Gerçek Falyalı Hangisi..!?
Falyalı cinayeti ülkenin karanlık yüzünü dramatik biçimde bir kez daha gün yüzüne çıkardı. Silahlı saldırıya uğrayan ve şoförü ile birlikte hayatını kaybeden Halil Falyalı’nın daha önceden bilinen/dillendirilen, özellikle son dönemlerde Türkiye’deki mafya liderlerinden Sedat Peker’in açıklamalarıyla (kumar, kara para aklama, uyuşturucu dünyasındaki rolü) daha bir açığa çıkan şaibeli kimliği, karanlık, yasadışı meşguliyet alanları, siyasi ilişkileri, işlenen cinayetin ardında çok daha başka şeylerin olduğunu/olabileceğini akla getirdi. Nitekim olay sonrası yazılanların, söylenenlerin ağırlıklı olarak, geçmişte Türkiye’de gerçekleşen benzer cinayetlerden de yola çıkarak, ‘devlet-mafya-siyaset’ ilişkileri üzerinden değerlendirilmesi, bu karanlık ve de kapsamlı ağı işaret ediyor. Bu yüzden içerde ve dışarda çok gürültü çıkaran bu olaya dair gelişmeler nasıl olacak; cinayeti gerçekleştirenler yakalanacak mı (bu yazı yazıldığı esnada önce gözaltına alınanlar daha sonra da tutuklananlar olduğu bilgisi basına yansımıştı), ya da soruşturma sonuna kadar yürütülecek, karanlık noktalar en ince ayrıntısına kadar aydınlatılacak mı; yoksa genelde olduğu gibi çok şey yine sır perdesi arkasında saklı mı kalacak, bunu zaman gösterecek. Şimdilerde çeşitli spekülasyonlar yapılıyor, analojiler kuruluyor; Falyalı’nın buradaki rolü ve de kimliği/kişiliği hakkında değerlendirmelerde bulunuluyor. Bunlar arasında, özellikle ülke içinde, kamusal alanda öne çıkan kimi isimlerin, kanımca kişisel olmaktan -potansiyel olarak- çok daha fazlasını ima eden, bu yüzden üzerine konuşulmayı/düşünülmeyi gerektiren açıklamaları da var.
Şöyle: Bu değerlendirmelerde ikili bir Falyalı ayrımı söz konusu; bir: Kumar-kara para-uyuşturucudan, yasa dışı yollardan büyük servetler edinmiş, buradan aldığı güçle pervasızca hareket eden, ülke siyaseti üzerinde etkili olan, gerektiğinde şiddete de başvuran ve de tüm bu nedenlerle tepki duyulan (duyulması gereken), ancak üzerine örtülen müphemiyet perdesiyle nispeten geride tutulan Falyalı; iki: İş insanı kimliği öne çıkarılan, servetinin bir kısmını hayır işlerine, ihtiyaçlı olanlara dağıtan yardımsever, alçak gönüllü, yukardan aşağıya farklı katmanlarla ilişkileri sıcak bir Falyalı. Aynı anda iki Falyalı’nın biraradalığında, bir numaralı Falyalı kimliği; daha çok hayırsever, yardımsever, güler yüzlü yanıyla öne çıkarılan iki numaralı Falyalı kimliğiyle ikame edilirken; destekleyici unsurlar olarak cinayetin pusuya düşürülerek (kalleşçe), eş ve çocukların gözleri önünde (acımasızca) infaz edilmiş olması bilinen Falyalı’yı bir anda mazlum haline dönüştürüyor; oradan eksik kalan hayırsever, yardımsever cömert iş insanı Falyalı’nın bu konuda icra ettiği somut örneklerle takviye ediliyor; ve son rotüş olarak da Adalı yani bizim/bizden olma hali öne çıkarılarak, içine neler ve nasıl sığdırılıyorsa bu hal, bağışlayıcı bir haslet olarak eksikleri tamamlıyor. Böyle olunca da, şu soru ister istemez kendiliğinden akla geliyor: Gerçek Falyalı acaba bunlardan hangisi?
Kestirmeden bir hükme varmak yerine, son kertede büyük başlık olarak etik/ahlâk temelli anlayış/duruş (ilaveten doğru/yanlış; iyi/kötü ayrımı temelli) diye nitelendirilebilecek bu yaklaşımın, arkasındaki gerekçeyi/gerekçeleri açığa çıkarabilmek bakımından başvuru kaynağını, gündelik/güncel olana geri dönmek koşuluyla daha kuşbakışı geniş bir mecraya taşımakta yarar var. Bu mecra, insanın varoluşsal ve de yaşamın(ın) anlam/amacının ‘ne, neden, nasıl’ olduğuna dair hayati sorular soran, kendimize ve hayata (o hayata içkin olaylara) daha derinlemesine bakmak, yüzleşmek ve tanımak/anlamaya çalışmak bakımından yardımcı, en eski akademik dal ve de entelektüel alan olarak felsefedir. Şudur: Bu soru başlıkları (ne, neden, nasıl) aynı zamanda, hatta en eski akademik dal olması hasebiyle öncelikle felsefeye aittir. Buradan hareket edince felsefe bağlamında özellikle ‘ne/neden’ sorularının bilgi alanını işaret ettiklerini, bir başka ifadeyle “bir şeyi bilmenin ne demek” olduğuna karşılık geldiklerini; ‘nasıl’ sorusunun ise daha çok davranış biçiminin mahiyetini açığa çıkardığını söylemek mümkündür. Daha somut konuşacak olursak felsefi bağlamda etik “doğru ve yanlış teorisi”, ahlâk ise “onun pratiği” olarak tanımlanabilir. (Bu konuda Ray Billington imzalı Ayrıntı Yayınları’nda çıkan “Felsefeyi Yaşamak-Ahlâk Düşüncesine Giriş“ kitabı, aydınlatıcı bir başvuru kaynağıdır) Bu bilgiler ışığında felsefeyi gökyüzünden (çoğunlukla bulunduğu yerden) yeryüzüne indirecek, yani hayatın, güncel, gündelik olanın içine, ilişkilerimizin dünyasına katacak olursak (ki olması gereken yer de burasıdır ve R.Billington’un söz konusu kitabında yaptığı da budur) bu alandaki duruşlarımızın, tavır alışlarımızın, kendi dışımızdaki/öteki ile olan ilişkilerimizin mahiyeti çok daha net olarak açığa çıkmaktadır. Etik/ahlâk çerçevesinde tanımlanabilecek olan bu durum keza aynı çerçeveye sığan ‘doğru/yanlış’, ‘iyi/kötü’ kapsamında da karşılık bulmaktadır.
Hal böyleyken, bu noktada hatırlanması gereken önemli hususlardan bir tanesi ise felsefenin ‘etik/ahlâk’ kapsamında ve de ‘doğru-yanlış’, ‘iyi-kötü’ ayrımında geniş ve de ufuk açıcı bir alan, çeşitli görüş ve anlayışlar serdetmesi bakımından münbit bir zemin olmasına rağmen, özellikle pratik sonuçlar itibarıyla kesin/mutlak önermelerden ziyade çözümlemelerde bulunduğu; keza davranışlarımızın, yaklaşımlarımızın çoklu faktörlerin etkilerine maruz kaldıkları/kalabilecekleri -ideoloji, siyaset, yerleşik alışkanlıklar vb.- , haliyle çeşitlilik göstere(bile)cek olduklarıdır. Bir diğer önemli husus ise burada sergilenen anlayış/tutum/davranışların son kertede bireysel olduğu, yani değerlendirmeyi yapan bireyin kendi seçimiyle sınırlı, onun ahlâkî duruşunu, doğrusunu/yanlışını, iyisini/kötüsünü ifade ettiğidir. Böyle olunca da ortaya konan anlayış/yaklaşımın -en azından ilk bakışta- toplumsal ve siyasal düzlemde etkileyici/değiştirici gücü yok gibi görünmektedir.
