1. YAZARLAR

  2. Mehmet Çağlar

  3. GERİYE “KENDİ HAKİKATLERİNİN ÖTESİNE GEÇEMEYENLER” KALDI...!
Mehmet Çağlar

Mehmet Çağlar

GERİYE “KENDİ HAKİKATLERİNİN ÖTESİNE GEÇEMEYENLER” KALDI...!

A+A-



Garantiler, güvenlik, yönetim ve güç paylaşımı, dönüşümlü başkanlık, kararlara etkin katılım, nüfus, vatandaşlıklar, AB, doğal kaynaklar, ekonomi, mülkiyet, toprak, yani konuşulması gereken konuların tümü konuşuldu...
Kıbrıslı Türk ve Rumların müzakerelerinden, görüşlerinden, kaygılarından, önerilerinden yola çıkılarak, Garantör ülkelerin de duruşları ve Kıbrıs sorununun çözümüne bakış açılarından da yararlanıp, BM Genel Sekreteri tarafından bir çerçeve sunularak tüm taraflara "çözümün" nasıl olabileceği anlatıldı...
Artık haritalar gibi bilinmez olanlar da biliniyor!
Peki geriye ne kaldı?
Geriye, "kendi hakikatlerinin ötesine geçemeyenler" kaldı...!

Bakın! Ne diyor Anastasiadis?
" Kıbrıslı Türkler her konuda eşitlik istiyor, oysa ki Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurucu ortaklarından olan Kıbrıslı Türklerin oradaki hakları da Kıbrıslı Rumlar ile tam eşit olarak değil, nüfuslarına oranın üzerinde aldıkları %30 oranı kadardı ki evet aslında onlar eşit toplum değil azınlıkta olan bir toplumdu; o yüzden azınlıktakinin çoğunlukla eşitlenmesi talep edilemez"...

Anastasiadis'e göre, Kıbrıslı Türkler "azınlıkta" olduklarını kabul eder ve taleplerini ona göre ortaya koyarsa "ortak vatan" oluşacak!
Peki ya! Kıbrıslı Türkler azınlıkta değil de tam eşit olmak isterlerse?

Örneğin, İsviçre’de 26 kanton var...
Bu kantonların hepsi ayrı ayrı birer devlettir.
Ve 26 kantonun 14 tanesinin nüfusu KKTC'deki nüfustan oldukça azdır (örneğin Obwalden 26 bin, Nidwalden 29 bin, Uri 34 bin. Appenzell İnner Rhodes 13 bin.)...
Ancak bu kantonların hepsi İsviçre’de tam bir siyasal eşitliğe sahiptir.

İsviçre’deki bu temsili yapıyı "Dönüşümlü Başkanlık" olarak düşünürsek;
en büyük nüfusa sahip kanton olan Zürih 1 milyon 123 bin,
en az nüfusa sahip olan Appenzell İnner Rhodes ise 13 bin...
Buna karşın, aralarındaki bu büyük nüfus farklılıklarına rağmen, her iki kanton da "Kantonlar Meclisi”ne ikişer üye gönderirler...

Bu temsili yapıyı toprak yapısı olarak incelersek de;
toprak bakımından en büyük kanton olan Granbünden, ülke topraklarının yüzölçümünün % 17’sini oluşturur…
En küçük kanton olan Zug ise, ülke yüzölçümünün % 0.57’si kadardır.
Ancak bu farklı büyüklüklere karşın, yine de ikisi de “Kantonlar Meclisi”nde eşit sayıda üye ile temsil edilirler.

Sanırım Güney’deki yönetim,
Hristodudilis'in de altını çizdiği gibi, federatif bir yapıyı değil, oluşacak
tek bir devlet altındaki toplumların "federatif işbirliği"ni konuşuyor.
Ortak menfaatlerimizi gerçekleştirmeye yarayacak nispette bir "federal işbirliği"ni...

Bugüne kadar kurulan Federal Devletler, İki istisna dışında, tamamı coğrafi bölge esasına dayanır.
İstisnalardan biri 1960 yılında kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti, diğeri ise Belçika'dır...
Bu da bize, 1960 Cumhuriyeti ve Anayasası ile Kıbrıs’ta kurulan Federal Sistemin, coğrafi bölge esasına göre değil, etnik açıdan kurulan topluluk ya da toplum veya cemaat esasına dayandığını da gösterir...

Hegel’e göre de, Dinin yapısı neyse devlet ve anayasa o yapıdadır....
Kısacası işin içerisine din ve etnisitenin kurduğu teorik akrabalık girerse,
Kutsal Kitap'lara özgü “ırkçılığı” aşmak bir o kadar zor olur.
Böylesi bir durum ve yapıda ise, Müslüman bir Türk, 
federatif yapıdaki Hristiyan bir devletçiği yönetebilir mi?
Hıristiyan bir toplumu yönetebilir mi?!
Modern bir uygarlıkta elbette  yönetebilir...
Çünkü modern uygarlığın temeli, Tanrı ile arasına koyduğu mesafededir.

Neticede sorun, 
bir “pazarlık” sorunu değildir…
Sorun, her iki tarafta da dinini ve ırkını özgürce yaşayabilen, dini inançlarını devlet yönetimine taşımayan, diğer dine ve ırka sahip insanları ötekileştirmeyen, kısacası dinini ve ırkını aklının yerine koymayanlar çoğalırsa çözülür...
Sorun "kendi hakikatlerinin ötesine geçemeyenler”dir.

 

 

Bu yazı toplam 1740 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar