“Gizli tanık bizde olmaz”
“Sahte Diploma Skandalı” soruşturmasında “gizli tanık” iddiası da gündeme geldi.
Çok tehlikeli!
Bunun örneklerini Türkiye’de görüyoruz.
İnsanlar hapse giriyor ve kimsenin görmediği, bilmediği, duymadığı “gizli tanık” ifadelerinden söz ediliyor.
İstediğini hücreye tıkıyorsun o zaman!
Hukukta etkin, şeffaf ve güvenli bir soruşturma süreci sonucu yargılamanın açık olması son derece önemlidir.
***
Yüksek Mahkeme'den üst düzey bir isme ulaşıyor ve iddiaları soruyorum.
“Gizli tanık bizde olmaz, bizim hukuk sistemimizde yoktur” diyor.
Biraz daha açmasını istiyorum.
"Gizli Tanık denen kişi Polise, Savcılığa bilgi verir, sanık da suçunu kabul ederse, o durumda biz bu gizli tanığı bilmeyiz ama sanık suçunu kabul ettiği için iddianın doğruluğu ortaya çıkar.
Bu durum ancak sanık suçunu kabul ederse olur.
Sanık suçunu kabul etmez ise iddia makamının suçun her unsurunu makul şüpheden ari bir şekilde ispat etmesi gerekir. Gizli tanık varsa onun söyledikleri de bu ispat yükümlülüğü içerisindedir. İspat da gizli tanık denen o kişinin gelip açık mahkemede kendisini ifade etmesi ile olur. Başta türlü olmaz.”
Yargımızı ve özgürlükleri korumak açısından bu ilke son derece önemlidir!
Düğmeye kim bastı
“Diploma Mezarlığı” diye tam yerinde bir benzetme yaptı, sanıklardan Mehmet Hasgüler.
Yeni yeni iddialar da ortaya attı.
Sahte diploma aldığı imasıyla “Başbakan”a yakın bir isimden söz etti örneğin…
Subaylardan…
Polislerden…
Bakalım daha neler çıkacak, eşeledikçe…
Toplumda önemli bir çoğunluk şu soruya da yanıt arıyor: “Düğmeye kim bastı?”
Çünkü hiç kimse şu anki yönetimin böyle bir soruşturma sürecini başlatabileceğine inanmıyor. “Soruşturma talebi üniversitenin sahibinden geldi” iddiasını da doğrusu pek inandırıcı bulmuyorum.
***
“Bu yönetim Türkiye’den talimat gelmeden adım atamaz” inancı yaygındır ve yaşadığımız pek çok deneyim bu görüşü destekliyor.
Polis zaten askere bağlı…
Asker de Ankara’ya…
Üstelik mevcut “hükümet” tümüyle dışarıdan tasarlanmış.
Dörtlü hükümetin yıkılma sürecinde bu tasarının başrol oyuncuları da biliniyor.
Şimdi en önemli şikayetçi kendileri olsa da…
***
Düğmeye kim basmışsa basmış da hedef ne?
Ya birileri “tasfiye” edilecek buralarda…
Ya da “bunlar ipin ucunu iyice kaçırmışlar, şöyle bir silkeleyelim” denmiş.
Tüm bu yaşananları olumlu buluyorum.
Pislikler birer birer dökülsün ortaya…
Peki, irade ne olacak?
Ülkenin başına musallat edilen zihniyet gitmediği ve talimatla yönetim anlayışı değişmediği sürece, nihayetinde, düğmeye basan el de temiz değilse nasıl sonuç alınacak?
Talimatla buraya kadar!
Medya Etik Kurulu, "oybirliği" ile aldığı bir kararla Türk Ajansı Kıbrıs'ı uyardı.
"Yanıt Hakkı"na saygı duymadığı için!
Tehditle, şantajla, müdahaleyle "Dışişleri Bakanı" olarak atandığı konuşulan Tahsin Ertuğruloğlu, "devlet"in ajansını da kendine benzetti.
Ülkeyi “talimatla” yöneten ve oturdukları koltuklara “talimatla” sahip olanlar, tüm etik değerleri göz ardı ederek, kendilerine bağlı kurumları da benzer anlayışla idare ediyorlar.
Bu "talimatlara" sessiz kalanlar için de umarım ders olur bu süreç...
***
Medya Etik Kurulu'nun şu uyarısı son derece önemlidir:
"Gazeteciliğin Evrensel İlkeleri’ne göre, gazeteci ile politikacı arasında ilişki kaçınılmazdır ancak biri ötekinden emir almaz. Gazeteci bağımsızlığını korumak zorundadır. Aksi halde yaptığı iş, gazetecilik olmaktan çıkar."
Siyasetçilerden değil sadece hiçbir güç odağından emir almadan hakikatin, evrensel değerlerin, özgürlüklerin yanında olmak gerekiyor.
Bedel ödemek pahasına!
“Vicdani Ret”le gelen mahkûmiyet
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin "Vicdani Ret"le ilgili kararı son derece önemlidir.
Kıbrıs’ın kuzeyinin daha önceki kararlarda “Türkiye’nin yerel alt yönetimi” olduğu kabul edildiğinden Türkiye mahkum edildi.
"Düşünce ve vicdan özgürlüğü ihlal edildiği" gerekçesiyle...
Türkiye'nin bu alanda ilk mahkumiyeti değil bu!
Üzücü.
***
Murat Kanatlı'nın başvurusu sonucu alınan karar buralarda işlerin nasıl yürüdüğünü bir kez daha dünyaya teşhir etti.
"Meclis"te bu tartışmayı sonlandıracak öneri var.
“Vicdani Ret Hakkı”nın tanınarak askerlik yerine alternatif kamu hizmetine olanak sağlanması isteniyor.
"Hükümet" söz alıyor ve diyor ki, "ateşkes koşullarında yaşıyoruz."
Bu adımı atamayız, diyemiyor.
İrademiz yok, diyemiyor.
Sözümüz geçmez, diyemiyor.
Oysa ateşkes koşullarında, bedelli askerlik için hiçbir sakınca görmüyorlar.
"Diploma Mezarlığı"nda çoğu genç askerlik yapmamak için defa defa bedel ödüyor.
Ada yarısında tüm erkekler “doktor” olacak böyle giderse!
***
“Vicdani Ret Hakkı” en temel insan hakkı ya…
Olmaz diyorlar!
Askere ihtiyacımız varmış…
Bedelini ödeyince bu ihtiyaç ortadan kalkıyor mu?
Buna yanıtları yok.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararı sonrası “Meclis”teki öneriyi yeniden düşünürler umarım… Bir de perşembe günü aynı meseleden yargılayacakları Halil Karapaşaoğlu’ndan özür dilerler belki…