Durum böyle ise, burada sorulması gereken kritik soru ise herhalde şu olmalıdır: ‘Etik-ahlâk’ kapsamında ve de ‘doğru-yanlış’, ‘iyi-kötü’ ayrımında en geniş başvuru kaynağımız olan felsefe elimize ‘ahlâklı/doğru/iyi’ olanı gösteren yanılmaz güvenilir reçeteyi vermiyorsa ve de bu konudaki seçimlerimiz kendimizle sınırlı, haliyle etki gücü o kadarla kalan, daha açık bir ifadeyle değiştirici/dönüştürücü toplumsal/siyasal karşılığı olmayacaksa, toplum ülke olarak esenliğe çıkmak, daha yaşanılır/özgür ortamı sağlamak nasıl mümkün olacaktır?
Bu soruya yanıt vermeden önce unutulmaması gereken bir başka önemli husus, toplumun bireylerden oluştuğu ve onların kümülatif biraradalılığının (toplum aynı zamanda bu biraradalık da demektir), toplumsal/siyasal ölçekte değiştirici/dönüştürücü bir etki(leşim) yaratabileceğidir. Bu tespitler ışığında söz konusu Falyalı değerlendirmelerine yeniden dönüp baktığımızda, burada da her ne kadar bireysel duruşlar sergileniyor olsa da, bu yaklaşımların kabul gördüğü/biriktiği/bir araya geldiği oranda aynı doğrultuda toplumsal/siyasal güce ulaşabileceği gerçeği akıldan çıkarılmamalıdır. Haliyle Falyalı’ya atfedilecek olumlu özelliklerin -evet bunun şu ve bu oranda karşılığı olsa da, kaldı ki bunun bu alemde dünyanın her yerinde benzer örneği vardır- karanlık ilişkilerin aktörünün buradaki sorumluluğunu/günahlarını gizleyebileceği ve de kabul gördüğü, yaygınlık kazandığı oranda toplumsal/siyasal sonuçları doğurabileceği ortadadır ve bu da toplum/ülke geleceği adına kabul edilebilecek bir durum değildir.
O halde şunu söylemek mümkündür: Bireysel seçimler olsa da, bu seçimlerin bir araya gelmek (toplumsallaşmak) suretiyle kazanacakları dinamizm, son kertede toplumsal/siyasal sonuçlar da doğuracağından, yapılacak seçimlerdeki ahlâkî tutarlılık ve de doğru ve iyinin ne olduğu konusundaki yaklaşımın mahiyeti, toplumun/ülkenin esenliği ve geleceği adına büyük önem arz edecektir. Bu da bireysel seçimlerimizin, davranış biçimlerimizin kapsam ve muhtevalarının ne denli önemli olduğunun göstergesidir. Burada kendi başına Adalı-Bizim/bizden olmanın ise hiçbir şey ifade etmediği, eğer bir şey ifade edecekse bunun nitelik ve de pratik olarak bir karşılığının olmasının gerekeceğidir.
Bu değerlendirmeler ışığında gerçek Falyalı’nın çok unsurlu çok ilişkili karanlık bir dünyanın mensubu olduğunu ve o karanlık dünya tarafından yok edildiğini söylemek ahlâken olduğu kadar, yanlış olan karşısında doğrudan, kötülük karşısında iyiden yana tavır almak da demektir. Bu tavrın bireyden başlayarak toplumsala doğru yaygınlık/genişlik/etkinlik kazanması ise yeni bir bireysellik/toplumsallık diyalektiğini işaret etmek yanında, temiz toplum/temiz siyaset oluşmasında değiştirici/dönüştürücü potansiyel bir dinamiği ima ediyor olması bakımından da göz ardı edilemeyecek bir gelişme olacaktır.