Gözlerimiz Acıyacak Çünkü Onları Hiç Kullanmadık!
Gözlerimiz Acıyacak Çünkü Onları Hiç Kullanmadık!
Tufan Erhürman
İnsan hep aklının, vicdanının, gözlerinin ve gırtlağının tamamen kendine ait olduğu inancıyla yaşar. İlk bakışta bu cümlede “bilgi” yerine “inanç” sözcüğünün kullanılması tuhaf gelebilir okuyucuya. Oysa sahiden de bir “bilgi” değil, “inanç”tır söz konusu olan. Çünkü çoğu zaman düşüncelerimiz de, duygularımız da, gözlerimiz de, sesimiz de bize ait değildir.
Matrix’i izleyenler hatırlayacaklardır. Filmin bir sahnesinde Neo, Morpheus’a, “gözlerim neden acıyor” diye sorar. Morpheus’un yanıtı çarpıcıdır: “Çünkü onları hiç kullanmadın”. Oysa Neo, o güne kadar dünyayı kendi gözleriyle gördüğü inancındadır. Gördüğü elbette doğrudur. Ama öyle olduğuna inanmış olmasına karşın dünyayı kendi gözleriyle görmemiştir o güne kadar. Hatta başkalarının gözleriyle görmeye o kadar alışmıştır ki kendi gözlerini kullanmayı dahi unutmuştur. Morpheus’un yanında ilk kez kendi gözleriyle bakarken dünyaya, duyduğu acının sebebi budur.
Özellikle günümüz dünyasında, devletin ve piyasanın ideolojik aygıtlarının, medyanın, teknolojinin ve iletişim olanaklarının gelişmesiyle birlikte, düşüncelerimiz, duygularımız, gözlerimiz ve sesimiz her gün biraz daha bizden uzaklaşmakta, bizim bu konudaki farkındalığımız da her gün biraz daha azalmaktadır. Dahası, her kim ise bizi kendine tabi kılan, “iyi” düşünceyi, “iyi” duyguyu, “iyi” gözü ve “iyi” sesi belirleme yetkisini de o elinde tutmaktadır. Bu durumun doğal sonucu, her birimizin, daha “iyi” olabilmek için tabi olduğumuzun arzuladığı gibi düşünmek, hissetmek, görmek ve konuşmak için birbirimizle yarışmamızdır.
Zurnanın zırt dediği yer tam da burasıdır. Çünkü bugün “sorun” olarak tanımlanabilecek ne varsa dünyada, onun bir türlü çözülememesinin sebebi buradadır. Sorunu üretenin aklıyla düşündüğümüz, onun “duygu dünyası” içerisinde hissettiğimiz, dünyayı onun gözleriyle gördüğümüz ve onun belirlediği sesle konuştuğumuz müddetçe, onun tarafından üretilmiş sorunlara çözüm bulmamız elbette imkansızdır. O nedenle, belki de sorunlara çözüm üretmek isteyenlerin yapabilecekleri tek şey, Orinoco Nehri civarında doğmuş olan eski bilgelerin tavsiyelerine kulak vermektir (Eduardo Galeano, Ve Günler Yürümeye Başladı, çev. Süleyman Doğru, İstanbul, Sel Yayınları, 2012, s. 155):
“Dünyaların dünyasını görmek için, gözlerini değiştir.
Kuşların şarkını dinlemesi için gırtlağını değiştir.”
Elbette, bugüne kadar bizim olduğuna inandığımız gözlerden vazgeçmek de, sahibi olduğumuzdan zerre kuşku duymadığımız gırtlağı söküp atmak da kolay değildir. Bunu yapmasını istediğimiz kişi, gözsüz ve gırtlaksız kalacağını, bir daha asla görmeyeceğini, konuşamayacağını, şarkı söyleyemeyeceğini sanacaktır. Dahası, tavsiyeye uyup da gözlerini ve gırtlağını değiştirse bile, tamamen kendine ait olanları kullanmayı denediği ilk anda bocalayacak, gözlerini ilk kez kullanan Neo gibi acıyla sarsılacaktır. Başkalarının esiri olduklarını fark edememiş olanlar bir yana, bunun farkında olanların da gözlerini ve gırtlaklarını değiştirmeye cesaret edememelerinin yegane sebebi herhalde budur.
Ama gelin görün ki sorunlara çözüm bulmak niyetindeyseniz galiba başka çare de yoktur. Önce farkına varmak, sonra cesaret etmek, nihayet yaşanacak acıya katlanmak gerekir. Yoksa bu düşünce biçimi, bu kendine vicdan demeye dillerin varmadığı “vicdan”, bu olguları ve olayları çarpıttıkça çarpıtan gözler ve bu cırtlak seslerle, bizi esir edenlerin limanlarından başka varılabilecek liman yoktur.