GÖRÜNMEZ & BARIŞ
GÖRÜNMEZ & BARIŞ
Öyküler Yarıştı
Öykü Yarışmamızda derece alan öyküleri yayınlamaya devam ediyoruz. 4.sünü düzenlediğimiz Yenidüzen-Deniz Plaza Öykü Yarışmamızda bu hafta ikincilere geldik. 9,10,11 yaş grubunda ikinci gelen öyküden sonra önümüzdeki hafta da 12,13,14 yaş grubunda ikinci gelen öykümüzü yayınlayacağız.
İsim: Azra Ozankaya
Yaş: 10
Okul: Doğu Akdeniz Doğa Koleji
GÖRÜNMEZ & BARIŞ
Çok güzel bir ilkbahar günüydü. Ailemle birlikte pikniğe gitmeye karar verdik. Çok heyecanlıydım. Çünkü hava çok güzeldi. Kırlarda bol bol oynayıp, börtü böcek inceleyip çok sevdiğim doğayla iç içe olacaktım. Piknik sepetlerini hazırladık. Ablam, kardeşim de en az benim kadar heyecanlıydı. Piknik için gerekli eşyalarımızı arabamıza yerleştirerek neşeli bir şekilde yola çıktık.
Piknik yapacağımız Bedi’s Piknik alanına vardığımızda öğlen oluyordu. Annemle babama yemek hazırlığı için biraz yardım ettik. Onlar kebapları yaparken biz top oynayıp, eğlendik, temiz orman havasını soluduk.
Yemeklerimizi yedikten sonra yürüyüşe çıktık. Ormanda hem yürüyüp hem sohbet ediyorduk. Aniden önümüze sahipsiz iki tane köpek çıktı. Ben köpeklerden çok korkuyordum. Onları görünce bayılacak gibi oldum. Nerdeyse kendimi kaybettim. Kardeşim ve ablam beni sakinleştirmeye çalışıyordu. Bu arada köpekler de benden korkmuş ve kaçmışlardı. Belki de onların amacı biraz sevilip karınlarını bizim vereceklerimizle doyurmaktı. Belki de onlar bu davranışlara diğer piknikçilerden alışkındılar. Ama ben onları korkutmuştum. Yürüyüşümüzü yarıda bırakıp geri dönmek zorunda kaldık. Annem de babam da toparlanmış kahvelerini içiyorlardı. Biz gelince hep birlikte eşyaları arabaya taşıdık. Yaşadığım olaya onlar da üzülmüşlerdi. Bir şekilde köpek korkumu yenmeliydim. Ben doğayı, hayvanları ve insanları çok seviyordum. Ama bu korkumu yenemiyordum. Eve gelene kadar hep bunu düşündüm. Eve geldiğimde ılık bir banyo alıp kendimi yumuşacık, rahat yatağıma attım. Keşke görünmez olabilsem ve köpekler beni görmeden onları izleyip uzaktan da olsa sevebilsem diye düşündüm. Belki zamanla onlara dokunabilir okşayabilirdim de… Böyle düşlere dalmıştım ki aniden yatağımdan kalktım, görüntüm orada değildi. Ben görünmez olmuştum!
Bunun tadını çıkarmak istiyordum. İçimdeki sevgi dolu baloncukları arkadaşlarıma, aileme ve ülkeme dağıtmak istiyordum. Kavgaların, hırsızların haksızlıkların olmadığı bir dünya oluşturmak istiyordum. Onlar için birçok şey yapmak istiyordum.
Kendimi sokaklara attım. Oralarda insanların korkmadan gezmelerini istiyordum. Ama daha üçüncü sokağa sapmıştım ki ne göreyim iki adam kavga ediyor. Sebebi hiç önemli değildi benim için, kavga etmemeli, insanlar konuşup anlaşmalı benim ülkemde. İlk önce derin bir nefes aldım. Sesimi gizemli, derinden gelecek şekilde ayarladım onları biraz da korkutmak, dikkat çekmek istiyordum. “Ben sizin meleğinizim. Tanrı herkese bir akıl vermiştir. Bunu iyi ve güzel kullanmalıyız ki hayatımız da güzel olsun. Belki sizi şimdi evinizde, eşiniz, çocuklarınız bekliyor. Belki anneniz babanız bekliyor. Onlar sizi seviyor ve güveniyor. Size kavga etmek yakışmıyor. Hemen kavgayı bırakıp konuşmalısınız, anlaşmalısınız” dedim. Şaşkınlık içinde olan adamlar biraz korkuyla birbirlerine bakıp “galiba bu melek doğru söylüyor. Kavganın sonu kötü belki de evimize gitmeliyiz” deyip neden kavga ettiklerini, ne yapabileceklerini tartışmaya başladılar. Sonunda el sıkıştıklarını gördükten sonra oradan mutlu bir şekilde ayrıldım.
Yürüdüm, yürüdüm… Bir evin önünden geçerken bağırtılar duydum. Kadının biri evin köpeğine kızıyor, onu zincirden tutup sokağa atmaya çalışıyordu. Keşke o köpeğe dokunabilsem, korkmadan sevebilseydim diye düşündüm. Onun için çok üzüldüm. Ama kadına yanlış davrandığını anlatmalıydım. Görünmezliğimden yararlanarak evin bahçe kapısından kadına doğru seslendim. “sen o köpeğin yerinde olsaydın sahiplerin sana bağırıp çağırsa, seni evden atmaya kalksalar neler hissederdin. Hoşuna gider miydi? Yoksa her zaman seninle ilgilenen, seni severek gezintiye çıkaran ve senin hep yanında olan bir sahip mi isterdin. Şimdi iyi düşün, ben köpeği alıyorum. Kapıdan çıkmadan beni durdurursan sana köpeği geri veririm. Ama kapıdan çıkarsam köpek benim olur” dedim. Kadın büyük şaşkınlık içindeydi, daha sesin nereden geldiğini anlamaya çalışırken ben görünmezliğime güvenip köpekten korkma duygumu bastırarak zincirinden kavradım ve yürümeye başladım. Kadın şaşkın ve üzgün bir şekilde “Sen kimsin? Dur köpeğimi geri ver lütfen” diye bağırmaya başladı. O an köpeği ne kadar çok sevdiğini anlamış ve pişman olmuştu. Ben de yavaş yavaş köpeklere karşı olan korkumu yenmeye başlamıştım. Sokaklarda yürümeye devam ediyordum. Hem yürüyor hem de ülkem, insanlar ve dünyam için ne yapabileceğimi düşünüyordum. Güneş yavaş yavaş batmaya başlamıştı. Evlerde lambalar yanıyordu. O anda aklıma enerji tasarrufu ve doğal kaynaklarımızı boşa kullanmayarak kimyasallardan uzak durarak küresel ısınmanın önüne geçmeye çalışmak geldi. Usanmadan yorulmadan tek tek evleri gezip “Mutlaka tasarruflu olun, erken ısınan ampulleri kullanmayın, gereksiz fişleri ampulleri kapatın. Suyu da elektrik kadar tasarruflu kullanın. Kimyasallardan uzak durun” diye fısıldadım. Görünmeden etkili bir sesle onların dikkatini çekip, etkiledim.
Artık biraz dinlenmem gerekiyordu. Evime gelip derin bir uykuya daldım. Ertesi gün görev beni bekliyordu. Bu kez aklımda piknik alanları vardı. Günlerden pazardı ve çoğu insan pikniğe gidecekti. Ama onları güzelleştirip bir sonraki piknik gününe daha iyi bırakacaklarına oraları berbat edip gidiyorlardı. Onlara iyi bir ders vermeliydim.
İşe levhalar hazırlamakla başladım. “Yere çöp atmayın, attığınız çöp haftaya geldiğinizde sizi hasta edecektir”, “Kopardığınız her dal, söktüğünüz her çiçek sizin ve ailenizin akciğerine bir bıçak darbesi olacaktır” gibi korkunç levhalardı bunlar. Bu levhalardan onlarca hazırladım. Sonuçta ben görünmezdim. Piknik alanlarında gezerek insanlar bu suçları işlerken gözlerinin önüne levhaları dikiyordum. Çok etkili olmuştu. İnsanlar bu levhaların nerden geldiğini anlamaya çalışırken masa masa gezip levhaları bırakıyordum. Herkes şaşkınlık içinde uçuşan levhaların nerden geldiğini ve kimin dağıttığını merak ediyordu. Yazıları okuyunca da utanarak ne kadar yanlış davrandıklarını anlıyorlardı. Bu beni inanılmaz mutlu ediyordu. Temiz ve yeşil bir çevre için doğayı korumalı ve sevmeliyiz.
Ben bir de devamlı anlaşmazlık yaşayan, inatlaşan arkadaşlarıma sevgi baloncuklarımdan dağıtmak istiyordum. Zamanım azalıyor. Bir günlük süre akşama dolacak ve ben görünür olacağım. Acele etmem gerekiyor.
Arkadaşlarım için, onları barıştırmak için ne yapabilirdim?.. Aklıma onlara bir buluşma ayarlamak geldi.
Önce sakin olan arkadaşımın evine gittim. Şanslıydım ki annesi çöpü dışarıya atıyordu. Evin kapısından sızdım. Yukarıya çıktım. Arkadaşımın odasına girdim. O da yeni uyanmış, dişlerini fırçalıyordu. Arkasında durup ona fısıldadım. “Ben senin içindeki sesim. Beni dinle. Kahvaltını yaptıktan sonra mahalledeki parka gel. Seni 11.30’da yeşil salıncağın yanında bekleyeceğim.” Arkadaşım çok şaşırdı. Ben de hemen oradan ayrıldım.
Şimdi sıra biraz şımarık kolan arkadaşımdaydı. Onun evine ulaştığımda yorulmuştum. Biraz dinlenip arkadaşımın evinin önüne geldim. Ama şanssızdım. Çünkü annesi çöpleri atmıyordu. Evin içine nasıl gireceğimi bilmiyordum. Evin etrafında şöyle bir dolaşıp baktım. Şanslıydım ki mutfak penceresi açıktı. Pencerenin altındaki mop kovasına basıp zar zor pencereye yetiştim. Oradan tırmanıp teknenin içine düşmeden mutfağa girdim. Ortalıkta kimsecikler yoktu. Doğruca ikinci kata çıktım. Arkadaşımın odasını bilmiyordum. Tüm odaları gezdim. Anne ve babası hala uyuyordu. Şanslıydım. Çıkardığım sesleri duymuyorlardı. Arkadaşımın odasına girdim ve ona “Hadi uyan artık. Öğlen oluyor ve sen hala daha uyuyorsun.” Onu sonunda uyandırabilmiştim. Daha tam uyanamadan kulağına eğilip: “Ben senin görünmez en iyi arkadaşınım ve senin geleceğinle ilgili çok önemli kararlar alman gerekiyor. Ya beni dinleyip arkadaşların ve ailenle beraber güzel bir hayat sürersin ya da hiçbir şey yapmadan burada yatıp kalırsın. Ama ileriki hayatında yalnız, ayrıca şımarık ve çekilmez biri olursun” dedim. “O yüzden bu söylediklerimi yapmak zorundasın. Biz seni seviyoruz. Sen iyi bir insansın ama şımarık olman ve inatçılığın seni çekilmez yapıyor. Şimdi giyin ve mahallenin parkına gel. Yeşil salıncağın yanında sana sürprizim var. Saat 11.30’da orada ol” dedim.
Bu iki arkadaşım bir hiç yüzünden kavga etmişlerdi. Ama özlerinde iyilik vardı. Sorunları da hangisinin kalem cüzdanı daha güzel ve yeniydi. Böyle maddi şeylerin hiç önemi olmadığını onlara anlatmalıydım. Onları parkta buluşturup oyunlar oynatarak güzel dakikalar yaşamalarını sağlayacaktım. Sonra da ayrı ayrı küs bir şekilde yalnız oynamalarını isteyecektim. Belki güzel kalem cüzdanları gelip onlara arkadaşlık ederdi. Kim bilir?
Arkadaşlarım saat 11.30’da yeşil salıncağın yanındaydılar. Birbirlerine kötü kötü bakıyorlardı. Her ikisi de adım atıp konuşuyorlardı. Ben yine araya girip, “Kavganın okulda kaldığını şimdi oynama zamanı olduğunu söyledim. Önce çok hevesli değillerdi. Ama parktaki oyuncaklara dayanamayıp oynamaya gülüp eğlenmeye başladılar. Bir süre sonra onlara ayrı ayrı oynamaları ve birlikte olmamalarını söyledim. Bu durum çok hoşlarına gitmemişti. Amacım yalnız kalmanın kavganın, inatlaşmanın kimseye yararının olmadığını anlatmaktı. Yanlarına tek tek “Keşke kalem cüzdanlarımızı da alıp da onlarla oynasaydınız” dedim. Benim canım arkadaşlarım ne demek istediğimi anlamamışlardı. İkisi de yaptıklarından utanmışlar ve bir daha böyle küçük şeylerle uğraşmayacaklarına söz vermişlerdi. Sonra ikisi kafa kafaya verip yaşadıklarını küçük bir hikaye şeklinde yazarak diğer arkadaşlarına da örnek olsun diye ilan tahtasına asacaklardı. Sohbetleri ilerlemeye başlamıştı. Okuyacakları şiir ve hikaye kitabı isimlerine kaymaya başlamıştı. Ne kadar güzel konuşuyorlar, okudukları kitapları eleştirip ders çıkarıyorlardı. Buradaki işim bitmişti.
Akşam üzeri olmadan eve gitmeliydim. Kardeşimin inadına bir çare bulup evin içerisine biraz bu konuda sevgi balonları bırakmalıydım. Kardeşimin çok istediği bir basketbol topu vardı. Fakat bazı inatçı davranışlarından ona alınmıyordu. Onu televizyon izlerken evde buldum. Yanına sokulup “Hemen televizyonu kapat ve ödevlerini bitir. Bak o zaman senin istediklerin nasıl yerine geliyor. Görmüyor musun kız kardeşin ve ablan nasıl davranıyor. Her şey karşılıklıdır. Senin inadın yüzünden evde tartışmalar çıkıyor ve senin isteklerin yerine gelmiyor. Ailede herkesin bir görevi var. Senin görevin okula gitmek, ders çalışmak, evde bazı işlere yardımcı olmak. Bence sen şimdi ödevini yaparsan baban seninle basketbol oynayacaktır. Hem de büyük bir istekle” dedim. Kardeşim inanılmaz bir şekilde söylediklerimi yapmaya başladı. Ama bu arada kendi kendine de Allah Allah sanki biri benimle konuşuyordu. Acaba Çiğdem öğretmenim perdenin arkasında mı?” diye perdenin, kanepenin arkasına bakıyordu. Dokuz yaşında olan kardeşim aslında bazen kocaman bir insan gibi de davranabiliyor ve bizi, çevresindekileri çok şaşırtıyordu. Ödevlerini büyük bir coşkuyla yapmaya başlaması annemle babamı çok şaşırtmıştı. Aslında ödevler ona çok kolay gelirdi. Ama biraz şımarıklığından biraz umursamazlığından hep oyalanırdı. Ama ödevini bitirdikten sonra annemden kocaman bir aferin ödülü ve lazanya sözü aldı. Babamla bisikletle gezip basketbol oynayacaklardı. Belki haftaya da basketbol topu alınırdı.
Ablamın derdi ise üniversite üçüncü sınıfta ve denizcilik işletmesi okuyordu. İkinci bir bölüme başlamıştı. “Acaba başarılı olacak mıydım” endişeleri vardı. Ona nasıl yardım edeceğimi bilemiyordum ama çalışırken odasına gidip arkasından ona sarıldım. İrkildi, ne olduğunu anlayamadı. Yanağına kocaman bir öpücük kondurup onu ne kadar sevdiğimi sessizce kulağına söyledim. Onu örnek aldığımı ve öyle olmak istediğimi söyledim. Önce irkildi ama sonra duyduklarının karşısında hem şaşırdı hem de çok mutlu oldu ama hala daha bakınıp kız kardeşini arıyordu. Odasına gidip bakmaya hazırlanıyordu ki telefonu çaldı. İyi ki çaldı, çünkü odamda beni göremeyince çok şaşıracaktı.
Bu görünmezlik benim çok hoşuma gidiyordu. Ama sürem de dolmak üzereydi.
Bunu da söylemeden geçemeyeceğim ama kardeşim basketbol oynadıktan sonra odasına çıkıp derslerini tekrar etmeye başlamıştı. Ailem için yapacak çok şey yoktu. Benim ailem küçük şeylerden mutlu olmayı bilen ve üçümüzü de ellerinden geldiğince iyi yetiştiren güzel bir aileydi. Bunları başkalarının söylediğine de hep tanık oluyordum. “Ne kadar güzel bir ailesiniz, hep birlikte birçok şey paylaşıp mutlu görünüyorsunuz” sözleri bana artık hiç yabancı değildi. Ülkem ve çevrem için yaptıklarım sanırım onları yeterince gururlandırıp mutlu edecekti. Yalnız annemi bir an önce ikna edip varislerini tedavi ettirmeliyiz. Bunu bütün aile ile yapmalıydım. Görünür olduktan sonra da bunu yapabilirdim herhalde diye düşünüyordum. Benim ailemin sevgi baloncuklarına çok fazla ihtiyaçları yok çünkü onlarda da en az benimkiler kadar var. Kendim için ne yapabilirim diye düşündüm. Ben kendim için sadece ailemin, tanıdıklarımın ve hayvanların korunması, sağlıklı olması, aç kalmaması dilek ve dualarımdır. Ben onlarla benim; onlar olmadan ben neyim ki?..
Bu düşünceler içindeyken üzerimde aniden bir ağırlık hissettim. Annemin şefkatli ve tatlı sesi kulaklarımı okşadı. “Kalk Azra” diyordu. “Bak sana ne aldık” diyordu. Gözlerimi açtığımda kendime gelmek için on – on beş saniye istedim. Gözlerime inanamıyordum. Üzerimde iki avucuma sığacak büyüklükte, pekinez bir köpek vardı. Hayatımda bu kadar tatlı, harika, güzel bir şey görmemiştim. Annemle babam bana sürpriz yapıp, köpek korkumu yenmek için bu tatlı yaratığı almışlardı. Ama en önemlisi görünmez olmam tamamen bir rüyaydı, hem de çok güzel bir rüya… Bu rüyada da yine kendim gibi davranmışım ve herkese sevgi dağıtmışım. Demek ki bu söz doğruymuş “Sevgi her şeyin anahtardır.” “Köpeğimi çok sevdim ve bu sevgiyle de bu korkudan kurtuldum ve köpeğimin adını da CARLOS koydum.