1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. Grivas Sokağı’nı, “Kıbrıslıtürk Kayıplar Sokağı” yaptılar…
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

Grivas Sokağı’nı, “Kıbrıslıtürk Kayıplar Sokağı” yaptılar…

A+A-

Kıbrıslırum solcu gençlik grubu, Lefkoşa’da bazı sokak isimlerine müdahale ederek eylem yaptı…

Bir grup Kıbrıslırum solcu aktivist genç önceki akşam Lefkoşa’nın güneyinde bazı sokak isimlerine müdahale ederek eylem yaptı.

“Grivas Diğenis” isimli Eylence ve Kaymaklı bölgesindeki sokak tabelalarına müdahale eden genç aktivistler, bir sokağa “Kıbrıslıtürk Kayıplar Sokağı”, iki diğer sokağa “Köfünye Kurbanları” ve “Birleşik Kıbrıs Caddesi” ismini verdi. Bir diğer sokağa da 1958’de Lefkonuk’ta bir ağaca bağlanıp taşlanarak EOKA’nın maskeli elemanları tarafından öldürülen Kufezli Savvas Meniku’nun adı verildi.

“Sol Hareket – Federasyon İstiyoruz” isimli grup, sokak tabelalarına aynı renk ve aynı dizaynla hazırlanmış yeni sokak isimlerini yapıştırdı ve bir de video çekerek bunu sosyal medyada paylaştı.

Videoda Grivas Diğenis Sokağı’nın “Savvas Meniku Sokağı” olarak değiştirilmesinin nedeninin Grivas’ın adamları tarafından 23 Mayıs 1958’de Savvas Meniku’nun siyasi görüşleri nedeniyle taşlanarak öldürülmüş olması” olarak açıkladı.

Eylence ve Kaymaklı belediyeleri ise bu duruma tepki göstererek polise başvurdular ve sokak isimlerini değiştirmiş olan aktivistlerin yakalanarak cezalandırılmasını talep ettiler.

Solcu aktivist grup, “Kıbrıs’ta barış ve birleşmeye giden yol, tarihimizin samimi ve eleştirel biçimde değerlendirilmesinden geçer… Federal bir devletin yanı sıra her iki toplumdan insanların karşılıklı olarak birbirlerine saygı gösterecekleri federal bir bilinç oluşturmamız gerekir. Her iki toplumdan da kurbanların anısını yaşatma görevi, yurdumuzu birleştirmek için mücadelemizin bir parçasıdır.

Kıbrıs bölünmek için çok küçük, herkesi sığabilecek kadar da büyüktür…”

sokak.jpg

(Cyprus Weekly ve SIGMA’dan derleyip Türkçeleştiren:Sevgül Uludağ-2.4.2017)


“Din ayrılıklarını silen mezarlık…”

Atilla DORSAY

“…Gelelim Mersin’in ünlü mezarlığına...Görmeseydim inanmazdım, ama kendi gözlerimle gördüm. Burada Türk, Kürt, Rum,Yahudi, Müslüman, Hıristiyan (Ortdoks veya Katolik) demeden, her dinden ve her mezhepten insanlar yanyana defnedilebiliyor.

1998’de kültür bakanlığı tarafından ‘Taşınmaz Kültür Varlığı’ olarak tescil edilip korunmaya alınan Mersin Şehir Mezarlığı, 1936’da açılmış. O yıllarda liman ve demiryolunun açılması kente değişik etnik ve inançtan kişilerin göçünü getirmiş. Ve dinler-arası evlilikler de ortaya çıkmış. Dönemin belediye başkanı Mithat Toroğlu da müftüden din ayrımı yapılmadan gömülme fetvasını almış.

