Gezi Parkı Özel
Uçak, “Halkın öfkesi henüz patlamadı, kapak açıldı” diyor
Türkiye Komünist Partisi Ankara İl Başkanı Metin Uçak ile Gezi Parkı olaylarını ve Kıbrıs’a etkilerini konuştuk:
'Sorun bir ağaç sorunu değil aslında…'
Firuzan NALBANTOĞLU
Türkiye Komünist Partisi Ankara İl Başkanı Metin Uçak ile Türkiye’de üç haftadan beridir, Gezi Parkı’ndaki ağaçların kesilmesiyle başlayan ve ardından ülkenin farklı noktalarına yayılan eylemleri, bu eylemlerin öncesini ve sonrasını konuştuk. TKP’nin bu sürece bakışından ve bu sürecin devamında nasıl bir duruş sergileyeceğinden de bahseden Uçak, “Halkın öfkesi henüz patlamadı, kapak açıldı” diyor. Direnişin başladığı ilk günden beridir, sokakları ve meydanları bırakmayan TKP, yaşanan direnişte, kalabalık kitlesiyle sokakta olan sosyalist bir parti. Özellikle ‘boyun eğme’ sloganıyla kitleleri harekete geçiren TKP, meydanı boş bırakmadıklarını, bu noktadan sonra ise hiç bırakmayacaklarının sinyalini veriyor. Türkiye Komünist Partisi’nin (TKP) eşit ve özgür bir ülke kurmak için mücadele eden sosyalist bir parti olduğunu söyleyen Uçak, Türkiye’de bir ‘emekçi’ cumhuriyetini arzuladıklarını söylüyor. TKP’nin bütün eylem ve etkinliklerinde emekçilerin kurutuluşu mücadelesinin izlerinin olduğunu söyleyen Uçak, Kıbrıs meselesine öncelikli olarak tüm işgal güçlerinin eş zamanlı olarak gitmesi, eşitlik ve özgürlük temelinde bir Kıbrıs’ın kurulmasını arzuladıklarını söylüyor.
YENİDÜZEN: AKP bu 10 yılda neler yaptı da böyle oldu?
Metin Uçak: Türkiye’de ‘Arap Baharı’ 2002’de, bunların iktidara gelmesiyle oldu. Muazzam bir demagoji var ortada. Bütün uluslararası unsurları kendi çıkarları için kullandılar. Hiçbir akılla hareket etmiyorlar. Bunu son 15 günde gördük. Dış politika konularını iç politika malzeme ediyorlar. ABD Türkiye’nin bölgede hegomonik bir güç olacağını zannediyordu. Türkiye’de laikliği önermeyen adam, gidiyor Mısır’a laiklik öneriyor, laiklik dersi vermeye kalkıyor! Bakınız, Suriye yenilirse biz de yenileceğiz! Çeteleri, katilleri desteklediler. Türk halkı bunu asla unutmaz! Suriye halkı aslanlar gibi savaşıyor. Onaylarız veya onaylamayız. Ama bu artık bizim savaşımız oldu. Suriye yenilirse biz de yenileceğiz. Türkiye toplumunun büyük kesimi bunu fark etti. Çeteleri desteklediler, katil, köpek sürüsüne Türkiye’de imkanlar sağladılar. İnsanlarımıza saldırmalarına müsaade ettiler. Türk halkı bunları unutmaz. Öfke birikiyor normal olarak. Halkın öfkesi henüz patlamadı, kapak açıldı. Henüz bir patlama yok. Öfke duruyor durduğu yerde. On beş gün, Tayyip Erdoğan’a küfür, sokaklardaki en meşru şey idi. Bu AKP’nin ekonomide iyiye gidiş dedikleri şey aslında bir uydurmadır. Ekonominin iyiye gittiği falan yok. İşsizlik hat safhada, reel ücretler çok düşük, bölgesel askari ücret diye saçma sapan bir şey uygulayıp, ücretleri iyice düşürüyorlar. Esnek istihdam Türkiye’de en yaygın şeylerden biri. Sendikasızlık, güvencesizlik çok yaygın. Dolayısıyla ekonomi dedikleri şey bir rant ekonomisi ve oradan çıkarı olan küçük bir kesim var.
