GİDENLERİN ARDINDAN... “Mulla Hasan Dede...”
Belgin DEMİREL
Annemin yapmasını istediği bir işi babam, beklenilen zamanda yapmazsa alacağı tepkiyi öngörebilirdik, “Tembel Mulla Hasan!” diyerek, tepkisini ya da öfkesini belli ederdi annem. Tartışmalara özne olan Mulla Hasan, babamın anne tarafından dedesi idi.
SAKİN OTURUR, AZ KONUŞURDU...
Dizlikli, bıyıklı, uzun boylu, yüz hatları keskin ve ölçülü, hatta yakışıklı bir adamdı. Üç kız üç erkek olmak üzere altı çocuk sahibi olmasına rağmen, babaannemlerin evinde kalırdı. Babaannem ve büyükbabamın ayrıca evdeki bekar halamın ona hürmet ettiğini hatırlıyorum. Ayak ayak üstüne atar, sakin sakin oturur, az konuşurdu.
Bir gün babaannem, silkeleme patates hazırlamıştı. Halam, çamaşırlık ve fırının bulunduğu yarı kapalı samanlıkta taştan yapılmış ocağa varil kapağını koyup, üzerinde biddaları pişirmişti patateslerle yemek için. Tam Kıbrıslı menüsü; bidda badadez. Halam, işi bitince varil kapağını ocağın üzerinden alıp, duvara dayadığında altında biriken ve hala yanıp sönen isi bir süre seyretmek, bana hayal kurmak için bulunmaz ortam yaratmış olurdu, o isi seyretmek büyük bir zevk verirdi. Tabii az sonra masada biddayla patatesi sarıp yiyeceğimin düşüncesi de ayrı bir zevkti. Nitekim masaya oturduk. Masada amcamın çocuklarından birkaç yeğenim ve Mulla Dedem vardı.
“ÖNÜNDEN AL...”
Ortaya büyük bir çinko kap, içine de patatesler konmuştı ve pırıl pırıldılar. Gözüme kestirdiğim tabağın öbür ucundaki en güzel kızarmış patatese uzanınca, Mulla dedemin, “Önünden al!” deyişini hala hatırlar ve gülümserim. Altı-yedi yaşımda filandım. Ayrıca açtım herhalde, ama iştahlı bir çocuk olduğumu da söylemeliyim. “Önünden al!” derken, gözgöze idik. Hiçbir öfke, kızgınlık yoktu sesinde. Her hecesinde o uzun bıyığı düzgün şekilde oynuyordu yüzünün ortasında. Benim hayalimde hep öyle kaldı.
Ben sekiz yaşımda iken, Kanlı Noel olaylarının hemen akabinde, çok yağışlı ve çok soğuk bir günde öldü. Mücahitler kaldırdı cenazesini.
TEK ÇOCUKMUŞ...
Gönyeli’de soyu devam eden, “Benim 6 çocuğum, altı kese altınım var” diyen Damdelen’in torunu idi Mulla Dede. Damdelen’in dört oğlundan biri olan Mehmet Ağa’nın Goggoz Ayşe ile evliliğinden doğan tek çocukmuş. Mulla dedem küçükken, anne ile baba ayrılmış, baba Lapta’dan gelin gelen Havva Hanım ile yeniden evlenmiş, başka çocukları olmuş.
“Yağma mıydı o zaman okuma yazma bilmek!” diyor babam. Ama Mulla Dede, Kur’anı hatim edip, mulla olmuş. Ortaokula gitme hakkı kazanmış böylece. Katır üstünde bir arkadaşı ile her gün Lefkoşa’ya gitmiş, ama okula değil. Kahvede kağıt oynayıp, geri Gönyeli’ye dönmüş bir süre. Oysa evdekiler onun okulda olduğunu sanıyormuş. Sonra amcası İbrahim Ağa’nın kızı olan yeğeni Fatma ile evlenmiş, üç kız üç ekek çocuk sahibi olmuş. Gençken köy muhtarı olarak seçilmiş İngiliz Sömürge Yönetimi tarafından. O yıllarda muhtarı İngiliz Yönetimi, 4 azayı ise muhtar kendi seçermiş.
“BİRCEEZ DÖNÜM TARLA SATAR, GEÇİNİRDİ...”