Diğer mezarlık alanlarının kullanımı da yasaklanınca, buraya sayısız mezar nakli yapılmış. Bilgi kaynaklarında şöyle diyor: “Dünyada benzerlerinin ender örneğini teşkil eden, dinleri ne olursa olsun kent halkının tümünü bağrına basan Mersin Şehir Mezarlığı, tahammülsüzlüğün, bağnazlığın ve etnik ayırımcılığın etkin olduğu günümüz dünyasında önemli mesajlar vermektedir. Her dine ait bayramlarda, burayı ziyaret eden farklı ruhani dinlere mensup din adamları, bir arada ve el ele bir kutlama havasında, hep bir ağızdan Yaradan’a yakarıp, birlik ve beraberlik mesajı vermektedirler”.

mesar.jpg

Ölümde de hayattaki gibi yan yana olmak

Böylece diyelim ki Müslüman bir erkekle Katolik eşi, tüm hayatlarını birlikte geçirdikten sonra toprağın altında ayrılmak zorunda değil. Birçok yerde gördüğüm gibi, birlikte huzur içinde yatıyorlar. Bunun taşıdığı görkemli hoşgörüyü ve örnek alınması gereken çağdaşlığı beğenmemek mümkün mü?

Böylesine bir uygulama, tarih boyunca bitmeyen din savaşlarıyla bölünüp onca can vermiş, günümüzde de bunların daha tavan yaptığı bir ortamda, tüm insanlığa nasıl bir ders veriyor!.. Ülkemizden yükselip tüm dünyaya yayılan bu sesin önemini takdirinize bırakıyorum…”

 (T24 – Atilla DORSAY – 2.4.2017)

 


 

“Komşudan sevgilerle…”

MURAT TÜRKER

19. Selanik Belgesel Festivali'nde gösterilmiş Yunanistan yapımlarından bazılarını sizin için derledik:

Ordu'dan göç etmek zorunda kalan Pontus Rumları'nın bir kısmı Kerkini Gölü'nün kıyılarındaki köylere yerleştirilmişti. Bu yüzden Selanik'in kuzeyinde, Bulgaristan sınırında bulunan bu baraj gölü hakkındaki belgeselde, kulaklarımızı okşayan tınılarda kemençeyi duymamız tesadüf değil.

Müteveffa sinema ustası Theo Angelopoulos'un Ağlayan Çayır filminin meşhur sahnelerinin çekildiği gölün bugünkü haline yönelttiği kamera, yönetmen Pandora Mouriki'ye 19.Selanik Belgesel Festivalinde WWF (Dünya Doğayı Koruma Vakfı) ödülü kazandırdı.

Ölçüsüz avlanma yüzünden hem balıkların hem kuş türlerinin iyice azaldığı, floranın zayıfladığı fotojenik göl insanların tabiata vahşi yaklaşımından epey etkilenmiş, ama hala çok etkileyici.

Belgeselde Angelopoulos'un Pakistan'da bir diğer filmi için kurduğu setin bölge mimarisi dokusuna uygun binalarına saygı gösterildiğini öğreniyoruz. Oysa Kerkini'de filmden kalan dekorların yerinde yeller esiyor.

Days of a Lake (Gölün Günleri) adlı 48 dakikalık estetik yapım gölün çevresinde yaşayan ahalinin kaybolmakta olan bazı geleneklerine bizi keyifle dahil ederken, koruma eşiğini yükselterek bir parçası olduğumuz doğaya dair ne varsa acilen kurtarmamız gerektiğini hatırlatıyor.

Hikayesi Uzun Yol

Osmanlı döneminde Doğu Karadeniz'den kaçıp Gürcistan'a sığınan Pontuslu Hıristiyanlar’ın ilk kafilesi sadece Türkçe konuşuyordu. Yerleştikleri coğrafya çok çetin ve çorak olduğu halde, yıllar içinde yine Pontus'tan kendilerine katılan soydaşlarıyla yeni hayatlar kurdular, çalışkanlıkları ve becerileriyle oraları bölgenin gözbebeği sayılabilecek seviyelere getirdiler.

Fakat özellikle Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra geleneksel yaşamlarının sekteye uğramasıyla bu sefer de Yunanistan'a göç başladı. Doğu Karadeniz'den göç edenlerin zamanında kurulmuş 52 köyden neredeyse hiçbiri, günümüzde eski ahalisini barındırmıyor. Yönetmen Damianos Maximov, A road with a Long History (Hikâyesi Uzun Yol) adlı belgeselle her şeye rağmen köklerine bağlılığını sürdürmüş Pontuslu'lara saygı duruşunda bulunuyor; bazılarının hâlâ kullandığı Yunanca'nın dünyadaki en antik lehçesi Pontusçaya kulak kabartmakta fayda var.

Girit 1947

Almanya savaşı kaybetmiş, işgal ettiği Yunanistan'dan çekilmekteydi. Fakat Churchill liderliğindeki Birleşik Krallığın kontrolü sağlamak üzere adaya yollayacak yeterli birlikleri olmadığından, Almanya ordusu savaşı kaybeden taraf olmasına rağmen bir süre daha asayişi sağlamakla görevlendirilmişti!

Ne de olsa Girit, Osmanlı'nın çekilmesi sırasında çetin mücadele yürütmüş, eli iyi silah tutan direnişçilerle doluydu. Türkler'den kalan topraklar Girit'in büyük ailelerinin eline geçmiş, ağalığın getirdiği sınıfsal çatışma iyice pekiştiğinden zenginlerin tedirginliği artmıştı. Almanya’nın silahlarıyla kendilerini korumak üzere gizli infaz birlikleri kurdular, iç savaş patlayıp direnişçiler komünist düşmanlar olarak damgalanınca kan gövdeyi götürdü.

Peder Nikolaos Apostolakis de direnişçilere doğal bir sempati duyanlardandı; çeşitli tehditler sonrasında eşi ve çocuklarının gözü önünde evinden kaçırıldı, vahşi işkencelere tabi tutuldu ve can vermemiş olduğu düşünülen bedeni uçurumdan yuvarlandı. Amaç daha çok, ahaliye gözdağı vermekti, bunda başarılı da olundu. Yunanistan'da buna benzer binlerce olay yaşanmış olmasına rağmen, baskıcı sağcıların otoritesi hafızayı silmek üzere insanları sindirdi; bu tip hadiselerin 2017 yılında, Selanik Belgesel Festivali gibi etkinliklerde insanları şoke edebilmesi gerçekten şaşırtıcı olduğu kadar üzücü.

O yüzden de yönetmen Kostas Dandinakis Dragged Off a Cliff, Crete 1947 (Uçurumdan Aşağı, Girit 1947) adlı belgeselde pederin çığlıklarını şahsen duymuş birçok insana aynı şeyi söyletip duruyor, çünkü ülkede beyni yıkanmış inkârcı güruh devletin resmî söylemine kanıp tercihini iktidardan yana kullanmaya devam etmekte. Küçük prodüksiyonlu yapım, pederin çocuklarının da tutulan kayıtlar yüzünden özellikle üniversite yıllarında damgalanıp ayrımcılığa ve kötü muameleye tabi tutulduğunu ortaya çıkarıyor.

Fikrine danışılan bir akademisyen günümüzde IŞİD dehşetinin Giritlileri fazla şaşırtmadığını, benzer vahşet eylemlerinin adada korkutma politikasının bir parçası olarak, çok da eski olmayan mevzubahis dönemde geniş çapta kullanıldığını belirtiyor. Girit'in ağaları nesiller boyunca iktidarlarını Atina'da siyasete dahil olarak yürütmeye devam ettirdiğinden "sıradan" adalılar düşüncelerini ve bildiklerini serbestçe ifade etmekten hâlâ çekiniyorlar.

 (BİANET.ORG – Murat Türker – 1.4.2017)

 

 

 

 

 

 

Bu yazı toplam 3221 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar