1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. Girne, Ayyorgi ve Templos’ta kazılara devam…
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

Girne, Ayyorgi ve Templos’ta kazılara devam…

A+A-

KAZILARDA SON DURUM… KAZILARDA SON DURUM…

 

Kayıplar Komitesi Kıbrıslıtürk Üye Ofisi’nden aldığımız bilgilere göre, Kayıplar Komitesi kazı ekipleri Girne, Ayyorgi ve Templos ile diğer bölgelerde “kayıplar”ın gömü yerlerinin aranmakta olduğu kazıları sürdürüyorlar…

Girne’de eski Avrasya Oteli arkasındaki bir bölgede kazılar sürdürülüyor. Bu bölgede dört “kayıp”tan geride kalanlar bulunmuştu…

Hatırlanacağı gibi okurlarımız 2008 yılında yani bundan tam on yıl önce, bu bölgede bir toplu mezar bulunduğunu belirttikleri bilgiler vermişler ve biz de bu bilgileri Kayıplar Komitesi yetkilileri ve siz okurlarımızla bu sayfalarda paylaşmıştık…

Kayıplar Komitesi’nin bir diğer kazı ekibi Ayyorgi’de (Karaoğlanoğlu) üç “kayıp” şahıstan geride kalanların bulunmuş olduğu kazıyı tamamlamak üzereyken, Mia Milya’da da (Haspolat) 1963-64 “kaybı” bazı Kıbrıslıtürkler’in gömü yerinin aranmakta olduğu kazılar sürdürülüyor. Bir diğer kazı da Voni yani Gökhan askeri kampında devam ediyor. Templos’ta (Zeytinlik) bir dere yatağında bir kazı devam ederken, yine Templos’ta bir diğer kazı ekibi de bir başka noktada kazıları sürdürüyor.

Dikomo’da ise (Dikmen) bir şahit ve bazı okurlarımızla birlikte Kayıplar Komitesi yetkililerine gösterdiğimiz ve hakkında toparladığımız bilgileri kaleme almış olduğumuz eski pentatlon civarındaki bölgedeki kazılar da sürdürülüyor. Burada iki “kayıp”tan geride kalanlara dağınık biçimde ulaşılmaya devam ediliyor.

Bozdağ’daki (Aspro Mutti) eski mevzilerdeki kazılar tamamlanırken, Alayköy’de ara bölgede (Yerolakko) bazı “kayıp” Kıbrıslıtürkler’in gömü yerinin arandığı kazı da sürüyor.

Kayıplar Komitesi kazı ekiplerinde bulunan tüm arkeologlarımıza, şirocularımıza ve diğer çalışanlara “Çok kolay gelsin” diyoruz.

 


 

“Kayıplar Komitesi, ada çapında “kayıp” yakınlarıyla ilgili araştırma yürütecek…”

Kıbrıs Haber Ajansı’ndan Antonios Gkildakis’in dün akşam verdiği habere göre, Kayıplar Komitesi ada çağında “kayıp” yakınlarıyla ilgili bir araştırma yürütmeye başlıyor. Araştırmada “kayıp” yakınlarının ihtiyaçları değerlendirilecek.

Habere göre Kayıplar Komitesi Kıbrıslırum Üyesi Nestoras Nestoros, Kıbrıs Haber Ajansı’na yaptığı açıklamada “Kayıplar Komitesi’nin “kayıp” yakınlarına, yakınları “kayıp” olduğu andan itibaren bugüne kadar geçen sürede vermiş olduğu hizmetler” değerlendirilecek. Araştırma aynı konuda devletin nasıl bir hizmet vermiş ve vermekte olduğunu da değerlendirecek.

Nestoras Nestoros açıklamasında “Bu ilk kez oluyor, daha önce böyle bir araştırma yapılmadı, ne Kayıplar Komitesi, ne de Kızılhaç tarafından” diye konuştu.

Nestoros, araştırmanın ilk bölümünde “kayıp”ları bulunmuş ve defnedilmek üzere kendilerine iade edilmiş olan “kayıp” aileleri üzerinde duracaklarını, bundan sonraki aşamada ise “kayıplar”ı henüz bulunmamış olan ailelerin durumunu değerlendireceklerini belirtti. Nestoras Nestoros “Bu iki farklı kategorideki “kayıp” yakınları, oldukça farklı deneyimlerden geçmektedirler” diye konuştu.

Kayıplar Komitesi’nin pek yakında Kıbrıs Cumhuriyeti’nde bu araştırmayı yürütmek üzere Kıbrıs Üniversitesi’yle bir anlaşma imzalayacağını, benzer bir araştırmanın Kıbrıs’ın kuzeyinde de yapılacağını belirtti.

Nestoras Nestoros, bu araştırma sonuçlarının gelecekte gerek Kayıplar Komitesi’nde, gerekse ilgili otoriteler düzeyinde değerlendirilebileceğine işaret etti.

KAYIPLAR KOMİTESİ BUENOS AİRES YOLCUSU…

Kıbrıs Haber Ajansı’nın haberine göre Kayıplar Komitesi’nin her üç üyesi de gelecek hafta Buenos Aires’e giderek “Arşivler ve İnsan Hakları: Demokrasiyi güçlendirmek için gündem” başlıklı uluslararası bir konferansa katılacaklar.

14-16 Mart tarihlerinde Arjantin’de yapılacak konferansı, Arjantin İnsan Haklarının Geliştirilmesi için Uluslararası Merkez ile İsviçre’den Swisspeace Enstitüsü ve Kolombiya’dan Tarihsel Bellek Ulusal Merkezi ortaklaşa düzenliyor.

Buna göre Paul Henri Arni, Gülden Plümer Küçük ve Nestoras Nestoros 15 Mart’ta yapılacak ve “İnsan hakları arşivlerine ulaşım” konulu atölye çalışmasında bir sunuş yapacaklar.

Nestoras Nestoros, yaptığı açıklamada bu atölye çalışmasında Kıbrıs’taki arşivleri nasıl değerlendirdiklerini, ne tür bir yöntem kullandıklarını ve gelecekte neler yapacaklarını anlatacaklarını söyledi.

Nestoros, “Ülke içindeki arşivleri değerlendirmeleri sonucunda kayıpların yarısından fazlasını bulabildiklerini, şimdi ise üçüncü taraflar ve uluslararası  örgütlerin arşivlerinden yeni gömü yerleri bulmak için çalışmakta olduklarını” aktardı.

Konferansı organize edenler, büyük insan hakları ihlallerine ilişkin arşivlerin siyasi geçiş süreçleri ve demokrasinin güçlendirilmesi için yaşamsal olduğuna işaret ediyorlar… Buna göre bu tür arşivler, dokunulmazlıklara karşı hukuksal mücadelede kanıt olarak önemli bir rol oynuyor…

(Kıbrıs Haber Ajansı’ndan derleyip Türkçeleştiren: Sevgül Uludağ).

 


 

BASINDAN GÜNCEL… BASINDAN GÜNCEL…

 

“Ermeni Soykırımı’na tanık olan Yahudiler…”

Serdar Korucu

İsrail Meclisi Knesset, Ermeni Soykırımı yasa tasarısını reddetti. Bu kararla İsrail hala resmen tanımasa da, Ermeni Soykırımı sürecine şahit olan, durdurmak isteyen ve sonrasında yaşananları dünya kamuoyunun gündemine taşıyan isimler arasında çok sayıda Yahudi bulunuyor.

Ermeni Soykırımı’nın daha başında bu sürece tepki gösteren isimler arasında dönemin ABD Büyükelçisi Henry Morgenthau vardı. Anılarının İngilizce aslı 1918’de yayımlanan, 2005’teyse Attila Tuygan tarafından Türkçeye çevrilip Belge Yayınları tarafından “Büyükelçi Morgenthau’nun Öyküsü” adıyla basılan kitabında anlatan Morgenthau, soykırım sürecine engel olmaya çalışıyordu. Bu kapsamda en önemli temaslarından birini Osmanlı’nın Dahiliye Nazırı Talat Paşa ile yapıyordu.

“Sen Yahudi’sin, Ermeniler Hıristiyan”

Kitaba göre, Talat Paşa’yı Morgenthau’nun görüşmelerinde sık sık Ermenilerin durumunu gündeme getirmesine tepki gösteriyordu. Bu çıkışlarından birinde, ABD Büyükelçisi’ne Yahudi kimliğini hatırlatarak şöyle diyordu:

“Ermenilerle niçin bu kadar alakalısın? Sen bir Yahudi’sin; bu insanlar Hıristiyan. Müslümanlar ve Yahudiler daima ahenk içinde olmuşlardır. Biz buradaki Yahudilere iyi muamele ediyoruz. Hiç şikayetiniz var mı? Niçin bu Hıristiyanlara bildiğimizi yapmamıza müsaade etmiyorsunuz?”

ABD Büyükelçisi’nin ise yanıtı net olacaktı:

“İdrak edemiyorsun galiba. Ben burada Yahudi değil, Amerikan sefiriyim. Benim memleketimde 97 milyondan fazla Hıristiyan, 3 milyon kadar Yahudi var. Yani en azından sefir sıfatımla yüzde 97 Hıristiyan’ım. Lakin mesele bu değil. Ben sana bir ırk veya din namına değil, beşeriyet namına istirhamda bulunuyorum.”

