılama sonucunda mahkum edilene kadar insanları "suçlu" gibi deşifre etmek, istediğiniz gerekçeyi ortaya koyunuz, insan hakları ihlalidir.
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’ni açınız, okuyunuz.
Üzgünüm ama daha fazla izlenme, tıklanma, beğenilme, dikkat çekme, okunma, ses getirme gibi popüler kaygılarla en temel insan hakkı çiğneniyor.
Kıbrıs’ın kuzeyi için çok da şaşılacak bir durum değil bu!
Mülkiyet gibi en temel insan hakları çiğnenerek oluşturulmuş bir kurulu düzende yaşıyoruz.
Toplumun kendini yönetecek kişileri seçemedikleri bir demokraside…
Daha ne?
***
İsimleri kapatan ama fotoğrafları açık yayınlayanlara ne demeli?
Ya da önce rezil rüsva ederek, peşinden günah çıkaranlara…
Ey “meraklı” halkım siz medyaya “kimdir” diye sordukça, “niye gizliyorsunuz” diye eleştirdikçe, evrensel hukukta neymiş, nasılmış diye kendi düşünce ve etik sınırlarınızı zorlamadıkça böyle olmaya devam edecek.
Ne zaman ki kendi başınıza gelince uyanıyorsunuz, olmuyor.
***
Bir de “kelepçe” meselesi var tabii…
Yasada nasıl bilmiyorum ama…
Bence bu durum da “suçsuzluk ilkesi”ne ters!
Eğer saldırgan değilse bir kişi... Katillik yapmamışsa açık açık… Tehdit içermiyorsa…
Siz onu “kelepçe” ile toplumun karşısına çıkardığınız zaman “suçlu” yerine geçiyor.
Henüz yargılama bitmeden…
Mahkeme “suçludur” derse… O zaman takarsınız kelepçeyi… Ha diyorsanız ki, “kaçabilir…”
Hiç samimi olmuyor…
Cezaevindeki mahkumun kaçtığını gördüm de…
Böylesi zanlıların görmedim doğrusu…
İnsanları yargılayalım ama aşağılamayalım!
Suçlu kimse cezasını çekecek zaten…
Turistik gezi gibi New York!
Ne kadar da "riyakârca" öyle!
New York'a seni "KKTC Cumhurbaşkanı" olarak çağırmıyorlar.
"Toplum lideri" diyorlar!
Gidiyorsun!
Sonra "üçlü görüşme" diyorlar.
"KKTC olarak tanı" diyorsun.
Uçağa hiç binmeseydin o zaman!
Birleşmiş Milletler'e hiç adım atmasaydın.
Tanımıyorlar işte!
Tanımayacaklar!
Söylüyorlar!
New York’a gidip de tek bir dünya lideriyle görüşmeden gelmezdin geriye…
O masadan kaçtıkça, geriye döndüğün ada yarısı daha da çirkef…
Üstelik sahip olduğun "makam" da sıradanlaşıyor giderek...
Masaya oturmadıkça "panayır, düğün, cenaze" işleri kalıyor geriye!
Bir de "evet efendim, olur efendim, tabi efendim..."
Ne zevk ne zevk!