Görünmeyen Prangalar: İnsan Ticareti ve “Yasadışı”* Kürtaj
Mağusa Ağır Ceza Mahkemesi’nde önemli bir dava görüldü. 29 yaşındaki Nancy Nwita isimli kadın, hamileliği yasa dışı sonlandırma suçundan yargılandı ve 45 gün süre ile cezalandırıldı. Ama mesele bununla da sınırlı kalmadı. Sanık avukatının mahkemeye aktardığı iddialar, ülkede yaşanan insan ticaretini gözler önüne serdi.
Burada yıllardır, gece kulüpleri ve eğlence yerleri adı altındaki mekânlarda ve son zamanlarda kiralanan otel odalarında – evlerde, insan ticareti yapılıyor. Söz konusu problem dün başlamadı ve kolay kolay da çözüleceğe benzemiyor. Yıllardır ülkeye konsomatris, temizlikçi, bakıcı, öğrenci vizesi ile getirilen kimi kadınlar, fuhuşa zorlanıyor. “Neden geldiklerini biliyorlar” diyeceksiniz. Bu cümle, çalıştırıldıkları koşulların meşrulaştırılmasına neden oluyor. Seks işçiliği ayrı bir konu, insan ticareti üzerinden tanımlanan seks köleliği farklı. Bu iki hususu birbirinden ayırarak tartışabilmek gerekir. Dünyada pek çok farklı uygulama ve konunun özneleri (seks işçileri) tarafından ileri sürülen gerçekler varken, uzaktan gazel okumak doğru değil. Ama Kıbrıs’ın kuzeyindeki mevcut durum biraz daha farklı. Çünkü ortada işçilik değil, kölelik var.
2018 yılında Mecliste onaylanan, BM’nin “Sınırı Aşan Örgütlü Suçlara İlişkin Sözleşmesi’ne ek İnsan Ticareti’nin Özellikle Kadın ve Çocuk Ticaretinin Önlenmesine, Durdurulmasına ve Cezalandırılmasına İlişkin Protokol”, soruna yönelik çözüm önerileri sunuyor. Buna göre devletlere, insan ticaretini cezalandırması, mağdurlara yönelik (uygun sığınma yöntemleri geliştirmek, tıbbi – psikolojik – maddi – hukuki yardım sağlamak, uğradıkları zararın tazmin edilebilmesine yardımcı olmak, sivil toplum örgütleri ile istişare içinde çalışma yapmak, toplumun genelini bilgilendirmek vb) koruyucu ve güçlendirici adımlar atmaları söylenir. Uluslararası denetimin dışında bir yapı olan KKTC’de bunun takip edilmesi çok zor. Çünkü hiçbir şekilde hesap veren bir devlet yok. Bu noktada adanın iki yarısının birlikte mücadele etmesi, alternatif ve sonuç alıcı bir çözüm sunabilir.
Sayılan sorumluluklardan sadece insan ticaretinin suç kapsamına alınması, Mart 2020 tarihinde Ceza Yasası’nda yapılan değişiklikle gerçekleştirildi. Bunca yıldır hak temelli faaliyet gösteren sivil toplum örgütlerince dile getirilenler, hukuki dayanağa kavuştu. Artık herhangi bir kişi, *zorla çalıştırmak/*fuhuş yaptırmak /*hizmet ettirmek/*kulluğa veya esarete tâbi kılmak/*vücut organlarının verilmesini sağlamak amacıyla tehdit, baskı, zor veya şiddet uygulamak, kişilerin çaresizliğinden yararlanarak bir kişinin ülkeye girmesine veya yurt dışına çıkmasına imkan sağlanırsa İnsan Ticareti adı verilen ağır bir suç işlenmiş olur ve mahkumiyet halinde 10 yıla kadar hapis cezasına çarptırılabilir. Kısacası gece kulüpleri ve benzeri eğlence yerleri üzerinden bugüne kadar sarf edilen ve İçişleri Bakanlığı tarafından düzenlenen “Gece Kulüpleri Çalıştayı” raporunda da yer alan pek çok fiil, suç kapsamındadır. Mesela buraya getirilen kadınların borç senedi ile borçlandırılması (çaresizlikten yararlanma – baskı), seyahat belgelerinin ellerinden alınması – yalnız başına hareket edememeleri (esarete tabi tutmak), istenileni yapmamaları halinde şiddete maruz kaldıkları (zor kullanmak ve şiddet uygulamak) gibi hâller artık “insan ticareti” altında yargılamaya tabi tutulacaktır. Tabi ki bunun için ciddi bir siyasi iradeye ihtiyaç vardır. Ayrıca önceden belirttiğim Protokolün koruma ve güçlendirme unsurları hayata geçirilmediği için, mağdurların mevcut koşulları deşifre edip şikayetçi olması da kolay değildir. Çünkü adım attıklarında onları ayakta tutacak bir mekanizma mevcut değildir. Bu sebeple eğer devlet insan ticareti ile gerçekten mücadele etmek istiyorsa, eksik kalan yönleri de tamamlamak zorundadır.
