Gençler mi Kurtaracak Bizi, Yaşlılar mı?
Gençler mi Kurtaracak Bizi, Yaşlılar mı?
Tufan Erhürman
Önce 12 Eylül Darbesi buldozer gibi geçti Kıbrıs Türk solunun üzerinden. Yere yapışan sol, toparlanıp ayağa kalkmaya uğraşırken, bu kez de Berlin Duvarı’ndan dökülen taşların atında kaldı.
12 Eylül Darbesi’nin en önemli etkilerinden biri depolitizasyondu. Kitaplar toplatıldı, yakıldı, yasaklandı. Politika, gençlere öcü olarak gösterildi. Aynı dönemde hem Türkiye’de, hem de Kıbrıs’ta hâkim olan düşünce, gençlerin derslerine çalışmaları, toplum sorunlarıyla/politikayla ilgilenmemeleri, bir an önce okullarını bitirip iyi kazanç getirecek bir işe sahip olmaları gerektiğiydi. Dolayısıyla 12 Eylül’den sonra üniversiteye giden gençler, daha öncekilerden farklı olarak, ya apolitik olmak ya da politikayla ancak sistemin izin verdiği ölçüde ilgilenebilmek seçenekleriyle karşı karşıya kaldılar. Bu arada apolitik olmak aslında çoğu zaman sanıldığının aksine, hiçbir ideolojiyle uyumlu olmamak anlamına gelmiyordu. Bunun sonucu, hâkim olan ideolojiyi tek doğru ve bilimin gereği olarak kabul etmek, dolayısıyla hâkim ideolojinin savunucusu değilse bile, uygulayıcısı olarak yetişmekti.
Ama 12 Eylül’ün yalnızca bu tarihten sonra üniversiteye giden gençleri etkilediğini düşünmek yanıltıcıdır. Darbe’nin Türkiye ve Kıbrıs’taki önemli etkilerinden biri, 12 Eylül öncesinin politize olmuş, bu tarihten sonra orta yaşlarını yaşamaya başlamış gençlerinin de depolitizasyondan ciddi biçimde etkilenmesidir. Kıbrıs Türk solu özelinde konuşursak, bunun en önemli sebeplerinden biri, 1980 öncesi Kıbrıs Türk solunun Türkiye’de öğrenciyken ilişki kurmuş olduğu sol örgütlerin Darbe tarafından hallaç pamuğu gibi atılmasıdır. O güne kadar kendi ülkesindeki sol siyaseti Türkiye’den öğrendikleriyle şekillendirmeye çalışan Kıbrıs Türk solunun temel kaynaklarından biri bu şekilde kurumuştur. Bununla birlikte, 1980’lerin sonlarına kadar esas Kâbe (SSCB) ayakta kaldığından, pek ipe sapa gelmese de, bir tür ideolojik formasyonun korunduğu söylenebilir. Bu nedenle, ikinci “Darbe” daha da önemlidir. Berlin Duvarı’nın yıkılmasıyla esas Kâbe de çökmüş, Kıbrıs Türk solunun tüm düşünsel kaynakları kurumuştur.
Bu son derece önemlidir çünkü 1980 sonrasında bütün haşmetiyle hâkim olan depolitizasyon sürecinin yalnızca 80 sonrası gençlerini değil, bu tarihten sonra orta yaşlarını yaşamaya başlayan eskinin politik nesillerini de etkisi altına aldığını gösterir. İşte 1990’lardan sonra Kıbrıs Türk solunda yaşanmaya başlayan, ideolojik temel, ilke ve program kaybının ve bu kayıplardan kaynaklanan yozlaşmanın sebeplerini buralarda aramak gerekir. Kanımca, bu arayışın bizi ulaştıracağı sonuç da bellidir: Kıbrıs Türk solunun kayıplarının sebebi, ne yalnızca orta yaş kuşağının ideolojiden, ilkelerden ve onlara uygun programlardan, dolayısıyla bir bütün olarak toplumu ve sistemi dönüştürme hedefinden vazgeçmiş olması, ne de yalnızca genç kuşakların bunlardan büyük ölçüde habersiz yetişmesidir. İlla sorumlu aranacaksa, sorumluluğun her iki nesil arasında adil bir biçimde paylaştırılması gerekir.
Adil paylaşımın nasıl yapılması gerektiği de bana göre bellidir. Bugün “orta yaşlı” ya da “yaşlı” sınıfına dahil edilen, üniversite yıllarını 1980 öncesinde yaşamış kuşaklar, bir türlü özne olamayıp, bütün düşünsel temellerini Türkiye’de ve SSCB/Çin vs.’de aramış olmak ve 1980 sonrasında Kıbrıs koşullarını doğru analiz ederek Kıbrıs Türk solunun özgün düşünsel temellerini oluşturmamak dolayısıyla sorumlulukta en önemli paya sahiptir. Ayrıca, 1980 öncesinde yoğun biçimde sürdürülen eğitim çalışmalarının bu tarihten sonra yavaş yavaş ortadan kalkmış olması da bu neslin ayıbıdır. Bu konudaki eksiklik, yalnızca yeni kuşakların yetişmesini engellemekle kalmamış, eski kuşakların bildiklerini unutmasına da yol açmıştır.
Ortaya Çıkan Sonuç: “Apolitik Sol”
Ortaya çıkan sonucu en iyi biçimde ifade ettiğini düşündüğüm bu iki sözcüğün yan yana kullanılması bile tuhaftır. Sol düşünce, herhâlde politik bir düşüncedir. Dolayısıyla apolitik olması aslında mümkün değildir. Kıbrıs Türk solu açısından bu iki sözcüğün yan yana gelmesinin manalı olmasının sebebi, depolitize olmuş olmalarına karşın solcu olduklarını söylemeye devam eden kişilerin ve partilerin varlığıdır.
Bu kişiler ve partiler, 1990’dan sonra, Kıbrıs’ta solcu olmayı yavaş yavaş tamamen Kıbrıs sorununun çözümünü istemekle eşdeğer görmeye başlamışlardır. Kıbrıs sorununun çözümü elbette solcuların hedeflerinden biridir ancak solcu olmayı yalnızca bu hedefle açıklamanın olanaksız olduğunu da bilmek gerekir. Nitekim, Kıbrıs sorununun çözümü için hazırlanan Annan Planı’na “evet” diyen % 65’in tamamının solcu olduğunu ileri sürmek herhâlde mümkün değildir.
2000’li yıllarda sorunun çözüm ihtimalinin tarihte hiç olmadığı kadar yüksek görünmesi, yıllarca milliyetçi cepheye karşı bu amaçla mücadele eden “sol”un yükselişini de beraberinde getirmiştir. Ancak 2004 referandumlarında Rumların “hayır” demesi bir manada takkenin düşmesine ve kelin görünmesine yol açmıştır. Annan Planı’nın yarattığı rüzgârla iktidara gelen sol, ideolojiden, ilkelerden, programdan ve toplumu ve sistemi dönüştürme hedefinden arınmış olduğu için, farkını ortaya koyacak bir yönetim becerisini sergileyememiştir. Bu arada, bu dönemde politize olan yeni nesiller de, doğal olarak, solda olmaktan yalnızca Kıbrıs sorununun çözümünü istemeyi anlar hâle gelmişlerdir.
Sonuç elbette vahimdir. Çünkü solda olmak yalnızca Kıbrıs sorununun çözümünü istemek anlamına geliyor ve Kıbrıs sorununun çözüm ihtimali de azalıyor veya en azından bizim irademiz dışında (NATO, petrol ve güneydeki ekonomik sorunlar gibi meseleler dolayısıyla bizim katkımız olmaksızın) gerçekleşecek bir hedefe dönüşüyorsa, solun söyleyecek sözünün kalmayacağı açıktır. Bu durumda, hâlâ, her nedense solcu olduğunu iddia etmeye devam edenler için siyaset kaçınılmaz olarak ciddi bir anlam kayması yaşayacaktır. Bir ideolojiniz, ondan kaynaklanan ilkeleriniz ve programınız, daha da önemlisi toplumu ve sistemi dönüştürme hedefiniz yoksa, siyasetin kişisel meselelere ve çıkar hesaplarına indirgenmesi kaçınılmazdır. Bugün, özellikle büyük sol partilerin katıldıkları seçimlerde ve parti içi yarışlarda tartışılan konuların, verilen istihdam sözlerinin tutulup tutulmamasından ve adayların kişisel özellikleri ve hayat tarzlarından ibaret olmasına bu nedenle şaşmamak gerekir.
Buradan Nereye Gidilir?
Sol düşünce çerçevesinde değerlendirilirse, tablo berbattır. Bir an önce makas değiştirmek şarttır. Bu rayda kalınırsa, bu ülkede “sol”, adı olan ama kendisi olmayan bir şeye dönüşecektir. Bu şartlarda, (ikisi de doğruluk payı taşımakla birlikte), ne orta yaş kuşağının gençleri apolitik olmakla, ne de gençlerin orta yaş kuşağını ihtiraslarına ve kişisel zaaflarına esir düşmekle suçlama hakkı vardır. Hele de ideolojinin, ilkelerin, programların ve toplumu/sistemi dönüştürme hedefinin kuşak farkı gözetilmeksizin herkes tarafından terk edildiği bu dönemde, birbirini yeterince solcu ya da sosyalist olmamakla suçlamak trajikomik bir durumdur.
Bu ülkede gerçekten sol bir parti kurulacak ya da var olan ve kendine solcu diyen partiler yeniden solcu olmaya doğru evrilecekse, yapılması gerekenler bellidir. Herkes, ideolojisini, ilkelerini, programını, toplumu ve sistemi nasıl ve hangi yönde değiştirmek istediğini açıkça ortaya koymak durumundadır. İsimler, yaşlar, kişilik özellikleri, yaşam tarzları, çıkar paylaşımları değil, düşünceler yarışmalıdır. Bunun için de sol partilerin ocaklarında, bucaklarında, ilçelerinde ve diğer örgütlerinde bundan böyle çok yoğun eğitim çalışmaları yapılması gerekir.
Kıbrıs Türk solunun ideoloji ve ilkeler üzerine bina edilmiş bir manifestoya ve toplumu ve sistemi bu manifesto çerçevesinde dönüştürmeye yarayacak bir programa acilen ihtiyacı vardır.
Aksi hâlde, durmadan sağdan farklı olduğunu terennüm etmenin hiçbir manası yoktur. Unutulmamalıdır ki sağ partilerin kurultaylarında da tartışılan tek şey, kimin kimin adamı olduğu, kimin kime ne gibi bir çıkar sağladığı/sağlayacağı ve delegelerin kimlerin ailelerinden geldiğidir. Bu tartışmayı, genç/yaşlı gibi manasız ya da sosyalist/liberal gibi sözde ideolojik ayrımlar üzerinden yaparMIŞ gibi görünmek, abuk subuk bir yemeğin üzerine onunla hiç de uyumlu olmayan bir sos dökerek, insanları doyurmaya kalkmak anlamına gelir ki, kendine solcu diyen insanların böyle bir aşçılığa soyunması kadar utanç verici bir şey olmasa gerektir!