Naziler yükselirken Musa Dağı’nda 40 gün

Soykırım sürecinde en büyük direnişlerden biri olan Musa Dağı Direnişi’ni de dünyaya duyuran Avusturya vatandaşı Yahudi yazar Franz Werfel’di. Werfel’in bu konuya ilgi duymasının nedeni ise Alma Mahler ile 1929’da Şam’a yaptıkları bir seyahatti.

Kocaman gözleri ve El Greco’nun yapıtlarını andıran yüzleri ile halı dükkanında çalışan çocukları farkeden çift, işyeri sahibiyle konuşuyordu. Franz Werfel “Ne garip çocuklar bunlar” demesi üzerine, işyeri sahibi onların Türkler tarafından öldürülen Ermenilerin çocukları olduğunu söylüyordu. Alma Mahler’in anlatımına göre ikili için artık hiçbir şey önemli ya da güzel görünmeyecekti.

Werfel Fransız belgelerinde Ermenilerin başına gelenleri araştırmaya başlayacaktı. Mahler’in ifadesiyle aldıkları belgelerde aktartılanlar “duydukları en korkunç hikayelerden bile kötü”ydü. Günler geçtikçe Franz Werfel’in aklına daha çok takılıyordu Ermenilerin yaşadıkları. Mahler’in anlatımına göre, Werfel bunu düşünmek istemese de bir şey onu bırakmayacak, sonunda o da yazacaktı. Temmuz 1932’de başlayan yazım süreci Mart 1933’te tamamlanıyordu. Kitap yayımlandığında büyük yankı yaratacak, etkisi Almanya’yı da sardığında Türkiye Nazi hükümetinden eserin yasaklanması isteyecek ve talebine olumlu yanıt alacaktı. Fakat “Musa Dağı’nda 40 Gün” yazarının başyapıtı olmuştu bile…

Soykırım teriminin yaratıcısından 1915 hatırlatması

Ve soykırım olarak nitelenmesinde en önemli çıkışlardan biri, bu terimi yaratan Polonyalı Yahudi hukukçu Raphael Lemkin’den gelecekti. Lemkin’in süreçle ilgilenme nedeni, 1921’de Soğomon Tehleryan’ın Talat Paşa’yı vurmasıydı. Lemkin, Talat Paşa’nın eylemleri nedeniyle yargılanıp yargılanamayacağını profesörlerinden birine soracaktı. Aldığı yanıtsa olumsuzdu:

“Bir kümes tavuğu olan bir çiftçi düşünelim. Adam tavuklarını öldürsün çünkü işi bu. Eğer sen müdahale edersen başkasının hanesine tecavüz etmiş sayılırsın.”

Bu cevap Lemkin’i şok ediyordu: “Ama Ermeniler tavuk değil ki!”

Lemkin’e göre hocasının yanıtı bir anlam taşımıyordu. “Tehleryan’ın bir kişiyi öldürmesi suç ama zalimin bir milyondan fazla insanı öldürmesi suç değil! En büyük tutarsızlık burada.”

Otobiyografisinde de not ettiği gibi Raphael Lemkin egemenlik hakkının milyonlarca masum insanı öldürme hakkı olduğuna inanmıyordu.

Aradan geçen zamanda, II. Dünya Savaşı onun ülkesi Polonya’yı da kapsayacak, soykırım sürecinde Yahudi oldukları için ailesinden 50 kişiyi kaybedecekti.

1944’te yayımladığı kitabı “İşgal Altındaki Avrupa’da Mihver Egemenliği”nde yaşanan suçun adını koymuştu: Soykırım. Dilbilim öğrencisi olduğu günlerine dönüp Tevrat okumalarındaki “adlandırmanın gücü”nden etkilenen Lemkin bu kelimeyi yaratmıştı. Yunanca ırk, soy anlamına gelen genos ve Latince öldürmek demek olan cide kelimelerinden…

1949’da CBS’e verdiği röportajındaysa Raphael Lemkin, bugün her ne kadar parlamentoların gündeminde soykırım denilip denilmemesi tartışmaya açılıyor olsa da, terimi yaratan kişi olarak soykırım ifadesinin Ermenilerin yaşadıklarını da kapsadığını net bir dille ifade edecekti:

“Soykırım ile ilgilenmeye başladım çünkü birçok kez gerçekleşti. Önce Ermenilerin başına geldi, ardından da Hitler harekete geçti.”

(Fotoğraf: Near East Museum arşivi…)

(BİANET.ORG – Serdar Korucu – 3.3.2018)

 

 

 

Bu yazı toplam 1885 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar