1. YAZARLAR

  2. Hasan Yıkıcı

  3. Gözlerinde yitip giden ne?
Hasan Yıkıcı

Hasan Yıkıcı

Gözlerinde yitip giden ne?

A+A-

Kaybolmaktan korkuyorsun...
Kim bilir daha nice korkularının arasına sıkıştırıyorsun 'kayboluş korkusunu'
Üzerine kat kat perdeler çekiyorsun, kimseler karışmasın, kimseler dağıtmasın diye kumdan kalelerini...
Renksiz bir yaşamı tercih ediyorsun... Veya yaşam seni bir şekilde renksizliğe sürüklüyor.
Belki de her ikisi…
Ardına sığındığın perdelerin gölgesinde solgun bir sese dönüşüyor varlığın...

***

Uğultularına karışıyor korkuların;
İç seslerinin, bastırılmış arzularının, kaybolmuş düşlerinin...
Sahi, hayaletler dadanıyor mu gündüz düşlerinde tepene?
Vazgeçtiğin düşlerinin, bozduğun hayallerinin ve 'ah' çektiğin zamanların yitirilmiş anılarının hayaletleri...
Dadanıyor mu dünün bulanık yorgunluğu, yarının sisli yolları gözlerinin önüne?
Gözlerinin içi buğulanıyor.  
Solgun bir hiçliğe dönüşüyor varlığın...
Kendi uğultunda kayboluyorsun, dünyanın uğultusundan saklanırken...

***

En son ne zaman yanlış bir yola saptın? Ne zaman kayboldun? Ne zaman şaşırdın yönünü?
Hepsi yaşamaya dair... Hepsi insan olmaya dair...
En son ne zaman yüreğin avuçlarının içine taşacakmış gibi oldu?
Gözlerinden kelebekler, ağzından gökkuşakları fırladı?
Sarıldığın solgun ışıkta en son ne zaman yaşadığını hissettin?
Halbuki insan yaşadığını en fazla kendi güvenceli alanın dışına çıkınca hisseder...
Hayatın sınırlarını aşındırınca, varlığının barikatlarında sınır ihlali yapınca...
Oysa sen, solgun bir gölgenin huzursuzluğunda, gittikçe daralan sınırların içerisinde gülüşlerini kaybediyorsun.

***

Ağızında çevirdiğin tüm tatlar, pas tutmuş demir gibi şimdi…
Tüküremiyorsun, yutamıyorsun…
Ama hızla pas tutuyorsun…

***

Ben geçen akşam kayboldum... Bilmediğim bir yola saptım, sokak lambalarının bile bastıramadığı bir karanlığa girdim.
-Sokak lambaları mı sahteydi yoksa karanlık mı? Sanırım sokak lambaları...-
Kentin sessizliği bağırdı, korktum...
İnsanların uğultusu sustu, rahatladım...
Makinelerin gürültüsü durdu, ferahladım…
Yolun ucu kayboldu, şaşırdım...
Sokak lambaları söndü, aydınlandım...
Yer sallanmaya başladı, panikledim…
Gök önüme düştü, yıldızları toplamaya çalıştım...
Hala yıldızları toplamaya çalışıyorum...
Belki yıldızlar da beni...

***

Herkes kendi sınırlarının tutsağı, kendi barikatlarının nöbetçisi...
Herkes biraz da kendi kendinin esiri...
Herkes biraz da kendi solgun sesinin kaybolup giden bir tınısı...
Üzerimize giydiğimiz kat kat kimlikler, statüler, güvenceler; çoluk çocuğa karışmalar, mal-mülkler, arabalar...
Hepsi bizi bir yerlerde sabit tutmak için…
Değil mi ki tüm iktidarlar sabit olmayandan korkar…
Çünkü sabit olmayan, aynı zamanda kontrol edilemez, ne yapacağı bilinemez olandır da.

***

Bir caz tını geliyor, uzak ile yakın kayboluyor...
Ritimsiz, düzensiz, karmaşık ve dağınık bir tını...
İçinde kaybolmak istiyorum;
Bir bedenin kokusunda, bir ışığın vurduğu anda ve bir sokak lambasının söndüğü gecede...
Bir caz tınısı geliyor, uzak ile yakın kayboluyor...
Var ile yok, yer ile gök birbirine karışıyor…  Zamanlı zamansız yaşamlar giyiyorum, yersiz yurtsuz sevişmeler… Kayboluyorum... Devrim yapmak istemiyorum, devrim olmak istiyorum.

***

Solgun bir ses vuruyor gözlerine...
Gözlerinde yitip giden ne?

 

 

 

 

 

 

Bu yazı toplam 1903 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar