Gölgedeki inilti…
Gölgedeki inilti…
Gürkan Gökaşan
Hiç aklında yokken gelir aslında ‘gelecek’… Gelecek olan herşeye açık olmak; gidecek olanları selamlamak ve kalacak olanlarla devam etmek… Herşey; bir ‘-ecek/-acak’ hesaplaşması. Arkana yaslanıp, açıyorsun hayatının filmini; akıp giderken kum saati…
Geleceği oluştururken; geçmişe bağlı kalmış ruhlarımızın zincirlerini sıkıca elimizde tutmaktan açıldı aslında onca yara… Onca üzeri kabuk bağlamaya çalışan ve kanadıkça kanayan yara… Özgür bırak ruhunun zincirlerini ve dön sırtını yalnızlığa. Ne kadar tedavülden kaldırdığın kelime varsa; bırak mazgallardan aşağıya… Karanlığa ve sonsuzluğa… Bunu yapmak imkânsız gibi geldiğinde; gölgede kalıyor her bir inilti… Yetim kalan sözcükler ise tamamlıyor geleceği…
ACIMA VE ACI DUYMA!
Dökmeye çalışırken kelimeleri, mazgalların arasına sıkışıyor baş parmağınla işaret parmağın. Diğer elin müdahalesi ile üçüncü parmak da sıkışıp kalıyor pas tutmuş mazgalın parmaklıklarına… Bırakmaya çalıştıkça; ilk önce diğer parmaklar, ardından eller sıkışıyor ve kurtarmaya çalışırken sağ eli, kırılıyor bir zeytin ağacının çürük dalları gibi teker teker tüm parmaklar. Kırılan sağ ele bakıyor ve korkuyor kırılan diğer tüm uzuvlar… Korkarak öğreniyor gölgedeki uzuvlar ‘acı’yı. Ardından ‘acımadan’ kırılmayı ve öğrenmeyi… Acımadan ve acı duymadan!
KIRILA KIRILA GÜL, TÜM KIRIKLARA!
Kırılan parmakların acısı geçmeden, gelir şifâsı… Bu hep böyledir. Ne kadar kırılırsa kırılsın, iyileşecektir. Kırıldığıyla kalan uzuvlar, zamana meydan okuyacak ve daha da güçlü olacaktır. Kırıldığını unutmadan, yoluna devam edecek ve karşısına çıkan her kırığa; gülecektir ‘kırıla kırıla…’
Bir Cemal Süreya şiiri ise, dökecektir kırıkların ilk alçısını…
“…Biz kırıldık, daha da kırılırız.
Ama katil de bilmiyor öldürdüğünü,
hırsız da bilmiyor çaldığını.
Biz yeni bir hayatın acemileriyiz…”