Girne’nin hali, memleketin aynası…
Aslında Girne’nin hali memleketin halini yansıtıyor… Rant kavgası, plansız-programsız ve aşırı betonlaşma, derelerin işgali, kapanan su yolları Girne’nin en ufak bir yağmurda seller altında kalmasına neden oluyor. Memleketin hali de o değil mi? Bir hayli hesapsız kitapsız işler, yarını düşünmeden bugünün kârını elde etmek…
Tabii ki Girne Belediye Başkanı Nidai Güngördü’nün dediği gibi Girne’deki sorun birkaç yılın sorunu değil, yılların sorunudur. Tabii ki betonlaşma, dere işgalleri birkaç yıl içinde yapılmış değil, daha önceki senelerden gündeme gelen konular… Ama arzu edilirdi ki gelen belediye başkanları seçildikleri yeri daha iyi koruyabilsinler… Çıkan yasalara, çıkarılması düzenlenen yeni tüzük ve emirnamelere karşı dik durabilsinler, kendisine oy verenlerin neden oy verdiklerini iyi analiz yapabilsinler ve o halkı arkalarına alarak o beldenin mahvını engelleyebilsinler.
Ne yazık sadece Girne için söylemiyorum, belediye başkanları bazı çıkar gruplarının baskılarına karşılık veremiyorlar ve teslim oluyorlar.
Elbette ki o çıkar gruplarının baskıları sadece belediye başkanları üzerine değil, öncelikle hükümetten başlıyor zaten… Hükümet, rant uğruna o grupların baskısı altına giriyor, bazen de baskıdan öte ortak oluyorlar ve ilgili daireler ve belediyelere yansıyan uygulamalarla ortaya işte bugün yine yaşadığımız Girne’deki gibi manzaralar çıkıyor.
* * *
Hangi senelerde yazmaya, sorgulamaya başladık hatırlamıyorum ama net olarak hatırladığım bir olayı yine hatırlatmakta fayda var;
Girne’de bir gökdelen yapılması düşünülüyordu. Yine Türkiye’den bir yatırımcının Girne’nin orta yerinde bir gökdelen yapacağı duyulmuş ve Girneli ayaklanmıştı. O zaman hükümette yine UBP vardı. Başbakan’ın Derviş Eroğlu olduğunu hatırlıyorum. Girne’de kat sınırı var, emirnamelere uyum sağlamaya çalışılıyordu.
İşte öyle bir ortamda, halk da isyan edince UBP hükümeti “madem öyle, gökdeleni iptal ediyoruz ama isteyen 10 kat yapabilir” kararı almıştı. Belki de gökdelen şimdiki durumu hazırlamak için bir yemdi… Ne olduysa o zamandan sonra oldu. Zaten yer yer başlayan dere işgalleri, yeşil alanların yok edilmesi ve yine hesapsız kitapsız yapılan çevre yoluyla birlikte Girne’ye olanlar oldu.
* * *
Girne’de büyük canavarlar gibi her sokaktan çok katlı binalar çıkmaya başladı. Açılan çevre yoluna doğru Girne büyüdü, sağa sola yayıldı. Büyürken, betonlar çıkarken tabii ki ne dere, ne suyolu, ne kanalizasyon, ne park yeri, ne yol, ne çöp düşünüldü. Çok bina, çok kat, çok insan gelişme olarak görülürken insanın çağdaş yaşayabileceği bir yerin nasıl olması gerektiğini hesaplamak kimsenin aklına gelmedi. Belki de hesaplamak kimsenin işine gelmezdi.
Böyle bir hesap elde edilecek rantın kaybedilmesi demekti.
Şimdi her yağmurun ardından ağlıyoruz, “derelerin içine bile bina yapıldı” diyoruz ama kime! O izinleri veren gene biziz, “sen de yap, sen de çık” diyen biziz… Derdimizi kime anlatmaya çalışıyoruz ki!
Ben “ne güzel yağmurlar yağıyor, umarım suyolları tamamdır da toprak doyduktan sonra kalan su göletlere gidip göletleri dolduruyordur” beklentisi içindeyken suyun nereye gittiğini gördük; Gidecek yeri olmadığı için önüne geleni aldı, sonra denize akıp gitti.
Bir kere daha yazıklar olsun!..
Eğreti fener
Girne’deki fırtına mendirek ucundaki feneri devirmişti… Tarihî fener yıllara meydan okuyarak ayakta dururken çağdaş dünyanın! yeni feneri tepetaklak oldu. Demek ki tarihî de olsa, eski de olsa, o kalelere, surlara, binalara ve altyapıya baktığımızda demek ki eskiden daha ciddi bir mühendislik vardı… Belki sağlam yapı yapmayanların kellesi gideceği için herkes işini ciddiye alırdı. Tabii ki şimdi de ‘kelle gitsin’ diye yazmıyorum ama devrilen feneri incelediğimizde ve fenerin oturduğu çimento kalıbın altına baktığımızda onu sabitleştirecek, bir fırtınaya karşı koruyacak bir bağlantı göremiyoruz. Çimento kalıp, mendireğin ucundaki kayaların üzerine öylesine yerleştirilmiş, onun üstüne de fener oturtulmuş. Herhalde o yapı olmayan yapının fırtınalara dayanması beklenemezdi. Kaldı ki bundan önceki fenerin de başka türlü bir yıkılma yaşadığını ve yerine şimdi yıkılan fenerin yapıldığını hatırlıyoruz. Umarım şimdi yenilenecek olan fener de yine eğreti durmaz.
ANALİZ
Mutluluk nedir ki!
Galiba mutluluğun kriterleri değişti. Eskiden huzurlu, paylaşımlı, sevgi dolu dostluklar yerini artık mevkiye ve bol paraya bıraktı. Bunlar da yoksa mutluluğun bir resmi var artık… Aptal olmak, hiçbir şeyle ilgilenmemek, hiçbir şeyden anlamamak. Böyle olunca insan mutlu oluyor. Ama bu durum eskiden de vardı galiba… Demek ki mutluluk için çok uğraşmaya değmez. Aptala yat, tamamdır!
GÖRÜŞ
Yeni yıl
Türk ve Müslüman dünyasında bir korku vardır! “Yeni yılı kutlamak Hristiyanların işidir” korkusu veya çekincesi… Yeni yılın İsa’nın doğumu olduğu düşüncesiyle “İsa’nın doğumunu kutlarız” endişesi… O yüzden de yeni yılı kutlamak Müslümanlığa aykırı olarak algılanır. Oysa ki İsa’nın doğumu 25 Aralık olduğuna göre biz 31 Aralık gecesi yeni bir yılın mutlu, sağlıklı geçebilmesi ve Kıbrıs için uzun yıllardır barış gelmesini dilediğimiz bir gece olarak kutluyoruz. Kaldı ki bütün dünyanın kutladığı güzel bir olaya ortak oluyoruz. Ne güzel bir paylaşım…
Küçük bir kıvılcım, yangına sebep olur.
DANTE
Koca selleri meydana getirenler, küçük dereciklerdir.
SHAKESPEARE