Gidiyorum
Yorgunum kaptan, çok yorgunum, takatsiz.
Mavi limanlar bile güldüremiyor gözlerimi artık. Göz kapaklarım ağırlaşıyor. Tükeniyorum.
Yıprandım iyice, gidiyorum artık ben. Hiç umurunuzda değil biliyorum. Henüz bitmeden daha hikâyem, göndermeye çalışıyorsunuz siz beni. Görkemli kutlamalar planlıyorsunuz benden kurtulmanın şerefine. Üzülüyorum.
Son günlerimi yaşadığım yetmezmiş gibi, bütün işlediğiniz suçları benim üstlenmemi bekliyorsunuz, tüm günahlarınızı benim boynuma asıyorsunuz. Eziliyorum.
Güzel bir yıldı diyen Facebook’a bile ateş püskürüyor insanlık. Değildi diyor, ‘Nesi güzeldi, o oldu, bu geldi başımıza 2014’te.’ Kanlı ellerinizi benim günlerim arasında yıkamaya çalışıyorsunuz, vicdanınızı haftalarımda temize çekiyorsunuz. Kırılıyorum.
Ben miyim tüm bu olanların suçlusu yani?
Takvimler beni göstermese Berkin Elvan yummayacak mıydı sanki gözlerini hayata, çocuk yaşta?
Trafolara giren kedilerin, benim günlerimin üç katı oda sahibi köşklerin vebalini nasıl benim hesabıma yazabilirsiniz ki siz?
Gazze’ye yağan bombaları bir film tadında seyretmeye giden insanları ben mi yolladım o dağlara?
Kobani’de bir bayram sabahı daha da vahşileşen katliam, yıl 2014 olduğu için mi vuku buldu sanıyorsunuz yoksa siz?
Üzgünüm ama, mistik bir şekilde gökyüzünde kaybolan uçakların suçu da size ait, vurup düşürdüklerinizin de. Hiç kaçmaya çalışmayın.
Çocuk gelinlerin gözyaşlarının sorumlusu ben değilim. Artık hepinizin normal karşıladığı aile içi şiddeti ben yaratmadım! Söylemeden geçemeyeceğim, sizin bu normalleştirdiğiniz ‘şiddetli sevme’ dürtünüz benim midemi bulandırıyor üstüne üstlük.
Bir yanda karnını nasıl doyuracağını bilemeyen, hastalıktan, açlıktan kırılan kalabalıklar, öte yanda boyunlardan, parmaklardan taşan, dökülen pırlantalar...
Benle hiç ilgisi yok, sadece ve sadece sizin kurduğunuz düzenin sonucu bütün bunlar. Buna düzen denirse tabii.
Savaşa karşı çıkan gençleri hırpalayan, vicdani retçileri kelepçeleyip zindanlara atan sizlersiniz, ben değil.
Tartışmayı bilmeyen toplulukları da ben yaratmadım. Maço kültürünüzden hele, hiç sorumlu değilim. ‘Karşılıklı acılar sarılmalı, barış ancak o zaman’ diyen, bu baskıcı rejim içinde böyle bir cesareti bulabilen yüreği ben ancak alkışlarım, ayakta!
Akdeniz’deki enerji dalaşları, savaş oyunları sizin eseriniz. Akkuyu’daki santral, Yırca’da katledilen zeytinler de öyle. Hiç bana bakmayın, tek yaptığım karşı duranlarla gurur duymak benim, belki biraz destek olmak, elden geldiği kadar.
Trafik kazalarında ‘canlar’ kaybedip, sonra sağa sola saldıran da sizsiniz, bunu düzeltmek için hiçbir şey yapmayan da! Benim yapraklarımı kana buluyorsunuz diye benim içim yanıyor, ateş düştüğü yer ile kalıyor, siz tınmıyorsunuz.
Şimdi beni yaşlı, aksi bir ihtiyar olarak resmediyorsunuz ya, karaya boyuyorsunuz ya resimlerimi, lanetliyorsunuz ya mevsimlerimi, ben kanıyorum.
Yeni gelen bebeğe umut bağlıyorsunuz, görüyorum. Beni de bu heyecanla karşılamıştınız, hatırlıyor musunuz? Çok olmadı, temiz sayfalar açmıştınız ajandalarımda, beyaz. Daha güzel, daha adil, daha yaşanası bir dünya gelecekti benimle birlikte, daha mutlu olacaktınız, gün be gün.
Öyle demiştiniz şampanya köpükleri arasında, havai fişekler aydınlatırken gök kubbeyi. Eeee, Ne oldu?
2015 yılı şimdi sihirli tarihiniz, öyle mi? Başka bir dünyayı sırtlanmış geliyor yeni mucizeniz, hep de aynı umutlarla.
Felaket habercisi demeyin de, siz değişmezseniz, biz yılların yapacak hiçbir şeyi yok insanlık için. Ben değil, bir bilgeniz söylemişti ‘Aptallığın en büyük kanıtı, aynı şeyi defalarca yapıp farklı bir sonuç almayı ummaktır.’
Artık uyansanız diyorum!
Kendi cehennemlerinizi kendiniz yaratıyorsunuz. Cennetleriniz de yine sizin elleriniz ile kurulacak, siz isterseniz eğer. Bizden birşey beklemeyin.
Hoşça Kalın!
28 Aralık 2014
Marsilya