“Dedemin muhtarlık dışında iş yaptığını ben hiç hatırlamam,” diye anlatır babam. “Hayatta terli gömlek çıkarmış biri değildi. Zengin Ali Amcamdan dinlediydim, bir ara beş-on keçisi varmış, birceez sene onları beklemiş. Ben yetişmedim. Nenemin babası İbrahim Ağa’dan kalan miras tarlaların birceez dönümünü satardı, öyle geçinirdi.” Evet, annemin “N’olacak Tembel Mulla Hasan!” dediği nokta buydu.
Bir defasında halamdan dinlemiştim, yıkanmayı da külfet gibi görür, sevmezmiş. “Gazanla sıcak su hazırlar, çamaşırlarını da koyardık hamama. Makul bir süre oturur, sonra suyu hamamın deliğine boşaltır, kıyafetini değişir, hamamdan çıkardı. Dutulmamış sabun koyardık, o hamamdan çıktığında sabun hala hiç kullanılmamış olurdu.”
Hatırladığımızda gülümsediğimiz böyle farklı bir kimliği vardı. 2024’ün başında 60 yıl olacak aramızdan ayrılalı. Huzurla uyusun.
Fotoğraf, soldan sağa: Goca Ömer, Mulla Hasan Dedem, Ebe Şifa’nın eşi İmam ve 74’te Gönyeli’ye atılan bombalardan eşi Fatma Nene ile elele şehit düşen Osman Buba...
“Avustralya’da göçüp giden Bilbay dayımın ardından...”
Belgin DEMİREL
Mutlu bir hayatı gözümün önüne getirmeye çalıştığımda canlandırdığım resim, çocukluğumdan beri değişmiş sayılmaz; etrafı çiçeklerle ve ağaçlarla dolu bir ev, bir duvarı baştan başa kitaplarla dolu bir oda ve o evde beni ve kardeşlerimi görünce, “N’aparsınız be gıccaccıklar’ diye kucaklayıp hoplatan dayılar. Tam altı dayının kucağında büyüdük.
KÖYÜN ZENGİNİ HACI TAHİR...
Dedem köyün zengini Hacı Tahir’in torunu Tahir Yeşilada idi. Bu yüzden evleri de büyüktü; ikisinde kuyu bulunan üç bahçeli iki hanaylı bir evdi oturdukları. Hanayın birinde büyükannemle dedem, diğerinde dayılarım kalırdı. Bizim için öbür hanay büyülü bir yerdi. İlk üç dayım evlenip, ayrıldığından dolayı Tansu, Ahmet ve en küçükleri Bilbay Dayım orada kalırdı. Sonra Tansu yüksek öğrenime gidince koskoca hanayı Ahmet ile Bilbay paylaşmaya başlamıştı.
BİLBAY DAYIM HAYLAZ ÇOCUĞU OYNARDI...
Ahmet dayım sakin, klasik müzik dinleyen, kurallara uyan bir kimlikken, Bilbay haylaz çocuğu oynardı. Kuralları çiğneyen, asi ve coşkuluydu. Sürekli parlayan gözleri ile müthiş enerjisini karşısındakine aşılayan biri. Ortak yanları, bahçe işlerindeki ve teknik konulardaki becerileriydi. Bir de bize olan düşkünlükleri. Hanayın önündeki bahçede her zaman mevsim çiçekleri ve sebzeleri bulunurdu. Hatırladığumda beni hala gülümseten bir düzenek de üretmişlerdi birlikte; bir tahtanın üzerine, içi boşaltılıp su doldurulmuş mercek yerine kullanılan bir ampül, bir de çalışır ampül koymuşlardı. sinemadan getirdikleri kopuk film şeritlerini bu ampüller aracılığıyla duvara gerdikleri çarşafa yansıtırlardı. Tek tek kareleri durağan şekilde izlediğimiz halde tam boyda film izlemiş gibi mutlu olurduk. Ahmet Dayım Roy Rogers, Clark Gable, Elizabeth Taylor gibi yıldızları bize yansıtırken ansızın Bilbay, araya memelerinin yarısını açıkta bırakan dekoltesi ile Brigitte Bardo’yu sıraya sokar, bir şamatadır çıkardı.
Belgin Demirel'in büyükannesi ve beş oğlu...
KİTAP DÜŞKÜNÜYDÜLER...
Kitap düşkünüydüler, ayrıca kitaplarını da kendileri ciltlerdi. Koskoca duvar boyu kitaplıktan 11yaşımda iken alıp okuduğum ‘Çalıkuşu’nun gri cildini hala hatırlarım. Bize okumayı, doğayı-insanı sevmeyi öğreten dayılarım, altmışlı yılların ikinci yarısında yüksek tahsil için Türkiye’ye uçtular, boşlukta kaldık, ama hep mektuplaştık.
