GÖLYAZI’DA ŞİİRLİ GÜNLER
Yağmur nedeniyle birkaç gündür sabah yürüyüşüne çıkamıyorum şimdi bu yazıyı yazmakta olduğum Gölyazı’da… Nilüfer Belediye’sinin misafiri olarak Göl Yazı Evi’nde kalıyorum bir haftadır. Üç gün sonra ayrılacağım ve Apolyont Gölü kıyısındaki bu şirin köyde geçen zaman anılara dahil olacak. Geçen zaman derken bunun çoğu yazmakla geçen bir zaman. Daha önce de Yazar Evlerinde kalmıştım Rodos ve Gotland’da. Oralarda daha kalabalık kalınıyor. Yani yemekte ya da akşamları başka yazarlarla buluşuluyor genelde. Burada ise bir inziva hali var. Bu yazmak için kimi zaman bir artı tabii ki.
Zaten yazmakta olduğun uzun soluklu bir metin varsa, düzeltme ya da çeviri yapıyorsan yazar evleri bunun için biçilmiş kaftan ama gideyim, ilham gelsin ve yazayım durumu sıkıntılı olabilir. Bu yüzden daha çok da şiir çevirileriyle geçti zaman. İlhamla şöyle ara sıra karşılaşıverdik.
Sabah yürüyüşlerinde çektiğim göl fotoğraflarını sosyal medyada paylaşmak ve köylülerle kısa sohbetler dışında dünyayla ilişkim bir Bursa ziyareti, Şiir Kütüphanesinde yaptığım söyleşi-okumanın yanısıra kütüphanenin muhteşem kadınları ile yediğimiz akşam yemeğiydi. Bu arada Kırıs’taki Nazım Hikmet söyleşisinden ayağının tozuyla dönmüş Güney Özkılınç ve tesadüfen Bursa’da bulunan Halil İbrahim Özcan ile keyifli rakı sofrasını ve beni şehrin gizli köşelerine götüren Tülay Eker’i de anmam gerek.
Sabah yürüyüşleri ve yazma dışındaki rutinim her akşam saat 7’deki Ara Bölge eylemini izlemekti. Biraz da buruklukla… Orada olmayı dileyerek… Dünya bu; iki yerde birden olamıyorsun.
Sabahları erkenden kalkıp göl içinde bir adaya köprüyle bağlı köyü turlarken bir yazar için gerekli olan yalnızlığı düşünüyordum. Sözünü ettiğim depresyonu değil de yaratıcılığı körükleyen yalnızlık. İç sesinle baş başa kalıp dünya hallerine, insan olma serüvenine bir mesafeden bakmak. Ramazan uyuşukluğu yaşayan bu köyde daimi ikamet edenler için bana çok özel gelen bu manzaranın ne kadar sıradanlaştığını düşündüm bir gün yürürken. İnsanların buradaki hayatlarından pek de memnun olmadıklarını bir de. Sohbet ettiğim birkaç kişi böyle bir duygunun ip uçlarını verdi bana. Köylülerin yüz ifadelerinden, beden dillerinden de aldım aynı mesajı. Belki genel anlamda Türkiye’deki kolektif depresyon halinin bir parçasıydı bu… Ya da akşamları izlediğim Kıbrıslıların karnavalesk direnişi ile buradaki hayat arasındaki uçurumdu bunu bana düşündüren… Çoğu izlenim yanlıştır aslında. İnsanın nereden baktığına, buna yansıyan beklentileri ve ruh haline göre değişir.
Bu hep düşündürmüştür beni. Aynı mekan, aynı insan, aynı kitap, aynı an için farklı yorumları işitip okuduğumda özellikle.
Masaları dolduran çok ilgili bir grup okurla şiir dinletisi ve söyleşiyi gerçekleştirdiğimiz Nazım Hikmet Kültürevi’ndeki Şiir Kütüphanesi hayranlıkla doldurdu içimi. Kütüphanede şairler için ayrılmış özel kutulara şairlere ait özel eşyalar konuyor. Ben de el yazısı bir şiir ve Kalymnos’tan aldığım hasır şapkamı verdim. Bir de çok özel birkaç başka şey için sözüm var.
Ben bu yazıyı bitirene kadar güneş açtı. Kuş cıvıltıları doldurdu her yanı. Köyün ruh halini de birden değiştirdi sanki bu…
Bir dokunuşla hayat değişebiliyor. Umarım daha iyi günler yakındır. Dünyayı güzelleştirebiliriz. Eğer bunu tüm kalbimizle istersek.