GEZİ DAVASI
Devletin [...] bu gözaltı kararlarının ve aleni şiddetin hiçbir yasal dayanağının olmadığı herkes kadar devletin de malumudur.
Zeynep Tuna Arkın
[email protected]
Gezi Parkıyla ilgili 2013 yılından beri süregelen çekişmeli siyasi ve yasal süreçte 25 Nisan’da oldukça önemli bir gelişme yaşanmıştır. Gezi Parkı davasının en sansasyonel sanıklarından Osman Kavala daha önceden beraat ettiği anayasal düzeni ve hükümeti ortadan kaldırma suçundan müebbet hapis cezasına çarptırılırken, diğer sanıklar Mücella Yapıcı, Çiğdem Mater, Ali Hakan Altınay, Mine Özerden, Can Atalay, Tayfun Kahraman ve Yiğit Ali Ekmekçi ise bu suça yardım sebebiyle üst sınırdan 18 yıl ceza almışlardır.
Gezi Parkı’na ilişkin ilk dava 2014’te görülmüş, bir yıl süren bu davadan bütün sanıklar beraat etmişti. 2019 yılında Terör ve Örgütlü Suçlar Soruşturma Bürosu savcılarından Yakup Ali Kahveci tarafından hazırlanan bir diğer iddianame ile Gezi Parkı eylemleri, 15 Temmuz darbe girişimi ile ilişkilendirilerek anayasal düzeni yıkıcı bir dış müdahale olarak nitelendirilmişti. Bu iddianame ile 25 Nisan 2022’de sonuçlanan yargı sürecini başlatılmış, 2020’de sanıkların beraat etmesine karar verilse de 2021’de istinaf mahkemesinin bu kararı bozmasıyla bir sene süren dava, sanıkların tutuklanmalarıyla son bulmuştur.
Barışçıl toplantı ve gösteri yapma, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 34. maddesi tarafından korunan bir haktır. Ancak, 2013 yılından beri bu devletin polis eliyle barışçıl protesto hakkını açıkça kısıtlamakta olduğu görülmektedir. Gezi eylemlerinde göstericilerin çadırlarının yakılması, polisin orantısız güç kullanarak Ali İsmail Korkmaz ve Berkin Elvan gibi protestocuların ölümüne sebebiyet vermelerine kılıf bulunmasıyla başlayan bu kan dondurucu olayların Gezi eylemlerinden beri olağanlaştığı görülmektedir.
8 Mart Dünya Kadınlar Günü yürüyüşleri, Onur Ayı LGBTİ yürüyüşleri her yıl polis barikatlarıyla karşılaşırken, artık 1 Mayıs İşçi Bayramı’ndan önce Taksim Meydanı’nın kapatılması kanıksanmış durumdadır. Bu gibi barışçıl eylemler ekseriyetle 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu kullanılarak kısıtlanmaktadır. Bu yasa, “milli güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlakın korunması, başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması” amacıyla vali ve kaymakamlara gösterileri erteleme veya yasaklama yetkisi vermektedir. Bu, devletin her türlü gösteriye kamu düzenin bozacak ayaklanmacı bir hareket olarak baktığını göstermektedir. TİHV adına Aslı Davas ve Serdar Tekin’in hazırladığı "Sokağı Kapatmak: Toplanma ve Gösteri Özgürlüğüne Yönelik İhlaller (2015-2019)" adlı rapora göre, 2015 2019 arasındaki 4 yıllık süreçte toplanma ve gösteri özgürlüğünü ihlal eden 4 bin 771 olay yaşanmıştır (1).
Devletin, her türlü gösteri ve eyleme önceden polis yollaması, daha da beteri gösterici olduğu belirlenen siviller için keyfe keder gözaltı kararlarının alınması hukuksuz olmakla birlikte, bu gözaltı kararlarının ve aleni şiddetin hiçbir yasal dayanağının olmadığı herkes kadar devletin de malumudur. Bütün bunlar hem artık bütünleşmiş olan devlet ve hükümetin vatandaşa verdiği gözdağı, hem de vatandaşı korkutup bıktırarak sindirmeye yönelik taktiklerdir. Gezi Direnişi, 2008’den beri gittikçe otoriterleşen AKP hükümetinin gaddar yüzünü halka ve dünyaya göstermiş olmasından ötürü Türkiye’nin yakın tarihinin en önemli olaylarından biridir.
Bu karar, sadece Türkiye iç politikasının durumunu değil, Erdoğan Türkiye’sinin Avrupa’yla ilişkisinin ne denli gerlidiğini de göstermektedir. Bu Avrupa karşıtı tavır, özellikle iş insanı Osman Kavala’nın hedef alınmasından ve kendisine Erdoğan tarafından ‘Türkiye’nin Soros’u’ yakıştırması yapılmasından da görülmektedir.
