“Göçebe Düşünmek”* -Deleuze Düşüncesinin Sınırlarında-
“Göçebe Düşünmek”* -Deleuze Düşüncesinin Sınırlarında-
Foucault’un “yirminci yüzyıl Deleuze’ün çağı olarak anılacak” sözü ne kadar samimi düşüncesiydi, ne kadar birilerini kızdırmak için ya da bir espri olarak söylenmişti (Deleuze böyle olduğu kanısındaydı) bilinmez ama, hangi amaçla dile getirilmiş olursa olsun, 1995 yılında hayata veda eden Deleuze’ün, gerek yazdıklarının, gerekse üzerine yazılanların bugün hâlâ yoğun tartışma konusu olması, onun düşünce dünyasındaki yerini ifade etmesi bakımından kayda değer olsa gerektir. Buna, felsefe tarihi Deleuze külliyatı göz önüne alındığında “yeniden yazılmalıdır” diyenlerin varlığı da ilave edilecek olursa, bu saptamanın daha da bir gerçeklik kazandığını söylemek mümkündür.
Özellikle yirminci yüzyıl sonu itibarıyla evrensel ölçekte yaşanan gelişmelerin, siyasetten düşünce dünyasına doğrudan yansımaları olduğu ve bu bağlamda kaotik bir süreci başlattığı aşikâr. Dönem itibarıyla, önceden öngörülemeyen gelişmelerin hızlı ve çarpıcı biçimde zuhur ederek bütün bir yüzyıla damgasını vuran siyasal/ideolojik ayrışmayı ve konsolidasyonu yıkması, bir yanıyla bilinen dünyanın sonunu getirirken, diğer yanıyla da bu ayrışmanın ve konsolidasyonun ardındaki ideoloji/düşünce dünyasının zafiyetini ortaya çıkarıyordu. Bu durum ise gerek siyasal alanda, gerekse ideoloji/düşünce alanında ve de buradan hareketle giderek hayatın bütün alanlarında, aynı anda hem bir geçmiş hesaplaşmasını/sorgulamasını, hem de yaşanmakta olan döneme ve geleceğe dair, karşılığı olan yeni şeyler söylenmesini zorunlu kılıyordu. Dogmatik, kendi içine kapalı, aşkınlık ve mutlaklık iddiası taşıyan ideolojiler çağı artık sona ermişti; özellikle sol, siyaset ve ideoloji/düşünce olarak büyük darbe almış, bu sonu acı biçimde yaşamıştı. Sol adına (aslında bütün ideolojiler adına) ezberler bozulmuştu, düşünsel/zihinsel konformizm devri bitmişti. Yine geleneksel solun bir başka zafiyeti olan ideal bir gelecek adına bugüne karşı suskun kalma, bugünü erteleme lüksü ortadan kalkmıştı.
Deleuze işte tam da bu tarihsel dönemeçte, gerek felsefe/bilim, gerek siyaset ve gerekse sanat alanlarında dile getirdikleriyle, bu zeminlerde gelişen problematikleri kuşatan yeni kavramsallaştırmaları ve çıkarsamalarıyla önem kazanıyor, ilgiyi hak ediyordu. Bu yazıda konu edilen “Göçebe Düşünmek- Deleuze Düşüncesinin Sınırlarında” kitabında mercek altına alınan “göçebe düşünce” de Deleuze’ün düşünce dünyasının ufuk açıcı, dikkate değer kavramsallaştırmalarından bir tanesi. Özellikle geleneksel solun dogmatik, katı, içe kapalı ideolojik kapsamı ve ‘teori-pratik’ ilişkisinde sıklıkla gözlemlenen birini diğerinin yerine ikame etme ya da ‘teori’nin ‘pratik’e veya ‘pratik’in ‘teori’ ye karşı konumlandırılış yaklaşımları göz önüne alındığında, “göçebe düşünce” tam da burada farklı perspektif ve anlayışı içermektedir. O da şudur: “Göçebe düşüncenin hareket noktasını, her zaman dışarıyla bağ kurma isteği, ‘biraz temiz hava almayı, psikanalistin kanepesine uzanmaya’ tercih etme arzusu oluşturur. Kendi dışındaki güçlerle dolaysız bir ilişki içinde olan göçebe düşünce için metin, her zaman metin dışı etmenlerin oluşturduğu bir güçler oyunu içinde yer alır. Bu oyunda fikirler bir ‘dışsallık formu’ içinde üretilir. Toplumsal, kültürel ve siyasi güçlerin düşünce alanına müdahil olması, bu yoldan tüm etmenlerin birbirine dolanması, düşüncenin biçimi kadar içeriğini de belirlemektedir” (a.g.e.s:11) Şöyle de söylenebilir: ‘Göçebe düşünce’ hem sürekli hareket halindedir, yani dinamik bir değişkenliği içkindir ve hem de sınırları keskin değil belirsizdir; bu dinamik değişkenlik ve sınırların belirsizliği hali ise düşünceyi yaratıcı kıldığı gibi, şimdiki zamana (bugüne), yani doğrudan hayata ait sorunların çözümlenmesi ve çözüme kavuşturulması bakımından da işlevseldir. Nitekim Deleuze’ün buradan siyasal ve toplumsal yaşama yönelik çoklu yeni önermelerde ve çıkarsamalarda bulunması düşüncesinin yaratıcılığının (sürekli bir ‘oluş hali’), yine bu çoklu önerme ve çıkarsamaların mikro alanlar seviyesine varan karşılıklarının olması da bu yaratıcılığın işlevselliğinin açık göstergesidir. Buradan çıkarılabilecek çarpıcı bir sonuç ise, Deleuze’ün de ifade ettiği gibi bir başka düşünce bir başka yaşam olasılığının her zaman için var olduğudur.
Deleuze’ün bugün artık Türkçe düşünce dünyası içinde de yer etmeye başladığını söylemek mümkündür. Yapıtlarının ardı sıra Türkçe basımlarının yapılması bir yana, telif yapıtların sayısı da günden güne artmaktadır. Bu bağlamda Ahmet Murat Aytaç’la Mustafa Demirtaş’ın hazırladığı, on beş Türkiyeli akademisyenin Deleuze’ün ufuk açıcı kavramsallaştırmalarından birisi olan “göçebe düşünce”sini, felsefe, siyaset ve sanat alanındaki sorunlar kapsamında irdeledikleri, -ve bu üst başlıklar altında topladıkları- metinlerinin bir araya getirildiği, “Göçebe Düşünmek -Deleuze Düşüncesinin Sınırlarında-“ başlıklı ortak çalışma, bu örneklerden bir tanesidir ve kanımca övgüyü fazlasıyla hak etmektedir. Bu metinlerde ayrı ayrı, üst başlıktaki alanlarla ilgili olarak bir problematik üzerinden, bir bakıma ‘göçebe düşünce’ pratiğinin yapılmaya çalışılıyor olması ise Deleuze’ün düşünce dünyasının hayatla sağlanması gibidir.
Aşikâr olan şu: Yirminci yüzyıl filozofu Deleuze düşünce dünyasıyla, yirmi birinci yüzyılda da hâlâ dipdiri, hâlâ capcanlı.
*“Göçebe Düşünmek-Deleuze Düşüncesinin Sınırlarında-“ . Haz: Ahmet Murat Aytaç-Mustafa Demirtaş. İstanbul. Metis Yayınları. 2014, 389s.