Gittim, Gördüm, İkna Olmadım
“Asil Köylü Heykeli” hakkındaki görüşlerimi paylaştığım “Heybetli bir kötülük olarak Asil Köylü heykeli” yazısından sonra ARUCAD’a davet edildim. Zaten Rodin sergisini merak ettiğim için gitme niyetim vardı. Rektör yardımcısı İbrahim Dalkılıç’ın daveti de üzerine gelince, her zaman yaptığım ‘erteleme eylemini’ erteleyerek ARUCAD’a gittim. İbrahim hoca, ARUCAD’ın iletişim sorumlusu Gizem Kaya ve üniversitede akademisyenlik yapan dostum Çağdaş Öğüç ile buluştuk.
Öncelikle şunu belirtmekte fayda var, ARUCAD’ın daveti kesinlikle heykel projesine dair görüşlerimi değiştirmeye ve ikna edilmeme dair bir davet değildi. Zaten samimi ve bol muhabbetli geçen görüşmemiz boyunca da böyle bir niyetin olmadığı ortadaydı. Hatta ARUCAD yöneticilerinin farklı ve zıt görüşleri dinlemeye, anlamaya ve kendi görüşleriyle mukayese etmeye açık oldukları sergiledikleri tavırlardan çok net anlaşılıyordu.
Ülkede en ufak bir eleştiri karşısında bile kişilerin ya katı bir savunma moduna geçtiği ya da eleştirinin içeriğinden saparak kendi bildiklerini değişmez doğrular olarak dayatmaya devam ettiği bir kültürel iklim var. Bu iklime teslim olmadan, farklı ve hatta karşıt görüşlere kulak kabartmanın, dinlemenin ve diyalog geliştirmenin değerli ve örnek bir yaklaşım olduğunu düşünüyorum. ARUCAD’ta geçirdiğim süre boyunca bu içtenliği ve açık görüşlülüğü gördüm. Hatta meseleyle ilgili yazıda bahsedemediğim başka eleştirileri de bire bir paylaşma fırsatı yakaladığımı söyleyebilirim. Bu vesileyle bu eleştirilerin ikisini buradan da paylaşmak istiyorum.
Butik üniversiteden mega projelere mi?
Bunlardan ilki ARUCAD’ın karakterinin ve ortaya koyduğu niteliğin, “Asil Köylü Heykeli” projesi ile çelişiyor olduğu yönündedir. ARUCAD bir butik üniversite olarak hem niceliğe değil niteliğe vurgu yaparak hem de sanat, tasarım ve iletişim odaklı bir kesime hitap ederek kuruldu. Butik bir üniversite olarak da gerek eğitimde gerekse yaptıkları etkinliklerde -mesele benim de katılımcılarından biri olduğum Voice etkinlikleri gibi- niş bir kitleye hitap edildi.
Dolayısıyla içerik, nitelik ve ürün de bu arayışın ve anlamlı bulduğum entelektüel sınırların içerinde şekillendi. Bu anlamda ARUCAD’ın diğer üniversitelerin sanat alanında ortaya koydukları örneklerin dışında ve başka bir boyutta konumlandırmak gerektiğinin altını çizmek lazım.
Geçtiğimiz yazıda ARUCAD’ın bu alandaki çabası ile diğer üniversitelerin örneklerini aynı kefeye koyarak hata yaptığımı da belirtmek isterim. Birçok üniversitenin şuursuz bir rekabet ve ‘prestij’ kaygıları güderek yaptığı ‘sanat’ girişimleri ile bu alanda ARUCAD’ın ne yaptığını bilen ve niteliğe önem veren anlayışını ayrıştırmak gerekmektedir.
Zaten “Asil Köylü Heykeli” ile bahsetmeye çalıştığım sorun da tam burada düğümleniyor. Küçük, butik ve niteliksel kaygıları olan, belli bir kesimle derinlikli bir eğitim-sanat-iletişim ilişkisi kurmayı hedefleyen, en azından başından beri böyle bir intiba yaratan bir kurumun ansızın ‘mega bir heykel projesi’ ile hakkında söz ettirmesi garipsediğim ve bir türlü ilişkilendiremediğim bir durumdur.
Antroposende -eleştirel- sanat
İkinci eleştiri noktası ise ekoloji ve sanatın eleştirel karakteri meselesi. Özellikle antroposen dönemde, iklim değişikliğinin gün geçtikçe etkisini arttırdığı bir çağda sanatın insan merkezci anlayışları/varoluşları sorgulaması ve yeryüzü üzerindeki tahakküm biçimlerini dert edinmesi gerekliliği üzerine sohbet ettik.
Halbuki heykel tam da ilksel modernizmin ilerlemeci ve insan merkezci bakış açısını sunmakta, bu değerleri pekiştirmektedir. Ne yazık ki her ne kadar nitelikli ve alanındaki paydaşlardan daha derinlikli bir noktada olsa da, ARUCAD’da da sanat icrasının eleştirel düşünceden mahrum olduğu, piyasa ideolojisi ile şekillendiğini gözlemliyoruz. Bu sadece ARUCAD’a has bir durum değil. Dünyaya ve çağımıza hakim olan ‘şeyleşme’ ve metalaşma ruhuyla ilgili. Walter Benjamin’in modern sanat için yazdığı sanat eserinin ritüel ya da sembolik amaç için değil, sergileme değeri için üretildiği düşüncesi tam da burada anımsanmaya değer. Veya Adorno’nun söylediği gibi sanat eseri artık değişim ve piyasa değeri ile ölçüldüğü için “kültürel bir mal” olmaktan kendisini kurtaramaz.
Asil Köylü heykelini kendi açımdan Adorno’nun ortaya attığı “kültürel bir mal” veya Benjamin’in bahsettiği “sergileme değeri” ile değerlendirmeden edemiyorum.
Tam da burada sanatçının ve sanat eserinin eleştirel niteliği aranır olur. Bu bağlamda ARUCAD’ın “Asil Köylü Heykeli” eleştirel düşüncenin yokluğu bir yana, verili ticari, kültürel ve çağımıza dair normları pekiştiren bir karaktere sahiptir.
***
Peki bu kadar mı? Hayır değil! Görüşmede ARUCAD’ın dağ başına heykel yapmanın değil ama bir kente heykeliyle birlikte bir meydan tasarlamanın ve bunun adımını atamalarının çok daha faydalı olacağını söyledim. Ne yazık ki ülkede bir meydan kültürü oluşmuş değil. Bunun nedenlerinden birinin kent meydanları olgusunun hem fiziki olarak hem de gündelik hayat alışkanlıkları anlamında benimsenememiş olmasıdır.
Halbuki meydanlar topluluk bilincinin oluşmasından tutun da yeni kamusallık pratiklerine kapı aralamasına kadar birçok işleve sahiptir. Öyle ki bugün dünyada hatta yakın coğrafyalarda bile otoriterleşen iktidarlar kentsel meydanlar üzerinde de hakimiyet kurmaya, oraları dönüştürmeye çalışmaktadırlar.
Bu vesileyle ARUCAD yetkililerine buradan da bir çağrı yapmış olalım. Toplumun ciddi bir kesiminde ama özellikle de doğa-ekoloji alanında hassasiyeti olan samimi kesimlerde huzursuzluğa neden olan bu proje yerine bir kent meydanı projesi hem toplum için hem de kentsel gelişim için çok daha yararlı olacağı görüşündeyim.
Özellikle şunun altını çizmek istiyorum. Bir eser veya bir yapıt yapılırken illa toplumun büyük bir kesiminin onayı beklenmez. Beklenmesin de zaten. Bu örnekte de heykel yapılır veya yapılmaz toplumsal bir uzlaşı çıkmayacaktır. Fakat ARUCAD’ın en azından doğaya vereceği zarar göz önünde bulundurarak bu projeden vazgeçmesi benim gözümde bir geri adım olmayacaktır. Tam tersine örnek gösterilmesi gereken bir erdem ve doğa üzerinde kurulan tahakküme dikkat çekmeye yönelik bir aydınlanma adımı olacaktır.
Rodin sergisi…
sizi etraflarında dolanmaya çağırıyor, görünmez bir dokunuş kendisine çekiyor, hissediyorsunuz.
neredeyse hareket edecek gibi vücutlar, -belki de hareket ediyorlar, sadece zaman durdu-
bedenlerin birbirlerine dokunuşlarından sızan duygular ırmağı, birazdan içine düşecekmişsiniz gibi -belki de düştünüz ve ıslanıyorsunuz- şehvetin, hüznünün ve temasın büyüsü ile…
boşlukların hafifliği, ifadelerin ağırlığı ile.
Rodin sergisi… Ertelemeden gidip görülesi bir sergi.
Sanatçı Oya Yaşarcan Silbery’e tane tane anlatımından dolayı ayrıca teşekkürler…