Osman Kavala 2017 yılında Gezi eylemleri kapsamında anayasal düzeni ve hükümeti ortadan kaldırma suçunu düzenleyen TCK 309 ve 312 maddeleri uyarınca tutuklanmıştı. AİHM Aralık 2019’da bu kararın AİHS’ye, özellikle AİHS’nin 18. maddesine aykırı olduğuna ve Kavala’nın serbest bırakılması gerektiğine karar vermişti. Osman Kavala bu suçtan beraat edip salındığı Şubat 2020 gecesinde bu kez de 15 Temmuz 2016 darbe girişimine ilişkin casusluk suçlamalarından gözaltına alınmış ve tutukluluk hali o zamandan beri devam etmektedir. AİHM’nin serbest bırakma çağrılarıysa, Avrupa Konseyi’nin Türkiye’ye karşı ihlal prosedürü başlatılmasına rağmen cevapsız kalmıştır. İhlal prosedürünün uygulanması üyelikten çıkarılmaya kadar sebep olabilirken, Türkiye’nin Kavala’nın tutukluluk halindeki ısrarı Türkiye’nin Avrupa Birliği’nden ve Batı’ya dönük dış politikadan iyice uzaklaşmakta olduğunu göstermektedir (2).
Osman Kavala daha önceden beraat ettiği anayasal düzeni ve hükümeti ortadan kaldırma suçundan bu kez, karara muhalefet şerhi koyan bir hâkimin de belirttiği gibi ortada herhangi yeni delil yokken müebbet alması bu kararın hukuksuzluğunu gözler önüne sermektedir.
Bu karardan hemen önce 22 Nisan 2022’de Ankara 14. Ağır Ceza Mahkemesinde 2016 yılından beri süren Gezi Protestolarına ilişkin davada mahkeme savcısının da mütalaasını değiştirip beraat yerine sanıklara tüm suçlardan ceza verilmesini talep etmesi, bu suçlamaların terör örgütü yönlendirme ve kalkışma gibi Gezi Parkı Protestolarıyla alakası olmayan, tamamen keyfi ve oldukça ağır suçlamalar oldukları da dikkat çekmektedir (3). Osman Kavala’nın avukatları, bu kararın AKP’nin yaklaşan seçimlerden önce AKP’nin yaptığı gövde gösterisi olarak yorumlamaktadırlar (4).
Davayı takip eden hukukçulardan Tora Pekin, delil olarak kabul edilmemesi gereken dinlenme kaydı gibi ‘yasak delil’ olması gereken bulgular delil olarak kabul edilirken, savunmaya karşı bariz bir önyargı olduğunu, savunmanın talep ettiği hiçbir delilin toplanmadığını ve sanıkların dinlenmediğini ifade etmiştir (5).
Gezi davası hakimlerinden Murat Bircan’ın daha önceden AKP aday adaylığının bulunması, kişisel sosyal medya hesaplarından AKP sempatizanlığı yapması kararın tarafsızlığına gölge düşürmekle birlikte, yargının Türkiye’de yürütmeyle bu kadar iç içe olabilmesi kuvvetler ayrılığı ilkesinin son 20 yıl içerisinde ne hale geldiğini göstermektedir. Bu kadar önemli ve doğası gereği siyasi bir suçta, davanın sonucundan bir çıkar elde edeceği aleni olan bir siyasi partiyle bir geçmişi bulunan bir hâkimin, hatta herhangi bir siyasi geçmişi bulunan bir hâkimin herhangi bir karar merciinde bulunmaması gerekir.
Yargının, AKP’nin siyasi amaçları için bu kadar aleni bir şekilde kullanılıyor olması yargı bağımsızlığının artık Türkiye’de bulunmadığını göstermektedir. Yargının siyasi bir araç haline gelmesi hem AKP’nin ülke üzerinde kurmak istediği tahakkümü kolaylaştırmakta, hem de vatandaşların hak ve özgürlüklerinin güvencesini kısıtlamaktadır.
Bu davayla ilgili yasal sürecin Yargıtay ve Anayasa Mahkemesinde devam edeceği belirtilmektedir. Siyasetin ve taraflılığın üst mahkemelere sızmamış olması halinde adaletin yerini bulacağından şüphe yoktur.
Kaynakça
(1)DW: Toplantı ve gösteri hakkı: "Fiili yasak var", Burcu Karakaş, 10.12.2021
https://www.dw.com/tr/toplant%C4%B1-ve-g%C3%B6steri-hakk%C4%B1-fiili-yasak-var/a-60073003
(2) BBC Türkçe: ‘Osman Kavala, Avrupa Konseyi gündeminde: Bakanlar Komitesi, Türkiye aleyhine ihlal sürecinin başlatılıp başlatılmamasını oylayacak, 30 Kasım 2021’
https://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-59466041
(3) Cumhuriyet Gazetesi: ‘Ankara’daki Gezi Davası’nda savcı 2 yıl sonra mütalaasını değiştirdi, ceza istedi’, 3 Mayıs 2022
https://www.cumhuriyet.com.tr/turkiye/ankaradaki-gezi-davasinda-savci-2-yil-sonra-mutalaasini-degistirdi-ceza-istedi-1932253
(4) BBC Türkçe: ‘Osman Kavala: Gezi Parkı davası kararı için Kavala ve diğer sanıkların avukatları ne diyor’, Esra Yalçınalp, 27 Nisan 2022
https://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-61238794
(5) ibid.