YD: Dış politikada ‘sıfır sorun’ tezi çöpe atıldı. Şimdi ne olacak?
MU: Dış politika meselesinde AKP çuvalladı. İtibarsız, yüzsüz, canlı bombaların halk içinde patlatıldığı bir ülke haline geldik, Ortadoğu’ya çekildik. Ve AKP’nin Dış Politika ya da bölgesel anlamda artık bir vizyonu yok. Bütün çıkarını, CIA ve İsrail Gizli Servisi Mossad’ın çıkarıyla özdeşleştirmiş. Ortada ciddi bir devlet, karşına alıp tartışabileceğin bir akıl kalmadı. AKP bu mekanizmayı da parçaladı. Biz TKP olarak buna ‘ikinci cumhuriyet’ diyoruz. AKP birinci cumhuriyeti yıktı ve kendi cumhuriyetini kurdu. Bundan sonra, AKP’nin bu ikinci cumhuriyeti ne kadar stabil hale getirebileceği de şüpheli. Büyük olasılıkla AKP bu cumhuriyetin devamını getiremeyecek.
Bizim hedefimiz zaten sosyalist bir cumhuriyet kurmak.
YD: Toplumsal yaşama müdahale hat safhada. Sanırım, bu eylemelerin bununla da ilgisi var!
MU: Toplumsal alanda AKP, demagoji ile karşısında olan herkesi ‘ideolojik’ olmakla suçluyor. O ne demekse? Sonuçta hayatta her şey ideolojiktir. Ama örneğin kendisi de eğitim sistemine 4+4+4’ü getirerek çocukları, din dersine zorunlu kılıyor. Okulların çoğunu imamhatipe çeviriyor. Kadınlara kürtaj yasağı getirmeye, insanlara alkol yasağı getirmeye çalışıyor. Kadını toplumsal hayattan yok etmek için uğraşıyor. Yine bir demagoji ile toplumu dinsel referanslarla yönetmeye doğru götürüyor. Ulemadan fetva almalar, boşanmak isteyen çiftler müftüden onay alsın diyerek, bunları zorunlu kılmasa da, bunları dillendirerek, toplumu dinselleştiriyor. Fakat Türkiye toplumunun seküler bir birikimi var. Şimdiye kadar göze batmıyordu belki ama bu böyle. Bu birikim muazzam bir öfkeye sahip. Bu eylemlerin önemli özelliklerinden biri de seküler olmasıdır. Seküler birikimin eylemleridir bunlar. Dikkat ederseniz, tam da bu yüzden hem batıcıdır hem de yaratıcıdır, aydınlanmacıdır. Örneğin karşı tarafın (AKP) en iyi sloganlarına bakarsanız yaratıcı hiçbir şey bulamazsınız. Tayyibin bilmem nesinin kılından tutun da, mikrofon uzatılan insanların Kılıçdar’ın izindeyiz demesine kadar… Para zoruyla oraya geldikleri ne kadar da belli. Dolayısıyla, sokaklarda mücadele edenler; yaratıcı, dinamik ve öfkeli bir kalabalıktır. Ve ayrıca eğlenceli. Bunu sürekli söylüyorum çünkü şaşkınım. Biz önceden, eylemlerde kasılırdık.
***
Neler yaşandı, nasıl buraya gelindi?