Bir gün Bilbay Dayım, Eskişehir’de okurken tanıştığı Güzin yengemle geldi. Çıtı pıtı, pratik çözümlü, aklı biraz bulansa bile hemen olumlu düşünceye yönelen bir genç kadın. Bir süre Türkiye’de kaldılar, 70’lerin başı idi, işsizdiler. Dünyanın öbür ucuna uçtular sonra, Avustralya’ya. Seksenlerin sonunda ülke özlemi ile Kıbrıs’a kesin dönüş yaptılar. Güzel bir tesadüfle benim evimin karşısındaki apartmana yerleştiler. Hayatımın en sıkıntılı döneminde bana dayanak oldular. O haylaz genç adamın yerine, kainat üstüne felsefik konuşmalar yapan, insani değerleri kutsayan kişi gelmişti, merhem gibiydi adeta dayıcığım.
ONU KAYBETTİK...
Sonra yine ver elini Avustralya oldu.
Dün o güzel yürekli insanı oralarda kaybettiğimizi öğrendim. Haberi hazmetmekte, kabullenmekte zorlandım. Çok çok uzakta olsa da yaşıyor olduğunu bilmek yeterdi.
Saat farkından dolayı yengemi bu sabah aradım. Ani beyin kanaması geçirmiş Çarşamba gün, dün de vefat etmiş. “Martı ile ellerini tutarak veda ettik Belgin,” dedi yengem. O uzak mesafeye rağmen sesindeki kırıklığı hissettim. Sevgiliydiler.
Huzurla uyu Bilbay dayıcığım, güzel anılarımın hınzır dayısı.
KIBRIS’TA GEÇMİŞLE YÜZLEŞMEYE DAİR KİTAPLAR...
“Baf’tan tanıdığımız İlter abi, bu belgeleri saklamakla gelecek nesillere unutulmaz bir yardımda bulundu...”
Ulus Irkad
Geçtiğimiz Cumartesi günü yani 11 Kasım 2023’te MASDER’in konukları, “Bir Sır Adam” adlı kitabı hazırlayanlardı...
MASDER yetkilisi Rıfat Yalınç, her zamanki gibi sunum yapacak olanları tanıttı. Sunumu yapacak olanlar kitaptaki belgeleri toplayan ve kitabı hazırlayan Osman Yağız Kırmızı, Güven Uludağ ve Koray Özkoraltay’dı.
Koray Özkoraltay, Namık Kemal Lisesi’ni bitirdikten sonra Hacettepe Üniversitesi’nin Tarih Bölümünden mezun oldu. Güven Uludağ’la birlikte tarihle ilgili bir çok çalışması oldu. Osman Yağız Kırmızı ise yüksek eğitim almış, öğretmenlik yapmış değerli bir arkadaşımız… Sayın Rıfat Yalınç, ilginç bir soru ortaya atarak sunumculara sözü verdi;
“Belgeler okuma hızını yavaşlatabilir mi?”
KORAY ÖZKORALTAY
Koray Hanımefendi arkadaşımız ilk sözü alarak kitap içinde Mağusa ile ilgili bölümlerin olduğunu, kitabın bilimsel olmasına çalışıldığını, birşeyleri doğru öğretirken, bunun gençlere, doğru malzeme çıksın diye çalıştıklarını ve TMT’nin her zaman akıllarında olduğunu belirtti. Birileri kendileriyle konuşur mu? Bu arada bir kitabın olabileceğini tesadüfen öğrendiklerini, yaklaşık beş yıl, İlter Kırmızı’nın evinde buluşarak çalıştıklarını, bir kitabın olması için bilgilerin kaynak ve belgelerle anlatılması gerektiğini, bu kitabın da sağlam belgelerle dolu olan bir kitap olduğunu, konuşmasında belirtti.
GÜVEN ULUDAĞ DA SÖZ ALDI
Güven Uludağ, toplumca sokaklara ve tarihe yabancı olmaya başladığımızı, olayları yaşayan sıradan insanların yaşantısının kayıt altına alınmadığını, örneğin 1963 ve 1974 olaylarını yaşayan Mağusa, Lefkoşa veya diğer bölgelerde yaşayan insanların, yaşantılarının kayıt altına alınmadığını ve bunların belgelerde bulunmadığını belirtti.
