1. YAZARLAR

  2. Dilek Karaaziz Şener

  3. GİRNE GÜZEL UYANSIN
Dilek Karaaziz Şener

Dilek Karaaziz Şener

GİRNE GÜZEL UYANSIN

A+A-

Birçoğumuzun, “Girne” diyerek, başlayan özlemle, anıyla, mutlulukla, hüzünle kısaca yaşanmışlıklarla dolu dolu, pek çok cümle yazabileceğini biliyorum.
Kimimiz Girne’de doğdu; kimimiz 1974 sonrası Girne’ye göç etti.
Kimimizin çocukluğunun, kimimizin gençliğinin, kimimizin ise hayatının son deminin geçtiği yer oldu. Yaşamöyküleriyle dolu bu küçücük kentten bahsederken, geçmişin “anı/ları”nın, Girne’nin bugününü yaşayan bizlere, “yükü ağır mirasçılar” sıfatını verdiğini söylemeliyim.
Böyle baktığımda bizim nesil için Girne’nin tarihinin “1974 öncesi ve sonrası” diye iki farklı zaman diliminde, önem kazandığını görerek biraz duraksıyorum.
Neden mi? Çünkü hepimiz için birçok anıyı barındıran bu küçük kasabanın tarihinin M.Ö. onuncu yüzyıla kadar ulaşmasının ötesinde, en belirgin gerçeği, 1974 sonrasında yaşanan hızlı dönüşüm ve değişimde, her öyküye dokunduğumuzda burnumuza tüten yaseminlerin her geçen gün biraz daha azalmasına tanıklık edilen bir “umarsız an” yaşamına sürüklenmemiz.
Akalar, Persler, Haçlı Seferleri, Lüzinyan egemenliği, Ceneviz saldırıları, Venedik kontrolü, Osmanlı Dönemi ve İngiliz sömürge yıllarını kronolojik olarak sıralayıp, elimizde tarih bilgilerimizle çektiğimiz fotoğrafa baktığımızda, her dönemin, Girne üzerinde bir “iz” bıraktığını söylemek mümkün… İzler, manevi anlamda, anı dediğimiz kolektif belleğin oluşumunda büyük rol oynamakla birlikte, maddi izlerin de Girne’nin siluetinin biçimlenmesinde önemli olduğunu söylememe gerek yok!
Girne kalesi, Antik liman, Baldöken Mezarlığı (Baldaken), camiler, kiliseler, manastırlar ve daha niceleri…
Özellikle limana inen daracık yollarda adımınızı attığınız her taşta,  elinizi uzatıp duvarlarına dokunduğunuz her binada bir ize rastlamak mümkün… Kültürel farklılıkların telkari inceliğindeki çizgilerini duyumsayarak, M.Ö. 10. yüzyıldan bugüne, tıpkı bir film şeridi gibi -eğer tarih bilgilerinize güveniyorsanız ve de tarafsız/bireysel düşünce analizleriyle objektif bakabiliyorsanız- bu küçük kasabanın tarihini, sadece kırılma noktalarıyla değil, her küçük zaman diliminin gizemleriyle düşlerinize taşıyabilirsiniz.
Sözü toparlayacağım ve esas konuya geçeceğim. Bu, ne bir özlem yazısı, ne de “hasretinden prangalar eskittim Girne” diyerek söze başlanacak tutkulu (tutuklu), geride kalan, sokaklarındaki ayak izlerinde kaybolan ve yeniden denizden esen rüzgârla ortaya çıkıp, sonsuza savrulan bir aşk hikâyesi yazısı… Yazı, az önce şöylece bir vurgulanarak hepimizin Girne tarihi ve anılarındaki 1974 sonrası sürecin kısa bir öyküsü… Öykünün duygusal sınıflandırmasını okuyucuya bırakıyorum. İster “Hüznün Şehri Girne” isterse de “Kaybolan Girne” başlıklarıyla taçlandırın size ait yazıyı; bu yazı, naçizane benim için “değişimin çanlarının” tarihi doku adına, ciddi boyutlarda ve yerine konulamayacak tahribatlarla geç kalındığının kısa bir özetinin vurgulandığı, gerçekliğin çuvaldızını tenime oradan da kalbimin derinliklerine batırdığım, geç kalınmış bir yazı…
Son zamanlarda basın yoluyla takip ettiğim Girne’nin değişen çehresine ve yitirilen/yitirilmeye ramak kalmış tarihi dokusuna dair yazılara odaklandım. Girne Limanı Mendireği, Archangelos Michael Kilisesi Çan Kulesi ve daha öncelerde Bellapais Manastırı’nın tam kalbine, atar damarına inşa edilen ve yargı yoluyla bugünlerde yapımı durdurulan arıtma tesisi… Değişen sokaklardan, tanınmayacak hale gelen bina dokusundan, her geçen gün biraz daha yükselen Girne’den de söz açmaya kalkarsak sanırım lafın ucunu ve bucağını, yazının ait olduğu köşenin sınırlarından dolayı, toparlamakta güçlük çekeceğim. Söz bile toparlanamazken, birileri çıkıp da bana gerçek anlamda şu soruların yanıtını verebilir mi?
-Girne, 1974 sonrasındaki bu mısır patlağı gibi dönüştüğü amorf yapılaşma, tarihi dokunun tahribatı ve engellenemeyen ve gecelerine damga vuran aşırı gürültü kirliliği, sokaklarındaki “göç” adı altında kısa sürede bir güruha dönüşen kalabalıklığıyla nereye gidiyor?
-Tarihin bir tür geçişi olarak tanımlayabileceğimiz 1974 ve sonrasının bugüne uzanan öyküsünde geleceğe dair “iz” kalacak diyebileceğimiz bu küçük kasabaya dair bir şeyler var mı?
-Eskiden sokaklarının, taşlarının, ağaçlarının, kıyılarının, küçük binalarının arasında günlerce yürüdüğümüz, asırlarca gezindiğimiz Girne’den geriye ne kaldı?
-Mendireği başköşeye alalım, sorunun çözümleneceğine umutlanalım ve şunu da soralım: Antik Limanı küçük bir koya dönüştüren, kısacık boylarıyla Akdeniz’in sınırsız ufkuna “özlem” denilen şeylerin anlamıyla bakan binaların “kader” denilen terk edilmişlik öykülerine dokunup yeniden yaşama kazandırabilecek bir sihirli değnek var mı?

Soruları uzatmayacağım.
Kısaca “tehlike çanları”nın çaldığı gerçeğini görmenin zamanı geldi.
Evet, yeri gelmişken ve söz gerçeğe toslamışken soralım:
“Çanlar kimin için çalışıyor?”
Sorunun yanıtını vermek adına, yazılı tarih sayfalarını tarar gözle bakmak yeterli Girne’ye…
Italo Calvino’nun da dediği gibi: “Kent düşünmen gereken her şeyi söyler, kendi sözlerini yineletir sana…”
Dün yapardı göçüp sonsuzluk diyarında gezinenler… Her Pazar aileler, Girne Limanı’na gider, sahilde dolaşır, mendirekten Akdeniz’in ufkuna dalar ve hayaller kurardı.
Bugün günlerden Pazar…
Yine gidelim. Sahip çıkmak adına… Tüm yalnızlığının harabelerinden gülümseyecektir Girne…  Zamandan kopuş göstergelerinin kabuğunun altından, dünde nasılsa bugünde de aynısını olmak isteyeceğini fısıldayacaktır size…
Bırakın, bulutların koşturduğu bir gökyüzü açılsın hayallerinizin üstüne…
Her şeye rağmen yine de güzel uyansın Girne…
***
Bu Pazar gününde limana gidin, derim. Bir avuç yasemin doldurun ceplerinize…
Yaseminin kokusunu, Akdeniz’in tuzunun tadını, her bir bulut tanesi, taa oralardan buralara, Ankara’ya bana getirecektir sizlerle…
Mutlu Pazarlar…

Bu yazı toplam 3128 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar