“Gitme baba, bizimle kal…”
1974’te savaşta yaşamını yitiren, sonra “kayıp” edilen ve sonunda Tekke Bahçesi’nde beş kişilik bir toplu mezarda gömülü olduğu Kayıplar Komitesi kazılarında ortaya çıkan “kayıp” İsmail Bekir’in biricik kızı Ülfet Canseç, geçtiğimiz Cuma günü Kayıplar Komitesi’nin laboratuarındaydı, annesi, kardeşleri, yakınları, dostları ve bizimle birlikte…
Bu noktaya varabilmek için yıllarca mücadele etmişti Ülfet Canseç, babacığının nereye gömüldüğünü bulabilmek için annesi ve kardeşleriyle birlikte çalmadık kapı bırakmamıştı…
Ara bölgede, Lefkoşa Uluslararası Havaalanı yakınında, Birleşmiş Milletler denetimindeki bir alanda bulunan Kayıplar Komitesi Laboratuvarı’nda babasından geride kalanları görmek, arkeologların, antropologların, genetikçilerin ve bilim insanlarının gerek kazı hakkında, gerekse kalıntılar bulunduktan sonra yaşanan analiz ve DNA sürecini anlatmalarını dinlemeye gitmiştik…
Kayıplar Komitesi, her bir “kayıp” bulunduğu zaman önce komitenin psikoloğu Ziliha Uluboy, o “kaybın” yakınlarını ziyaret ederek, o “kaybın” bulunduğuna dair haberi veriyor.
Ardından aileyi – isterlerse – Kayıplar Komitesi laboratuarına davet ediyor.
Onları Kayıplar Komitesi Kıbrıslıtürk Üye Asistanı Mine Balman ve ekibi karşılıyor…
Burada kazıyı yürüten bir arkeolog, kazı hakkında aileye fotoğraflarıyla birlikte kazı sürecini, “kayıp” şahsın nerede ve nasıl bulunduğunu anlatıyor.
Ardından bu “kayıp” şahıstan geride kalanların laboratuvarda nasıl bir analizden geçmiş olduğunu bilim insanı İstenç Engin aileye ayrıntılı biçimde aktarıyor, sorularını yanıtlıyor.
Onun ardından genetik uzmanı Gülbanu Gökbulut, DNA analizi ve DNA testleriyle kimliklendirme sürecini anlatıyor…
Ve en sonunda da laboratuvarda görevli antropolog (Sinem Hoşsöz veya Emine Çetinsel olabilir – o “kaybı” kim incelemişse, o bilgi veriyor), “kayıp” şahsın yan odada bir masa üzerine dizilmiş bulunan kalıntıları hakkında ayrıntılı bilgi veriyor – örneğin kurşun izi var mı, kemiklerde kırık var mı, eğer kemiklerde bir iz varsa bunlar ölüm anında mı yoksa sonrasında mı oluşmuş gibi konularda ayrıntılı bilgiler veriyor, ailenin sorularını yanıtlıyor.
"kayıp" İsmail Bekir'in kızı Ülfet Canseç, Boğaz'daki cenaze töreninde... FOTO: TAK
“Kayıp” şahsın kalıntılarının bulunduğu masadan ayrı başka bir masada, bulunduğu zaman üzerinden çıkmış olanlar sergileniyor.
Bunlar örneğin çoraplar – naylon olduğu için yıllarca bozulmadan kalıyorlar – veya gömlek düğmeleri, ayakkabılar, kemerler, saatler olabiliyor.
“Kayıp” şahsın ailesi bunları defin günü alıp saklayabiliyor veya Kayıplar Komitesi yetkililerine bunların da küçük tabut içine konarak “kayıp” şahsın kalıntılarıyla birlikte defnedilmesi talimatını verebiliyor.
Buna “Görüş” diyorlar, yani “kayıp” şahsı, defnedilmeden önce görme şansı…
Kimi aileler, laboratuvara gitmemeyi ve “kayıp” sevdiklerini hayallerindeki gibi yaşatmayı, ondan geride kalanları görmemeyi tercih ediyor.
Kimi aileler ise laboratuvara giderek burada sevdikleri “kayıp” şahıstan geride kalanları görmeyi, onunla vedalaşmayı çok istiyor.
Bazı aile bireyleri, laboratuvara gitseler bile, yan odaya geçip masa üzerine dizilmiş “kayıp” şahıstan geride kalanları görmemeyi tercih ediyor – o zaman onlar ilk odada kalabiliyor, başka aile bireyleri ikinci odaya girerken…
İkinci odada, büyütülüp çerçevelenmiş “kayıp” şahsa ait bir fotoğraf duruyor başka bir masada ve bir vazo içerisinde beyaz çiçekler…
Bu en hassas süreç bir “kayıp” ailesi için ve bununla yüzleşmek oldukça zorlu bir süreç…
Bu süreçte Kayıplar Komitesi’nin yetkilileri ve bilim insanları son derece saygılı davranıyorlar – ailelerin acılarını paylaşıyorlar, sürecin saygın biçimde ilerlemesini sağlıyorlar…
ÜLFET CANSEÇ’İN DAVETİ…
İşte geçtiğimiz Cuma günü yani 13 Ekim 2017’de, “kayıp” İsmail Bekir’in kızı Ülfet Canseç’in daveti üzerine onlarla birlikte laboratuardaki bu görüşe ben de katılmıştım. Buraya ilk gidişim değildi – daha önce de “kayıpları”nın bulunmasına yardım etmiş olduğum başka bazı aileler beni bu görüşlere davet etmişlerdi ve onlarla birlikte laboratuvara gitmiştim…
Kermiya geçiş noktasının yanındaki bir kapıdan giriliyor ara bölgeye – bunun için aile önceden Kayıplar Komitesi’ne bu görüşe kimlerin gideceğini isimleri ve kimlik numaraları ile birlikte araç plakalarını da gönderiyor. Askeri makamlar kapıyı açarak kimi zaman iki, kimi zaman üç araba içindeki “kayıp” yakınlarını askeri bölgeye alıyor, kimlikler ellerindeki listeden kontrol ediliyor, askeri bölgeye girilmiş olduğuna dair bir deftere imzalar atılıyor (aynı şey askeri bölgeden çıkışta da yapılıyor), sonra bir askeri araç eşliğinde, askeri bölgeden geçilerek ara bölgeye, Birleşmiş Milletler denetimindeki bölgeye giriliyor. Buradan itibaren Kayıplar Komitesi’nin laboratuarındaki bir bilim insanı, kendi arabasıyla “kayıp” yakınlarına rehberlik yapıyor ve laboratuvara varılıyor…
ÜLFET CANSEÇ’İN GÖZYAŞLARIYLA KARIŞIK SEVİNCİ…
Tüm bu süreçleri Ülfet Canseç, kardeşleri Aysan ve Ayhan İsmailoğlu ve anneleri Fatma Hanım’la – ve diğer yakınlarıyla – birlikte yaşıyoruz Cuma günü… Kayıplar Komitesi’nin bilim insanları tarafından bilgilendirildikten sonra ikinci odaya geçip “kayıp” İsmail Bekir’den geride kalanları görmeye giriyoruz…
Ülfet Canseç “Babacığım, babam” diyor ve masada yatan babasından geride kalanlara sarılıyor, onu öpüyor…
43 yıl aradan sonra babasına kavuşmanın çok büyük sevincini, çok büyük coşkusunu ama aynı zamanda çok korkunç acısını da yaşıyor: Babası sağ değil, ona sarılamaz, saçını okşayamaz, elini sıkamaz, ona yanıt veremez… Herkes ağlıyor, herkes gözyaşları içinde, “kayıp” olmaktan çıkıyor İsmail Bekir, somut bir biçime ulaşıyor, işte burada, laboratuvarda, bu masada yatıyor…
Sanki bir silah onu taramış 1974’te, vücudunun üst kısmını – her iki omzundan da vurulmuş, göğsünden de…
Belki de kan kaybından vefat etmiş…
Bilim insanı Sinem Hanım, omurlarına bakarak hayatı boyunca İsmail Bey’in ağır işler yaptığına işaret ediyor…
Gündüzleri Su İşleri Dairesi’nde demircilik yapıyormuş, geceleri Alasya Lokantası’nda eniştesine yardım ediyormuş… Eniştesininmiş bu lokanta… Ailesini geçindirmek için canla başla çalışıyormuş…
1974’te savaş patlak verdiğinde yeşil cellabiyasını giyip gitmiş Boğaz’da bağlı olduğu birliğe… Bir daha geri dönememiş…
Geriye dönüşü işte bu masa üzerinde oluyor, bir savaş kurbanı olarak, Tekke Bahçesi’nde yıllarca başka bir isim altında beş kişilik bir toplu mezarda yatmış ve şimdi işte burada, evlatları ona dokanıyor, oğlu Aysan elini babasının elinin üstüne koyuyor, elleri aynı büyüklükte… Büyük bir sevecenlik, olağanüstü bir özlem, küçücük yaşta yitirmiş oldukları biricik babalarına ancak bu laboratuar masasında kavuşmanın trajedisi… Ama burada da o büyük sevgi her şeye baskın çıkıyor… Burada yatan ürkülecek, çekinilecek bir iskelet değil: Burada yatan onların çok ama çok sevdikleri biricik babaları… Yıllardır yolunu beklemiş oldukları “kayıp” babaları…
Yan masada iki çift çorap var…
Oğlu Aysan, “Herhalde bunları üst üste giydiydi, çizmeler ayağını kesmesin diye” diyor…
Bir iç çamaşırı var, bu da naylon olduğu için dayanmış…
Kırık bir kol saati var masada… Mezardan çıkmış ama ona ait olup olmadığı belli değil…
Lacivert bir yağmurluk, muşammadan – herhalde bunun içine sarılıp defnedilmiş…
DEVAM EDECEK
Kördemen’de kalıntıları bulunan “kayıp” sayısı dörde çıktı…
Kayıplar Komitesi’nin Kördemen’de (Kondomenos-Kılıçarslan) askeri bölgede yürütmekte olduğu kazılarda kalıntıları bulunan “kayıp” Kıbrıslırumlar’ın sayısının dörde ulaştığı öğrenildi.
Kayıplar Komitesi Kıbrıslıtürk Üye Ofisi’nden edindiğimiz bilgilere göre, Kördemen’deki kazılar sürdürülürken, Mora’da da (Meriç) de iki ayrı ekip kazılara devam ediyor.
Gerek 1963, gerekse 1974 “kaybı” Kıbrıslıtürk ve Kıbrıslırumlar’ın gömü yerlerinin aranmakta olduğu kazılar, iki toplumlu ekiplerle yürütülüyor.
Kayıplar Komitesi’nin Haspolat’ta (Mia Milya) başlattığı kazı sürdürülürken, bir diğer kazı da Voni’de (Gökhan askeri kampı) yürütülüyor.
Akçiçek’te (Siskilip) de bir diğer kazı devam ediyor.
Aşşa’da ise (Paşaköy) birisi askeri bölge içinde, birisi askeri bölge dışında olmak üzere iki ayrı kazı yürütülüyor. Askeri bölge dışındaki kazı, bazı efgalipto ağaçları yanında devam ederken, askeri bölge içerisindeki kazı ise yaklaşık 40 dönümlük telli bir bölge içerisinde sürüyor.
Kıbrıs’ın güneyinde ise Mari (Tatlısu) kuyu kazısı tamamlanırken, Leymosun’da Alasa köyünde 74 “kaybı” bir kişinin aranmakta olduğu yeni bir kazıya başlandı.
Kazı ekiplerinde bulunan tüm arkeologlarımıza, şirocularımıza ve diğer çalışanlara “Çok kolay gelsin” diyoruz.