Uludağ; “1963 yılında çarpışmalar başladığında Mağusa’da ne oldu? Olayları yaşayan insanlara ne oldu? Ne halde yaşadıkları da kayıt altında değil. Köylerde yaşayan insanlar, toplumun %60 veya %70’ini oluşturmaktaydı. Daha sonraları öğrencileri sözlü tarihe sokmak doğru değildi. Aslında insanlar bir şey bilmiyorlardı. Bu tip haller gizli örgütlerin olduğu durumlarda doğaldı. İnsanların bildikleri şeyler çok kısıtlıydı. Bunlarla bir sözlü tarih çalışması yapmak da çok kısıtlıydı. Bir bütünden söz etmek pek mümkün değil. Ortada farklı bir şey var. Belgelerin fotoğrafını çektik. Bu belgelerin hepsi tükenmez kalemle yazılmıştı. Bu belgelerin içinde para da söz konusuydu. Görevleri yerine getiren Barış Gücü askerlerine verilen paralar da vardı. İlter Kırmızı belgeleri sakladı. 3000 tane belgeyi fotoğrafladık. Hem de Word dosyası olarak kayıt altına aldık. Söylenen her şeyin belgesi vardı. İlter Bey, Bayraktar’ın yanında Birinci adamdı. Hiç kimse onu bilmezdi. Serdar da, Kırmızı’nın adamlarını bilmezdi. Bunların silahlarının geldiği depoyu, sadece İlter Kırmızı bilirdi. Mükemmel organize edilmiş bir örgüt vardı. Kitapta 1963 öncesi bilgiler de vardır.”
OSMAN YAĞIZ KIRMIZI’NIN SÖYLEDİKLERİ
“Güven’le liseden beri birbirimizi tanıyorduk. TMT ile ilgili yazılanlardan babam memnun değildi. Uzun yıllar araştırma içinde bulunduk. Objektif bir bakış içinde olmak istedik. Güven geldiğinde, babam bir sınava yaparak, Güven’e güven duydu. Bundan sonra “Zula’yı size açacağım” dedi. Ses kayıtlarımız var, keşke bir de kamera olsaydı. Belgesel nitelikte anlatımlar da oldu. Babamın anlattıklarını teyit de ettirdik...”
(Bir soru üzerine Uludağ, belgelerin 1958 yılından başladığını beirtti.)
Osman Yağız Kırmızı devam ediyor:
“19 defter var. 1 Ocak 1964 yılından itibaren 2 Ocak 1968’e kadar, saati saatine notlar da var. Elimizde 3000 belge var. Bu belgelerle 50 tane daha kitap çıkarabiliriz. Tarihi iyi anlatamadık. Bence tarih ne yaşandıysa odur. Babamdan TMT’nin içindeki yaşanmışlıkları dinledik. Babamı Teşkilat’a alan Salih Sertel’di. Rıza Vuruşkan başka bir kimlik altında Kıbrıs’a geldi. İş Bankası’nda çalışır görünüyordu. Türkiye’den örgütlü olarak silah getirilmesi, Karakum ve Balalan’dan oldu. Kıbrıs’ta yapılan silahların ayrı özellikleri de bulunuyordu.”
Koray Özkoraltay, Güven Uludağ ve Osman Yağız Kırmızı aslında Kıbrıs’ta şimdiye kadar yapılan en detaylı çalışmayı yaptılar. Bu belgeler Kıbrıs tarihine, birçok konuda, aydınlık getirici bilgiler verecek ve aslında çok da tartışılacak. Önemli olan farklılıklarla birlikte, çoğulcu demokrasi anlayışı içinde, bu bilgi ve belgelerin, yorumlanması, elbette tartışılması ve de bir şeffaflıkla, toplumdan da saklanmadan, toplumun önüne konması gerekiyor. Eğer bir kitap, bu kadar tartışılıyorsa, bu kitabın etkisinin, yeni olmasına rağmen, çok büyük olacağı veya olduğunu göstermekte. Ta Baf’tan, ailesini ve köyünü yakından tanıdığımız İlter abi, bu belgeleri saklamakla gelecek nesillere unutulmaz bir yardımda bulundu. Tabi ki tarihçilere de... Bu arkadaşlarımıza daha önce de teşekkür ettim, bu emeklerinden ve sabırlı çalışmalarından ve de bu aydınlatıcı ve faydalı eserlerinden ötürü tekrar tebrik ediyorum.
Unutulmasın; üzerinde çok meyvesi bulunan faydalı ağaç taşlanır. Bir kitap tartışılıyorsa çok büyük etkisi olmuştur. Bundan da gurur duymak gerekir. Tekrar teşekkürler arkadaşlar...