1905 yılında, Rusya’daki Büyük Kalkışma, Potemkin isimli bir zırhlıda kurtlu yemek verilmesi sonucu ortaya çıkıyor. Askerler isyana başlıyor ve bütün ülke değişiyor. Bu sadece böyle bir nedenden ötürü olabilir mi? İnsanlar sadece bir ağaçtan ötürü harekete geçecek! Böyle bir şey olamaz. Bir birikim olmalıdır. Bu birikim on yılda var. Bu 10 yılda, Türkiye’de maça giden insan gaz yedi, düğünlerinde gaz yediler, polis şiddeti gördüler, yürüyüş düzenlediler gaz yediler. Bu 10 yılda herkes büyük bir öfkeye sahip oldu. Karşısına o kadar geniş bir cephe aldı ki AKP… Şöyle bir şey düşünün, bir burjuva iktidarı, büsbütün akılsız değil ama kendisini %50’ye indirgiyor. Ben bu ülkenin başbakanıyım diyemiyor. Ben %50’nin başbakanıyım diyor. Onlar için o %50 o kadar kırılgan ki… Ve bu öfke toplumda çeşitli nedenlerinden ötürü AKP ve özellikle Tayyip öfkesi ve karşıtlığı temelinde bir kalkışmaya neden oldu. İnsanlar kendi bayraklarını alıp sokağa çıktılar ve bu bayraklar çok çeşitliydi. BDP’lisinden MHP’lisine, Kemalistine bir arada o kadar çok sloganlar atıldı ki… Ama esas slogan şuydu; “Hükümet istifa” ve “Faşizme karşı omuz omuza”. Bu önemli bir şeydir. Bu toplumun çok akıllı olduğunu gösterir. Bakın yüzbinlerce, günü geldi belki milyon insan harekete geçti ve ortada bir vandalizm yok. Ortada, Türk-Kürt düşmanlığı yok. Ortada polis şiddeti var! Polis şiddetinin olmadığı hiçbir gün, hiçbir yer kırılmadı dökülmedi. Camları, günlerce bizim üstümüze kurşun gibi plastik mermi yağdıran polis kırdı. Ve biz Türkiye halkının gerçekten faşizme karşı bu kadar direngen olduğunu bilemezdik. Umut ediyorduk ve umudumuz doğru çıkmış oldu. Sorun bir ağaç sorunu değil aslında. AKP iktidarının yalanlarının sorunu. Sorun onların yalancı olması, demagog olması, baskıcı olması, insanların günlük hayatlarına karışması, pişkin olmaları… On bir yıldır, pişkin pişkin gülen o adamların suratlarını, bozulmuş vaziyette görmeye bile değer. O kadar bozulmuş vaziyetteler ki! Çünkü gördüler; iktidarı kaybediyorlar. Bakın AKP hükümete gelebilir ama bir kez daha asla iktidar olamayacak. Bu toplumun çok büyük bir kesimi artık bir alternatif arayış içerisinde.
YD: Kemalistleri de gördük bu eylemlerde. Onlar da sokaktaydı aslında. Zaman zaman polemikler oldu, flamalılar geziye girmesin, Türk bayrağı olmasın gibi1 Çünkü bayrak bir manipüle aracı haline de getirildi Türkiye’de biraz…
Bundan bir buçuk ay önce, Mamak’ta 500-600 civarı insan topluluğunun olduğu bir parkta, TKP olarak bir toplantı yaptık. Konuşma yaparken, bir kadın kalktı ve “niye burada Türk bayrağı yok” dedi. Ben de ‘bu soruya cevap vermek gerekiyor’ diyerek, ‘Bakın buradan Mamak cezaevi görünüyor ve bir çoğumuz o cezaevini biliyoruz. Ocak ayında çırılçıplak İstiklal Marşı okuttuklarını size veya çocuklarınıza, hatırlıyor musunuz o günleri? Üzerinden 30 yıl geçti. Zorla İstiklal Marşı okuyup işkencelere maruz kalıyorduk. O bayrağı bize işkence yaparken kullandılar. O bayrağı, Kürtleri ezerken kullandılar. Uyuşturucu kaçırdılar o bayrağı kullandılar. O bayrak Deniz Gezmiş’in bayrağıydı ama onlar demagoji aracı olarak ele geçirdiler. Bu bayrağı emperyalistlere karşı dikebileceksek dikelim, AKP’ye karşı kullanabileceksek kullanalım. O gün geldiğinde o bayrağa sahip çıkarız. Ama bugün devrimcilere sahip çıkalım’ dedim. Bu olayın üstünden bir ay geçmedi, halk sokaklara döküldü. Bu bayrak artık kurtulmuştur! Bu bayrak artık Deniz Gezmişlerin bayrağıdır. Çok net! Bu demagoji bitti. Faşistler bu bayrağı yıllarca bize baskı aracı olarak kullanıyorlardı. Artık kullanamazlar. Artık Türk bayrağı bir şövenist unsur değildir. Bu önemli bir kazanımdır. Bu halk bayrağını tekrar ait olduğu yere, anti emperyalist mücadelenin bayrağı olarak koydu. Temel olarak bu çok büyük bir kazanımdır. Çünkü bize karşı yapılan çok büyük bir demagojiydi.
***
“Kemalistler miladını doldurmuş sanki artık…”
1956-57 yıllarına kadar, Türkiye’nin Kıbrıs Sorunu gibi bir derdi yok! Kıbrıs’ta, Türkiye’nin garantör ülke olduğunu hatırlatan İngilizler. Türkiye Kıbrıs Sorunuyla ilgili hiçbir iddiada bulunmuyor. Meclis tutanaklarına bakın, tek kelime yok. Kıbrıs diye bir dertleri yok adamların, olmamış hatırlamıyorlar. Lozan’da bir antlaşma yapılmış ve ondan sonra Kıbrıs kendi haline bırakılmış. Emperyalistler bu işe çomak sokmuş ve Türkiye müdahil olmuş. Yani sırf Kemalist bir müdahale yok. Bizi bazen Kemalist olmakla suçluyorlar. Bakın, en kaba anlatımla, Kemalizm ideolojik olarak ‘Türk toplumu sınıfsız zümresiz bir topluluktur’ der. En kaba indirgemecilik olarak söylüyorum bunu. TKP ne diyor; Türk toplumu sınıflardan oluşur ve emekçi sınıfın iktidarından yanayız. Bir kere bu bağlamda bile Kemalist değiliz. Peki Kürt hareketi ne diyor? Kürtleri, emekçiler, patronlar diye ayırmıyoruz diyor. Kürtler bir bütündür diyor. İşte son tahlilde Kemalizm budur! Ama şunu söylerim ki Stalin için söylenen bir laftı bu, bir düşünür diyor ki ‘Stalin bizi bir adım ileriye götüremez ama biz de Stalin’in bir adım gerisine düşmeyiz’ Aynı şeyi bence Mustafa Kemal için de söyleyebiliriz. Biz Mustafa Kemal’in bir adım gerisine düşemeyiz. O bir burjuva devrimcisidir. Devrimin öyle veya böyle yaptı. Türkiye devrimcileri bir adım gerisine düşemezler. Tekrardan Arap harfleri kullanamayız mesela… Cumhuriyet olmasın diyemeyiz. Her sosyalist deneyim Cumhuriyet deneyimidir. Ama Mustafa Kemal bizi bir adım ileriye de götüremez! Biz bu topluma bunu anlatmalıyız. Sıkıntımız bundan kaynaklanıyor. Bu toplum bizi dinlemiyordu. Artık bugün dinliyorlar. Bakın, Kuğulu Park’ta, Gezi’de şurda burda liberaller görülüyor ama belli bütün mesajlar var ama temel sloganları söyleyeyim, “faşizme karşı omuz omuza” ve “hükümet istifa”. Buradan sol çıkar, dayanışma çıkar. Yaşlı yaşlı insanlar evlerinin kapılarında duruyorlar, polis saldırınca açıyorlar, gençleri içeriye alıp kilitliyorlar. Şimdiye kadar bize sırt çeviriyor, korkuyorlardı. Türkiye’de kemalizmin geleceği nokta bitmiştir zaten.
