Gökçeoğlu’ndan (2) yeni eser…
Gökçeoğlu’ndan (2) yeni eser…
BİLDİRİLER, PANEL NOTLARI ve NASR-EDİN-HOTZAS
Neriman Cahit
Elimde, aydınlığı yansıtan, bembeyaz kapaklı iki kitap tutuyorum: Ülkemizde, yazmanın hele de upuzun araştırmalar içinde, beli biraz daha eğilip biraz daha boyu kısalan ama ‘’deneyimleri ve yaratısı’’, o boyun kimbilir kaç katına ulaşmış bir ‘saygı duyulası’ yazarın- Mustafa Gökçeoğlu’nun iki yepyeni- fırından çıkmış- kitabı…
Bunlardan biri: Kıbrıs Türk Kültürü Dil Sanat Halkbilim Dalında: ‘Bildiriler- Panel Notları- 2-2…
Diğeri ise: ‘’Nasr- Edin- Hotzas- Nasrettin Hoca’nın- Şakacı Anektotları- Fıkraları- (Çeviren: Nazemin Gelen Ahmet)
BİLDİRİLER-PANEL NOTLARI…
Bu, Gökçeoğlu’nun 28.kitabı
Bugüne kadar çeşitli ‘Sempzyumlarda,(61) Bildiri’ sunmuş… Kitabın içinde (26) bildiri yer alıyor ki gerçekten de - herbiri derin bir araştırma ve emeğin akan suları… Ve, her biri başka bir ‘Merkezde’ sunulmuş.
Bu kitabın, ‘Önsözü’nde, Gökçeoğlu, yazar ve sanatçılarımızın bir derdine de parmak basıyor:
‘’İlk zamanlarda, yurtdışı kongrelerinde ‘Devlet’ biletlerimizi aldığı gibi ‘yollukları’ da verirdi… Sonraları, önce yolluklar verilmez oldu… Böylece, Bilimle uğraşanların üzerine, ağır bir yük bindi!.. Bereket versin ki, kimi yurtdışı kongrelerinin masraflarını kongreleri düzenleyen kurumlar ödedi.
Bu konuda söyleyecek o kadar çok şey var ki… Ama, biz, ‘’kitapları boyuna ulaşan’’ ve durmadan üreten, ülkemizin değerlerinden birinin son eserlerine değinmeyi sürdürelim…
Şöyle böyle sıradan çalışmalar değil Gökçeoğlu’nun yaptıkları, Ör. bu kitapta da - diğer kitaplarında yaptığı gibi: Türk ve Balkan Edebiyatlarındaki ‘’Ortak Paydalar/ Ortak Değerleri’’ de veriyor ki! Nasreddin Hoca gibi, ‘dayak yemeyen’ bunların ne tür bir ‘’çalışma ve yorgunluk pahasına oluştuğunu‘’ tahmin edemez…
…
Çok büyük bir ilgi ile okunacak bir kitap…
NASR-EDİN-HOTZAS
Diğer kitabın adı bu…
Özet değil, tam adı ise: Yukarıdaki başlığa ek olarak: Nasreddin Hoca’nın, ŞAKACI ANEKDOTLARI… FIKRALARI…
Bu kitabın da çok ilginç bir öyküsü var: Öyle ya, kitabın kapağında: Hazırlayan M.Gökçeoğlu yanında: Çeviren Nazemin Gelen Ahmet de yazıyor.
‘’Gülmece Türleri’’ nin tanımıyla söze başlayan Gökçeoğlu, bu kitabında da: Şu bilgiyi de vereyim:
Kitabın bir yüzü, (202 sayfası Türkçe) diğer yüzü (50 sayfası) ise Rumca’dır. Mükemmel kapak – baskı ve içeriğiyle de gerçekten çok başarılı ve yararlı… Sevecek, elinizden bırakamayacaksınız…
Üstelik de bu ağır, bunalımlı günlerde!
Ve, Gökçeoğlu’nun o usta kaleminden…
…
Ben, Gökçeoğlu’na hep: ‘’Boyu küçük ama yazdıkları ‘edebiyatımıza’ oldukça katkı getiren usta bir ‘’Yazarımız… Daha doğrusu, Araştırmacımız…’’derim.
Gerçekten de, çok titiz bir araştırıcı ve sorgulayıcı… Dile, çok önem ve emek veriyor…
Bir de, adeta: “Ben varım ve üretiyorum…’’ der gibi çalışması da takdire değer…
….
Toplumumuzun, içinden geçtiği bu çok zor günlerde, yanına, Nasreddin Hoca’yı da alması – aslında- insanın yükünü biraz olsun hafifletir mi bilemem…
Lütfen bir deneyin… Çünkü,
Her yazılıp basılan bir eserin, bir işlevi olması gerekiyor bence… (Özellikle de, bu kitapların ‘Politik’ olmaması – bu günlerde – bir avantaj…
Okuyun göreceksiniz… Size,
Bir şeyler düşündüreceği kesin…
Hele de Nasreddin Hoca’nın…
…
Yüreğine ve emeğine sağlık Gökçeoğlu…
Yola devam… Kitapların boyunu aşana dek…
//////////////////////////////
YUNUS’U ÇAĞIRDIM… GELDİ…
Yorgundum…
İnanılmayacak kadar yorgun…
Beynimin hiçbir penceresi açık değil…
Bir daralmış bir daralmış ki içim…
Her şeyi olduğu gibi bıraktım, Vasilya’ya attım kendimi…
Oturdum saatlerce denizin mavisini soluya soluya… Süt beyazı mavi hayaller kura kura…
Bir ara yalnızlıktan sıkıldım…
Yunus’u çağırdım… Geldi…
Gelirkenden de, yanmış dağlarımıza, doğamızın fukaralığına baktı uzun uzun…
Oraya buraya kondurduğumuz, ‘’Sırça Saraylara…’’
Sonra, çevresine baktı…
İnsanları gördü, duydu, dinledi…
Hırsları, tutkuları, kinleri…
İnsanın, insanlığından soyunuşunu hissetmesi uzun sürmedi…
Derin derin içini çekti ve mırıldandı:
‘’Yunus Emre, bunu söyler/ Aşkın deryasını boylar/ Şol Yüce Köşkler Saraylar/ Viran olur, kalır birgün…
Şunlar ki, çoktur malları/ Gör, nice olur halleri/ Sonucu, bir gömlek giymiş/ Onun da yoktur yenleri…’’
…
Şöyle bir yürüdü Yunus… Gezdi, gördü…
İnsanlıktan çıkan insanlar, kazançsız, sivil savaşlar eşiğinde halkımızı gördü…
Bir uzlaşma, bir tatlı dil arandı yeniden:
‘’Söz ola kese savaşı/ söz ola bitire başı/ söz ola ağulu aşı/ al ile yağ ede bir söz…
Kişi bile söz demini/ demeye sözün kemini/ Bu Cihan Cehennemini/ Sekiz uçmağ (cennet) ede bir söz…’’
Yürümeyi sürdürdü Yunus… Yollarımızı, trafiğimizi, ölümlerimizi gördü…
Ve gerçeği hatırlattı yeniden:
‘’Kimi Yiğit kimi koca/ kimi vezir kimi hoca/ gündüzleri olmuş gece/ Bunculayın çoklar yatar…
Doğru varırdı yolları/ Kalem tutardı elleri/ Bülbüle benzer dilleri/ Danışman yiğitler yatar…’’
…
Yorulmadı, yürüdü Yunus, uzun uzun…
Yanlış, eksik hesap- kitap, eğri – doğru ortasında ‘’telaşlı başlar’’ gördü. Uyardı yeniden:
‘’Ey yaranlar ey kardaşlar/ Ecel ere, Ölem bir gün/ İşlerime pişman olup/ Kendüzüme gelen bir gün…/ Yanlarıma kona elim/ Söz söylemez ola dilim/ karşıma gele amelim (yaptıklarım)/ N’ettim ise görem bir gün…
Ey yaranlar ey kardaşlar/ Korkarım ben ölem deyü/ Öldüğümü kayırmazam/ Ettiğimi bulam deyü…
Bir gün görünür gözüme/ Ayıbım vuralar yüzüme/ Endişeden del olmuşam/ N’idem ben ne kılam deyü…’’
NE Kİ…
Ne ki baktı, duymaz, tınmaz kalmış insanımız… Görmemekte direniyor… Sitem saldı Yunus yeniden:
‘’ Yunus miskin bu öğüdü/ sen – sana vermen yeğ idi/ Bu şimdiki mahlukata/ Öğüt assı (fayda) kılmaz ola…’’
Sonra durdu, uzun uzun yeniden baktı hepsine, her şeye… ‘’ Gitme kal…’’ diyenlerle oturdu…
Ve, söyledi yeniden:
. ‘’ Bu Yunus’u andılar/ Kervan göçtü dediler/ Ben menzile eriştim/ Kervan Kayusi (kaygısı) değil…’’
. ‘’ Ben gelmedim dava için/ Benim işim ‘SEVİ’ için/ Dostun evi Gönüllerdir/ Gönüller yapmaya geldim…’’
. ‘’Gelin, tanış olalım/ İşi kolay kılalım/ Sevelim sevilelim/ Dünya kimseye kalmaz…’’
…
Sonra, yanıma geldi ve yüzüme baktı uzun uzun… ‘ Sizden, gayrı fayda yok…’ der gibi…
Hüzün içinde başını salladı ve mırıldanır gibi şunları söyleyerek… Gitti…
‘’ Geldin baktın, hani sevda/ Aşıkların aşkı hani/ ‘SEVGİ MİRASIN’ çöl olmuş/ İçtiğiniz göller hani…’’
…
Öylesine kalıverdim…
Uzun uzun baktım arkasından…
İçimden yükselen, sessiz bir çığlık, Akdeniz’in köpüren bembeyaz dalgalarına yansıdı…
Devindi durdu…
…
Ülkemin durumunu, siyasileri düşününce yüreğim sıkıştı…
Bir sürü gri gölgelerin arasında kalıverdim…
Onca kavga, onca ölüm ve zulüm…
Ama…
Birdenbire ve her şeye inat…
Akdeniz’in dalgalarına bırakıverdim kendimi…
Umutsuzluğu – umuda, hüznü sevince, kör karanlıkları ışığa çevirmek gerek..... diye düşündüm…
İnatla…
İnadına…