Görmediğimiz hayatlar
Görmediğimiz hayatlar var.
Görmezden geldiğimiz hayatlar var.
Görüp de sırt döndüğümüz hayatlar var.
…
Ölüye saygımız yok.
Bu durumu şu soruyla meşrulaştırdık:
“Canlıya var mı?”
Medeniyetten uzağız ve kabullenmiyoruz.
İnkar toplumuyuz.
…
Gelişmiş ülkelerde bir trajedi yaşandığı zaman polis ya da hastane önce kurbanların yakınlarına bilgi verir ve bunun nasıl olacağının çerçevesi uzmanlarca çizilmiştir.
Herkes susar!
Çünkü kurbanların sevenleri, hayatlarının en dramatik haberini sosyal ya da geleneksel medyadan öğrenmemelidir.
…
Bazen de sessizlik gerekiyor.
Susmak gerektiği kimi zamanlarda çok konuşuyor, konuşmak gerektiği kimi zamanlarda çok susuyoruz!
…
Böylesi duruşmalarda mahkeme niye açık yapılıyor? Tüm topluma niye aktarılıyor onca detay?
Çocuklara yazık...
Okuyorlar!
…
“Nasıl olur” diyoruz ya!
O “nasıl” sorusunun yanıtı var, onca yorumun, öfkenin, nefretin içinde!
…
Cinayetler, cinnetler, seri katiller, trajediler en gelişmiş ülkelerde de vardır.
Ancak sonrası farklıdır.
İletişim yöntemleri farklıdır.
Dersler çıkartılır.
Koruyucu önlemler, denetleyici kurumlar, gözetleyici mekanizmalar oluşturulur.
Eğitim sistemi gözden geçirilir.
Sosyal yönetim anlayışı didiklenir.
“Otopsi” sadece cansız bedenlere değil “toplum”a ve “sistem”e yapılır (!)
...
Bir yanda içine hapsedildiğimiz duvarlar var; toplumsal baskı, ataerkil öğretiler, eşitsiz dayatmalar… Beri yanda ekonomik farklılıklar, sosyal uçurumlar…
Savruluyoruz!
…
Hırs ve tatminsizlik, kıt kanaat saflıkla çarpışıyor... Yan yana büyüyor arsızlıkla yoksulluk... Hayal kurmak dahi zorlaşıyor...
…
Herkes “kendine” sarıldıkça...
“Yaşam” boşta kalıyor.
Tutunamıyoruz!