YD: Bu yaşananlar sırasında pek çok komplo teorisi ortaya atıldı. Günün sonunda AKP orduyu göreve çağırırız sinyali bile verdi…
M.U: Ordu, Gezi Parkı eylemleri boyunca suskun kaldı. Sussunlar! Sonsuza kadar sussunlar! Son yıllarda komplo teoricileri arttığı daha doğrusu kişilerin analiz yapma yeteneği düştüğü için her şeyin birbiriyle adeta ‘kelebek etkisi’ gibi ilişkili ve bağlantılı olduğu düşünülüyor. Oysa bazı şeylere sade bakmakta fayda var. Sadelikten kastım şudur; Birincisi; emperyalizm diye bir olgu vardır ve emperyalizm ortaya çıkan dinamiklerle kendini hemen olaya entegre eder, ona adapte olur. Bazen kendisi yol açmamış olsa bile hemen kendi çıkarına yönlendirmeye kalkar. İkincisi, Türkiye toplumunda 10 yıllık biriken muazzam bir öfke vardır ve bu öfkenin kapağı açılmıştır. Bu hareket ne emperyalist odakları gözetti ne orduyu gözetti ne de başka bir şeyi. Sade ve yalın bir şekilde öfkesini AKP’ye ve onun lideri Tayyip Erdoğan’a yöneltti. Buradan kendilerine hesaplar çıkaracak olanlar vardır ama bu eylemleri lekelemek yoluna gidilmemelidir. Bu eylemler dünya tarihinde de az görülür bir halk isyanı, halk kalkışmasıdır. Halkımız, gerçekten masumane eylemler yapan gençlere reva görülen şiddete de isyan ettiler. Ve aslında, medyadaki milyon dolarlık araçların onları kandırmak için orda olduğunu öğrendiler. Muazzam teknik olanakların, aslında onların eylemlerine yer vermemek için orda olduğunu anladılar. Bu bir uyanıştır. Türkiye toplumunun uyanışıdır. İçeriğiyle, yaratıcılığıyla müthiş bir uyanıştır. Her türlü sanatsal yapının ötesinde bir sanat ortaya konmuştur. Bir direniş sanatı… İstanbul Bienal’i artık gereksiz. Bunu ironi olsun diye söylemiyorum. Bu geniş yığınlara ve yaratıcılıklarına haksızlık etmeyelim. Orada kullanılan bir sloganla söyleyeyim, “Bu daha başlangıç, mücadeleye devam”. Bir de, Türkiye’de özellikle paramiliter güç olarak örgütlenmeye çalışan bir şövenist dalgada kullanılabileceği söylenen taraftar grupları meselesi iflas etti. Düzenin bir argümanı olarak kullanılmak istenen insanlar aslında halkın yanında yer aldı. Bu önemli bir kazanımdır. Hareketin yaratıcılığının ve dinamizminin kaynaklarından biri de budur. Bu öfkenin genişliğini ve sertliğini anlatıyor. Kendileri için organize ettikleri, toplumu uyutmak için bir mekanizma haline getirdikleri taraftar grupları halkın yanında yer aldı… Ve bugün AKP’de bunu anlayamayacak bir akıl var. Bunu anlayamazlar. Bütün diktatörler gibi anlamıyorlar. Gerçekten bu harekete haksızlık etmesinler. Ordu sussun. Ordudan hayır gelmez. Türkiye’de ordu devrimcilere ve halka karşı devrim yapar! Eğer ordu devreye girerse emin olun halka karşı girer. Bunun Türkiye’de istisnası yok! Ordu içerisinde bu davaya inanan sıradan muazzaf askerler olabilir ama onunla kalır. Ama Türkiye ordusu aynı zamanda bir iç savaş ordusudur ve bu iç savaş devrimcilere karşı verilmiş bir iç savaştır. Bunu iyi bellememiz lazım. Dikkat ederseniz, Bülent Arınç orduyu göreve çağırıyor. Sıkışan AKP orduyu göreve çağırıyor. Burada da tarihi bir düzeltme söz konusudur. Eylemler sırasında hiç kimse “Ordu göreve” demedi, ordudan medet ummadı. Ordu, sussun dedi. Çünkü 20 yıldır ordunun söylediği her söz bugün AKP’ye yaradı, bu düzenin getirilmesine yaradı. Çünkü orda da bir demagoji var. Hem devrimcilere savaş açacaksınız hem de kendinize ilerici diyeceksiniz. Böyle bir şey yok!
YD: Peki CHP’nin bu olaylardaki duruşunu nasıl değerlendireceğiz?
