Görevden alınınca...
Ne istediğimizi biliyor muyuz?
Bu sorunun “toplumsal” karşılığı nedir?
Yoksa “bireysel” temelde manzara net:
“Benim işim olsun…”
“Bana kimse dokunmasın…”
* * *
Onca “çürüme” içinde herkesin kendi çürüğünü meşrulaştıran bir “ama”sı var.
“Haklılığımız”da boğuluyor, “mağdur”u oynuyoruz.
Peki neredeyiz?
Görüyoruz işte!
* * *
Müşavirler oturduğu yerden para alıyor.
Senelerin büyük ayıbı.
Şu anda bu sayı 120.
Böyle devam ederse, bir yıl sonra 220!
Bir çizgi çekmek gerekiyor.
O çizgiye dahi “itiraz” var.
Bu kez de şu soru gündemde:
İyi de mevcutlar ne olacak?
Haksız bir soru değil, elbette.
Ama önce bir çizgi çekmek gerekiyor.
Yoksa sorun daha da büyüyecek.
* * *
Müdürlük ya da üst kademe yöneticiliğinin artık bir görev, hizmet, toplumsal fayda üretme yeri olduğu anlaşılması gerekiyor.
Senelerce “rant kapısı” görüldü.
O nedenle “ideal” falan kalmadı.
Her seçim sonrası “fırsatçılar” hükümet partilerinin başına üşüştü.
Seçilenler “vekil” oldu, seçilemeyenler müdür, müsteşar, başkan!
* * *
Yeni “müşavir” yaratmamak üzerine atılan adım doğrudur.
Ama yeterli değildir.
Niye?
Çünkü hepimiz meseleye “görevden alınacak kişiler ne olacak” gözüyle bakıyoruz.
Niye insanlar illaki görevden alınacak?
Bilgisi, deneyimi, kapasitesi, özverisi, aklı, etiği, kişiliği ile doğru insanlar, bir kriter sonucu yönetici olmalı ve istikrarlı bir çizgide bu görevlerini sürdürmelidir.
Böylesi bir “sürekliliği” mümkün kılacak adımlara ihtiyacımız vardır.
Görevler “partiler” değil de “toplum” için yürütülmelidir.
* * *
Ve son olarak daha geniş bakalım:
Kamusal kaynaklardan maaşını her kim alıyorsa, bunun karşılığından kamusal bir yarar ve hizmet üretmelidir.
Ya da evine gitmelidir!