GÖZALTI
Hepimiz gözaltındayız.
Karşımdaki adam az önce göçtü bu dünyadan.
Şimdi oturmuş beni izliyor. Gözlerini kısmış, öylesine bakıyor.
Bu hücrenin içinde bir ölü var ve ben de onu gözlüyorum, ben de gözaltındayım, herkes gibi.
Az sonra bir ölü sevici gelecek, bir işkence delisi, bir psikopat ağzında cigarayla. Sanki film sahnesi çevriliyor da parlak ışıkların içinde hepimiz rol oynuyoruz. Birazdan alıp götürecekler beni de, diğer kilitli odalara, sevecekler bir güzel, ağzımdan şarıl şurul kanlar gelinceye dek. Üniforma giyip öyle bakacaklar gözlerime, yalan arayacaklar, gözlerinde şeytanın gülücüğü olacak, onlar vurdukça ben ah! diyeceğim işte, bu hücre öyle bir hücre ki bizi bir bir öldürecekler.
Karşımdaki adam halen bana bakıyor, gözlerinin rengi yavaş yavaş değişiyor, onu da birazdan alıp götürecekler. Ellerden ayaklardan tutup gözden kaybedecekler. Ben hücrenin içindeki hücrede yapayalnız kalacağım.
Ara sıra aklım yettiğince geceleyin sessizliğin içinden geçip kulağıma doğru yürüyen, sonra da merhaba ben acıyım, ben suçluyum, ben kabul ediyorum, dur abi tamam, bir şey anlatacağım diyen insan sesleri gelir. Ben soğuk, sanki buzdan kesilmiş bir taşın üzerinde anneciğimin karnında onca ay nasıl kalmışsam öyle iki büklüm yatır, içimdekilerini daha içime çeker, ellerimi ısıtan vücudumun yanıltıcı sıcaklığıyla duvarları seyrederim. Orada, duvarların soluk grisine hayal defterimden satırlar yazarım. Çok uzun sürmez bu da. Aniden kaybolur o bulutlar ve ben buraya nasıl düştüğümü, toplumun içindeki şiddetin çarklarından süzülüp nasıl bu hücreye geldiğimi hatırlarım. İlkokulda yüzüme tebeşir fırlatan öğretmenimi, okulda yediğim dayakların kalbimde kalan izlerini hatırlarım. Arkadaşlarla sokak kavgalarımızı, dostuma attığım ilk tokadı, nümayişte yediğim ilk yumruğu, hatırlarım. Biraz sonra yiyeceğim dayakları da sıraya dizerim.
Yazarın biri benim hikayemi yazacak olsa, ne romandır hayatım, üç vakte kadar içinde boğulacağım küfrün alasını ben hayatımın ilk baharında dışardakilerden duydum ve yaşadım. Kendini özgür hisseden zavallıların bulunduğu bir çevrede büyümenin sıkıntısı vardır özgeçmişimde. Onlar ki, bir kuşun kanadına tünemişler, kendilerinin uçtuğunu zannederek kötürüm olmuş kanatlarını cik cik sesler çıkararak çırparlar...
Başka bir kuşun kanadıyla yol alan mahpuslar. Özgürlük hevesleri dört metreye iki metre hücre kadar olan, kendini kendinden başkasının tanımadığı, bu yüzden de hiç kimsenin artık birbirini tanıyamadığı bir toprakta büyüdüm, halen büyüyorum.
Bu hücrenin içinde ellerimde kelepçeler yok, iki sokum yemeğim, ölmeyecek kadar nefesim var. Çok konuşunca vurulma tehlikem, ayıya ayı, köre kör deyince dışarı atılma ve dışarıdakiler tarafından kapılma ihtimalim var.
Kilitli kapı açılıyor, tok bir ses ve emir cümlesi, hazırlan yargıç karşına çıkacaksın.
Nefes alıyorum, hücrenin dışında başka bir hayat var. Onlar güneşi görüyorlar.
Mahkemenin koridorlarında ite kaka yürüyorum. İki saat sonra yargıç yüzüme bakıp, ağzı açık, bu ne hal diyecek, biliyorum. Öyle oluyor. Soruşturma bitmiş, serbest kalıyorum. Masum olduğumu bilmesem o hücrede istifra ettiğim gibi, önüme konulan suçları işlediğimi de itiraf ederdim.
Ah bu güneş, bu gökyüzü, bu insan yavruları, şimdi bir hücreden çıkıp başka bir hücreye konulacağım zamanı bekleyeceğim.
* * *
“Bir kafes kuş aramaya çıkmış” der yazarın biri.
Elleri şiddete çağıran bir belleğin topluma hakim olmasına izin verilmemeli. Susmamalı yüreğinde adalet kalanlar, insan olmanın erdemine yananların yanında yer almalı her ses, çok gürültü yapıp aynı tekerlemeyi söyleyenler değil değiştirecek bu toprakları, devletin görevlisinin varsa bir itirazı gerektiğinde ayağa kalkıp, dur, diye bağırmalı.
Gün gibi ortadaysa eğer bu hücre içindeki hücrelerimiz ve susuyorsak korkularımızdan, daha çok insan ölecek ve hayallerini duvarlara yazan onca insan kaybedilecek, birer birer.
Gözaltında insan yitirmek, bu toprakların kaderi olmamalı.
Kafesler kuş arayadursun, o kafeslere inat, kuşlar her daim özgür olmalı.