M.U:CHP’ye üç anlayış hakim; Birincisi tipik bir sosyal demokrat tavrı ile komplo teorileri üreterek yaklaşan bir kesim var. Mesela İsa Gök öyledir. ‘Aman ha bulaşmayalım, bu AKP’nin bir operasyonu. Dikkatli olalım, hareket etmeyelim, yerimizde duralım’. İkincisi oportünist bir tarzdır. Bu hareketten acaba nasıl nemalanırız diyerek -ki samimi milletvekillerini bunların dışında tutuyorum- en geniş anlamda CHP’yi yontmaya çalışan bir anlayıştır bu. Bir de merkezin Kılıçdaroğlu anlayışı, ‘Görmedim, duymadım, bilmiyorum’. Bu insanlar iktidar kaçkını! Bir ana muhalefet partisi gibi değil de, AKP’nin elini kolaylaştırmak, düzeni normalleştirmek için ellerinden geleni yapıyorlar. CHP’ye düşen misyon, ikinci cumhuriyet diye adlandırdığımız düzende galiba düzenin normalleşmesi için elinden geleni yapmak ama asla iktidar olmamaktır. Bu dönemde muhalefet partisi çıkıp gerçek anlamda mücadele etse dünyanın desteğini kazanırdı. Ama yapmıyorlar çünkü korkuyorlar. İktidardan korkuyorlar
YD: Peki sendikalar? Onların bu süreçte aldıkları tavır biraz üzücü… DİSK, KESK ve diğerleri?
M.U: Ben sendikalarla yapılan toplantılara da katıldım. Sendikalar, bir halk ayaklanması nasıl sönümlendirilir, nasıl sabote edilir, bize bunu gösterdiler! Ben bunu yüzlerine de söyledim ama daha ağır sözlerle. Siyasette şöyle bir objektivite vardır; mesela Kıbrıs halkı bir seçimle karşı karşıya kalır ve AB’yi bir çıkar olarak görür. Siyasi objektivite olarak bu böyledir. Ama bir devrimci olarak ben şunu bilirim; AB asla halkların çıkarına değildir. Fakat iki farklı anlayış düşman olmak zorunda değildir ama mesafeli olmak zorundadır çünkü objektif olarak ben çıkarı başka bir yerde görüyorum, diğer toplumsal kesim ise başka bir yerde görüyor. Mesela Kürt hareketi burada, çıkarını karizmatik bir Tayyip, güçlü bir AKP iktidarında gördü. Barış sürecini onunla yaptı, devletle yapmadı ve bu süreç içerisinde Kürt hareketinin yalpalamasının, tutarsız açıklamalar yapmasının sebebi budur. Karizması çizilen bir AKP objektif olarak Kürt hareketinin işine yaramıyor, oysa Türkiye halkının yarıyor. Sendikalarda da hakim olan anlayış, Kürt hareketinin anlayışıyla eşittir. ‘Grevimsi’ bir miting düzenlediler ve gittiler iki arabadan saçma sapan şarkılar çaldılar uzun uzun konuşmalar yaptılar. Binlerce insan alanı terk etti. Objektif olarak söylüyorum, çıkarları bugünkü eylemlerle örtüşmüyor! Yarın hesaplaşacağız ama bugün düşman olmak zorunda değiliz. Bakınız, kontrol edemediklerinden korkuyorlar. Sürekli kontrol etmek istiyorlar. Biz görüşmelerde sürekli vurguladık; ‘kontrol etmeye çalışmayın, edemeyiz küçüğüz. Doğru taleplerle yönlendirmeye çalışalım’ Bir de sendikalara özellikle de KESK’e hakim olan çizgi, Kürt siyasi hareketi çizgisidir. On gün bilemediniz bir ay sonra Türkiye sosyalist hareketinin, o hareketten nasıl koptuğunu siz de göreceksiniz.
YD: Neler değişti peki Türkiye’de
M.U: Türkiye’de değişen çok şey var. Birincisi, artık sağcı partiler de solculuk yapmak zorundadır. Çünkü bu eylemlerin temel karakteristiği solcudur. İkincisi, Kürt hareketi ‘Türkiyelileşme’ şansını yitirmiştir. Bundan sonra da siyaseten yitireceği çok şey vardır. Türkiye sosyalist hareketi bunu değerlendiriyor. Kürtleri sağcılaştırmadan AKP ile barış yapamazsınız. Ama gerçek bir barış için Türkiye toplumunu solculaştırmanız gerekir.
YD: 2011’de AKP’nin Kıbrıs’ta dayattığı ekonomik yıkım paketleri ve neoliberal politikalara karşı ‘Toplumsal Varoluş Mitingleri’ düzenlendi ve Tayyip Kıbrıslı Türklere ‘besleme’ dedi… Biz aslında, o dönem Türkiye solunun, birkaç örnek dışında, bizimle pek de fazla dayanıştığını göremedik!
M.U: Biz Kıbrıs’la ilgili şeyleri duymayalı çok oldu… Kulağımız orada değil. Kulağımız Suriye savaşında ve Kürt meselesinde. Ben bu besleme olayını ilk duyduğumda, ‘Yahu Yunanistan’a ne kadar çok benziyor. Almanlar da Yunanlılar için asalaklar dedi’ demişti. Bir ülkeyi üretimsiz kılıyorsun, zeytinyağı fabrikasına kadar kapatıyorsun sonra bu halka çalışmıyor diye asalak, besleme diyorsun! Yahu esas asalak ve besleme olan burjuvalar değil mi? Biz dünyada tek bir asalak sınıf tanıyoruz o da burjuvalar! AKP kendi kibirleri yüzünden insanları aşşağılamaya o kadar alışmış ki! Biz Türkiye devrimcileri adına özür dileriz. Bir dayanışma göstermedik diye değil, bu adamlardan her şeyi beklediğimiz için belki de bize sıradanmış gibi geldi! Sizi çok inciten ve gerçekten gurur kıran bir şey bizim tarafımızdan pek algılanamadı. Biz sizin bu kadar incinebileceğinizi düşünmemiştik. Önemsizdir diye değil! Çok uzun yıllardır Kıbrıs’la ilgili Türkiye’de bir gündem oluşmuyor. Aslında belki de AKP yüzünden, Türkiye’deki insanlar Kıbrıs Sorununu AB’ye havale ettiler. Ama bunda sizlerin de katkısı var. Ama artık hepimizin kulakları gözleri AKP’ye karşı açıldı diye düşünüyorum. Türkiye’de devrimciler yükselmeden bu sorun çözülemez. Türkiye’de burjuvazi bu sorunu bir içte bir manipüle aracı olarak kullanıyor çünkü. Bu argümanı da bırakmak istemiyorlar. Bir süredir Kürt sorununu da kullanıyor. Benzerlikler var hem de çok! Bir ezilme ve ezme ilişkisi olarak bu iki sorunu şöyle benzetebiliriz; Türkiye burjuvazisinin bir konsülasyon unsuru olarak Kıbrıs sorunu vardır ve 1960 ile 1990 arası bunu çok iyi kullanmıştır. 1990’dan sonra da Türk-Rum düşmanlığı değil, Kıbrıslı-Türkiyeli düşmanlığı yaratıyor. Ve Güney Kürdistan’da olduğu gibi, Kıbrısta’da bir kolonileştirme çabaları var. Ben Kıbrıs’a gelene kadar bilmezdim, Türkiye’nin burada bir kolonisi varmış.
Burada farkettim, Türkiye kolonist bir ülkeymiş.
YD: Peki bundan sonra ne olur? Kimileri bu hareket sönümlendi diyor…
M.U: Bu hareket çıkış noktası itibariyle bir birikimin, organize olmuş bir mücadelenin ürünü olmadığı için, bu hareket kendiliğinden ve bir anda kapaklar açıldı. Bu hareket yenilmedi! Bu hareketin yenilemeyecek bir şeyi yok ki! Argüman dosdoğru ortada! Gündelik hayata müdahale devam ediyor. Bu hareket bundan sonra daha klasik daha örgütlü bir toplamla yürüyebilir. Burada avantaj şudur; halk artık örgütlenmek istiyor. İnsanlar artık park toplantıları düzenliyor. Bu halk bir adım sonrasını düşünüyor artık. Bu yüzden de umutlu ve neşeli. Cumhuriyet mitingleri belirli bir düzeyde organizasyon sonucu ortaya çıkmıştı. Bu yüzden sönümlendi. Bu öyle değil! Bu daha başlangıç, emin olun! Ne yapabilirler? Hepimizi içeri atamazlar! Hepimizi öldüremezler! Biz faşist bir yönetime karşı mücadele ediyoruz! Ve faşizmle tartışılmaz, ancak yok edilir! Biz de yok edeceğiz. Dünyada örnekleri var! Bundan sonrası için daha umutluyum! Türkiye güzel bir ülkeymiş ve halkımız varmış! Halk halklığını hatırladı! Gerçekten ağlanacak şeyler yaşandı dayanışma anlamında! Biz şimdiye kadar kendimiz yalnız zannediyorduk. Bundan sonra sönümlenecek bir şey olabilir o da AKP iktidarı!