Mesela şu anda cezaevinde olan Nancy’nin avukatı aracılığıyla Mahkemeye aktardıkları, büyük bir öneme sahiptir. Aslında konsomatris adı altında kadınların neler yaşadıklarını da somut olarak aktarmıştır. Mahkeme ise kararını verirken bunun üzerine gitmiş ve ileri bir soruşturma yapılmasını emretmiştir. Sonunda ne çıkar bilemem ama yaşanan karanlığa bir ışık yakabilmek adına, derinlikli bir soruşturma yapılması gerekir. Bunun için de zehirli yılanların olduğu bir havuza dalmak kaçınılmazdır. Polis teşkilatı ve savcılık bu anlamda önemli bir sınav verecektir. Bekleyip göreceğiz.
Yasa dışı kürtaj mı, doğurganlık haklarının ihlâli mi?
Tartışılması gereken bir diğer konu ise kürtajdır. Haberi gördüğümden beri, ataerkinin tüm kollarının Nancy’nin boynunda birleştiğini düşünüyorum. Hasbelkader Kıbrıs’ta yaşayan kadınların yürüttüğü mücadelelerle de içe içe geçiyor. Hatırlayalım, yakın zamanda “yasa dışı kürtaja” yönelik yargılamalar gerçekleşmiş ve bir kadın mahkum edilmişti(doktorlar dışındaki öznelerin yaşadıklarından bahsediyorum).
Bunun üzerine toplumda pek çok tartışma yaşanmış ve ülkedeki doğurganlık hakları konuşulmuştu. Ardından bir yasa değişikliği de hazırlanıp Meclise sunulmuştu. Bu süreçte, kadınların özellikle doğurganlık hakları bağlamında, kamusal sağlık hizmetine erişiminde sorun yaşadıkları ortaya çıkmıştı. Mesela yasal sınır olan 10 haftayı geçirmeseniz de, devlet hastanesinde kürtaj yaptıramıyorsunuz, keyfi şekilde engelleniyor. Bu durumda, cebinde parası olmayan biri, istenmeyen gebeliği kolayca sonlandıramaz. Mevcut yasadaki eksiklikler incelendiğinde ise şu tablo karşımıza çıkar: Evli bir kadın eşinden, 18 yaşın altında bir çocuk ise ailesinin izni ile kürtaj yaptırabilir. Böylece pek çok meselede ev içinde yaşanan şiddet ve çocuk istismarı görünmez kılınır. Keza çağdaş hukuki metinlerde gözetilen “kadının psikolojik durumu”, hiçbir şekilde göz önünde bulundurulmaz. Hazırlanan öneri, tüm tartışma ve saldırıların ardından çarptırılarak neticeye vardırılmadan engellendi.
Bu güne geldiğimizde ise, ülkede seks kölesi olarak çalıştırılan bir kadın, 20 haftalık gebeliğini sonlandırdığı için yasa gereği cezalandırıldı. Hafta sayısının fazla olduğunu söyleyip, bunun kabul edilemeyeceğini düşünülebilirsiniz. Ufak bir araştırma sonucunda, dünyanın pek çok ülkesinde 14-16-18-20-24 hafta gibi düzenlemelere rastlayabilirsiniz. Demek ki genel kabul gören bir konu değil. Nancy’nin yaşadığı olay üzerinden ilerlediğimiz zaman, çok daha vahim bir noktaya varırız. Ülkeye geliş tarihine bakıldığında, kendi ülkesinde hamile kaldığı anlaşılır. Peki bu kadın gece kulübünde çalıştırılmadan önce zorunlu olan sağlık kontrolünden geçirilmedi mi? Geçirilmedi ise bunun bir müeyyidesi yok mu? Gerek insan ticareti gerekse sağlık kontrolü olmadan ve pandemi döneminde kapalı iken çalıştırılma iddialarının açık bir şekilde cevaplanması gerekiyor.
Sonuç itibariyle Nancy kendi ülkesinde başlayıp Kıbrıs’ın kuzeyinde devam eden hikayesi boyunca eril şiddete maruz kaldı. Bu, yıllardır pek çok kadının başına geliyor, biz de devlet olarak üç maymunu oynuyoruz. Cebi dolu, sırtı güvende olan patronların yazıp oynadığı ve KKTC yetkililerinin de göz yumduğu senaryoyu ortadan kaldırma vakti gelmedi mi? Bence geçti.
*Devlet hastanesinde gebeliğin sonlandırılmaması, fiili anlamda kürtaj hakkını ortadan kaldırıyor. Bu da kürtajın yasallığını tartışmaya açıyor.