YD: Peki seçimlerde, sol ne yapacak? Mesela Syrizia gibi bir oluşumdan bahsedilmeye başlandı…
M.U:Seçimlerle ilgili iki şeye çok dikkat çekiyorum; Türkiye’deki demokratikleşme ya da baskıya faşizme karşı mücadele bir sandık sorununa indirgenirse eğer, vay halimize! Ama elbette ki bunun ittifaklar ve benzeri yansımaları olacaktır. Biz de birikimimiz ve siyasi yeteneğimiz ölçüsünde bu yeni olguları değerlendireceğiz. Yalnız halkımıza sandıktan önce şunu öneriyoruz; ÖRGÜTLENİN! Örgütlü bir halkı hiçbir kuvvet yenemez! Ne sandıkta ne de başka bir yerde! Mesela CHP’nin iktidara gelmesi, Türkiye’de devrimden daha zor!
YD: Bu Kıbrıs Sorunu dediğimiz, tamamen emperyalistler tarafından yaratılan şey nasıl çözülür? Türkiye neresindedir bunun?
M.U: Kıbrıs Sorunu o kadar karmaşık bir sorun ki… Birincisi, Kıbrıs’tan bütün emperyalist elini eteğini çekmeli. Kıbrıs’taki birleşmeden yana tüm partiler ve gruplar güneyde kuzeyde bir ulusal birlik veya kongre ilan edip, derhal işgalci güçleri Kıbrıs’tan uzaklaştırmalı ve tüm dinamiklerin yansıyabileceği özgür bir seçim yapılmalı. TKP’nin istediği çok sadedir. TKP Türkiye’de diğer bütün ülkeler içinde arzuladığı gibi, birleşik ve sosyalist bir Kıbrıs’tan yanadır. Kısa vadede birleşik Kıbrıs bile ileri bir adımdır. Bizim niyetimiz, asla Kıbrıs soluna akıl vermek değil! Onlar kendi dinamiklerini ve akıllarını en gelişkin bir şekilde zaten taşıyorlar. Biz sadece bir dayanışma gösterebiliriz. Kendi toplumumuzu buna hazırlarız ve iktidarı buna zorlarız. Kıbrıs sorununu bir iç politika malzemesi olmaktan kurtarırız. Çünkü bu burjuvazi için vazgeçilmez bir unsur! Kıbrıs sorunu Türkiye’deki ırkçılığı da arttırıyor.
***
YD: Bundan sonra ne yapmalıyız? Ya da birlikte yapmalı mıyız?
M.U: Bu soru çok zor! Basit gibi görünüyor ama zor! Biz çok yaklaşık gibi görünen ama aslında kültürüyle, algılarıyla çok uzak iki hareketiz. Kıbrıs solu ve Türkiye solu, yakınmış gibi algılanıyor ama kültürüyle de çok uzak iki hareket. Kıbrıs’ta yerleşik bir sol kültürü var, seküler bir yan var. Türkiye’nin çok ilerisinde bir ülke bir kere. Bizim buradan öğreneceğimiz çok şey var! Bu yaşam tarzının savunulması anlamında, Kıbrıs solu aslında bize bir şeyler öğretebilir. Birlikte yapılabilecek şey, aslında uluslararası dayanışmadan tutun da samimiyetle bir birimizin eksik ya da yanlış yanlarını eleştirmek olabilir. Ama bazı sorunlarda, objektif olarak çıkarlarımız aynı değildir. Tarihte, bütün ezilenlerin ve sömürülenlerin çıkarı ortak olsun istenir ama bazen olmayabilir. 1917 buna örnektir! İşçi sınıfının çıkarıyla köylünün çıkarı örtüşmedi, denk gelmedi.