“Grivas’ı anma töreninin ortaya çıkardığı şeyler…”
George KUMULLİS
(Çok değerli arkadaşımız, araştırmacı yazar George Kumullis’ten 1 Şubat 2025 Cumartesi günü POLİTİS gazetesinde “Grivas’ı anma töreninin ortaya çıkardıkları” başlığıyla Rumca olarak yayımlanan yazısını İngilizce’ye çevirmesini istedik. O da her zaman olduğu gibi bizi kırmayarak bu ricamızı yerine getirdi. Kumullis’in bize gönderdiği İngilizce metni okurlarımız için özetle Türkçeleştirdik. Kendisine yürekten teşekkür ederiz. S.U.)
“Tarihten öğrenemediklerimizi öğreniriz tarihte…”
Friedrich Hegel, 1770-1831, Alman Felsefeci…
Geçtiğimiz Pazar günü yapılan Grivas’I anma töreninin teyid ettiklerini iki kelimeyle tarif edecek olsak, “aşırı sağa dönüş” derdim. ELAM tarafından önü kesilmeden önce DİSİ, böylesi bir gelişmeden kaçınmak maksadıyla “bunu düzeltecek önlemler” almaya karar verdi. Grivas’I anma töreninde tüm DİSİ partisi (yetkilileri) varlıklarıyla boy gösterdiler ve kendilerinin ELAM’dan daha ELAM’cı olduklarını ortaya koymaya çalıştılar. Son cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde iki etkili DİSİ üyesinin yapmış olduğu gibi yakın gelecekte DİSİ’nin bir bölümünün ELAM’a katılması sürpriz olmayacaktır.
MİLLETVEKİLLERİNİN GRİVAS’I ONORE ETMESİ KABUL EDİLEMEZ…
Daha önceki makalelerimde de belirtmiş olduğum gibi, insan hakları ve demokrasiyi koruma görevi verilmiş olan milletvekillerinin, Kıbrıs Cumhuriyeti’ne saldırmak üzere bir suç örgütü kuran, patlayıcı çalan, polis karakolları ve hükümete ait arabaları havaya uçuran ve en kötüsü toplam 55 Kıbrıslı’yı öldürmüş olan bir adamı onore etmeleri kabul edilemez. (Ölen Direniş Savaşçılarının Yakınları Tüm Kıbrıs örgütünün vrilerine göre, 13 Kıbrıslırum EOKA B tarafından darbe öncesinde öldürülmüştü, 38 kişi darbe esnasında öldürüldü, 4 kişi de EOKA B tarafından darbeden sonra öldürüldü.)
KLİRİDİS: “GRİVAS, KATİL OLARAK KINANMALI…”
Bu cinayetler arasında en dikkat çekeni, bir EOKA A militanı ve Kliridis’in partisinin bir üyesi olan Stelyos Mavros’un öldürülmesiydi – o, yalnızca EOKA B’nin eylemlerini onaylamadığını ifade etmekteydi.
26 Ocak 1974 tarihinde Fileleftheros gazetesi şöyle yazmıştı: “Kahraman Stelyos Mavru, Grivas’ın kana susamış suikastçıları tarafından öldürüldü…” DİSİ’li milletvekillerinin, Stelyos Mavros’un yakınlarının gözlerine nasıl bakacağını görmek isterdim.
Aynı günkü Fileleftheros gazetesinde (26 Ocak 1974) DİSİ’nin kurucusu Glafkos Kliridis’in bu korkunç suçla ilgili açıklamalarını okuyoruz, o günlerde Kliridis, Parlamento Sözcüsü idi: “Grivas'ın korkak katilleri haindir.. Parlamento'dan Grivas'ı katil olarak kınamasını isteyeceğim.”
KIBRIS’IN YIKIMINI MÜHÜRLEYENLER BUNLARDI…
Öyleyse nasıl oluyor da DİSİ, cinayetlerin beyni olan birisine övgüler düzüyor? Bu konu siyasi olmakla kalmıyor. Aynı zamanda ahlaki bir konudur. DİSİ’li milletvekillerinin Hristiyan prensipleri nereye gitti? Hristiyan Ortodoks olmakla övünen birisine, Hristiyanlık’taki “öldürmeyeceksin” emrini hiçe saymasına izin mi verilecektir? Bugün ortaya konanlardan ötürü eminim ki Kliridis mezarında ters dönüyordur… Bu yurdun bir yurttaşı olarak merak ediyorum, yurdumuzun yok edilmesinin sembollerini kahramanlaştırırken, genç kuşaklarımıza ne tür değerler aşılamaktayız. Terörizm ve darbeler, doğuştan gelen şeyler değildir. Bunlar kirli bir ortamda kuluçkaya yatırılarak doğuyorlar, tıpkı Kıbrıs'ta cunta döneminde gördüğümüz gibi ve ne yazık ki bu o günlerde Kıbrıslırumların çoğunluğunun benimsediği bir durumdu. İşte böylesi bir ortamda diktatörlüğün iğrenç destekçileri, suç örgütü EOKA-B'nin liderleri ve reisleri ve faşizmin sinir bozucu yavruları Kıbrıs’ın yıkımını mühürleyeceklerdi.
KASITLI BİR TUTUM…
DİSİ’nin Grivas’ı yalnızca 1955-59 dönemindeki “şanlı mücadelesi” nedeniyle onurlandırıp, eylemlerinin diğer tartışmalı yönlerini görmezden geldiği tutumu, her türlü mantık duygusunu ihlal eden, komik, kasıtlı ve basit bir tutumdur. (DİSİ’nin konuya bakış şekliyle) bakacak olursak o zaman Stalin, Çavuşesku, Hitler, Mussolini gibi tiranlar da kahraman olarak onurlandırılmalıdır çünkü gerçekten de tarihlerine “parçalar” halinde bakarsak, yaşamlarının bir aşamasında ülkelerine fayda sağlamışlardır.
SİLAHLI MÜCADELENİN ETKİLERİ OLUMSUZ OLDU…
Ancak DİSİ’li milletvekillerinin ısrarcı oldukları şekilde tarihe parça parça bakamayacağımızı gözardı etsek bile, silahlı mücadelenin ne faydası olmuştu? Glafkos Kliridis, kaleme aldığı hatıralarında ENOSİS için silahlı mücadelenin bir hata olduğunu yazmıştır. Gelenek olduğu üzere duygusallıktan uzak biçimde soğuk bir mantığın merceğinden bu mücadelenin etkilerine bakacak olursak, o zaman tümüyle olumsuz şeyler olduğunu göreceğiz. Ben yalnızca en önemlilerinden söz etmek istiyorum:
*** ENOSİS hedefinin yakılması
*** Kıbrıslırumlar’la Kıbrıslıtürkler arasındaki geleneksel dostluğun yok edilmesi
*** Kıbrıslırumlar arasında solcu ve sağcı diye kutuplaşma yaratılması
*** Özgürlüğe inanan pek çok genç erkeğin adil olmayan ve gereksiz biçimde kurban edilmesi
*** Kıbrıslıtürk milliyetçiliğinin yükselişi
*** EOKA’ya karşılık terörist TMT’nin oluşturulması
*** İstanbul (Konstantinopol) Elenizmi’nin yok edilmesi
*** 1958’de mücadelenin dejenere olarak inançları nedeniyle solcuların zalim biçimde öldürülmesi (örneğin Menikos, Stilyanu vs.)
*** Türk askerlerinin Kıbrıs’a yeniden gelmesini ve Türkiye’ye müdahale hakları veren bir çözümün kabul edilmesi; Zürih-Londra Anlaşmaları’nın kabul edilmemesi, Macmillan taksim planının uygulanması anlamına gelecekti…
*** EOKA B’ye EOKA A tarafından insan gücü sağlanması
*** Türk işgali
BAĞIMSIZLIK MÜCADELESİ DEĞİLDİ…
Bazıları tüm bunlara karşı çıkarak “özgürlük havası alabilmemizi” EOKA’nın mücadelesine borçlu olduğumuzu söyleyecektir. Bu tümüyle gülünçtür. Tarih hakkında temel bilgisi olanlar bileceklerdir ki mücadele, bağımsızlık mücadelesi değil, ENOSİS mücadelesiydi. 1950'lerde hakim olan sloganlar “Enosis ve sadece enosis” ve “Ya Enosis, ya Ölüm” idi.
EOKA gençlerinin fedakarlıkları hiçbir zaman Bağımsızlık Günü olan 1 Ekim'le değil, Enosis mücadelesiyle özdeşleşen 1 Nisan'la özdeşleştirilmiştir. (ENOSİS başarılamadığı için) mücadelenin başarısızlığı nedeniyle dini liderler mücadelenin ismini de değiştirmişler ve bunu “kurtuluş” mücadelesi olarak vaftiz etmişlerdir – bağımsızlığı EOKA’nın eylemleri sonucu kazandığımızı kastediyorlardı böylece.
TEK DAMLA KAN AKITILMAKSIZIN BAĞIMSIZ OLABİLİRDİK…
Böylece sağcı milletvekilleri ve medyanın çoğu da “kurtuluş mücadelesi” söylemine sarılıvermiştir. Bunlar, Büyük Britanya Başbakanı Harold Macmillan’ın meşhur “Değişim rüzgarları” başlıklı Şubat 1960’ta yaptığı konuşmadan da habersizdirler – bu konuşmada Macmillan, Büyük Britanya hükümetinin artık sömürgelerinin bağımsızlığını engellemediğini belirtmişti – yani bağımsızlığımızı garantör güçler ve tek yanlı müdahale hakları olmaksızın ve tek bir damla kan akıtılmaksızın da kazanabilirdik…
(POLİTİS gazetesinde 1.2.2025 tarihinde yayımlanan George Kumullis’in yazısının kendisinin İngilizce’ye çevirmiş olduğu metni özetle derleyip Türkçeleştiren: Sevgül Uludağ/YENİDÜZEN).
Kıbrıslırum ressam George Gavriel'in Grivas'la ilgili bir resmi...
*** GEÇMİŞLE YÜZLEŞMEYE DAİR YAZILAR…
“Honazlı Rum komşumuzun torunu ile duygusal bir buluşma…”
Kemal Yalçın/AGOS
Kiryaki Çorumoğlu 1912 yılında Denizli Honaz’da doğmuş. Annesinin adı Atena imiş. Evleri günümüzde Hisar Mahallesi Camii olan eski kilisenin karşısındaymış. Kiraz bahçeleri su değirmenin üst tarafında imiş. 1920 yılında mecburi sürgüne gönderilmişler. Kiryaki 8 yaşın iken annesi Atena ile birlikte Honaz’dan ayrılmış. Eğirdir, Kayseri, Mersin, Atina, Selanik, Drama yolunu takip ederek Mikropolis köyünde iskân edilmişler.
Kiryaki Çorumoğlu 1999 yılında 87 yaşında iken kızı Theodora Spiroğlu ile birlikte Honaz’a gelmiş. Evlerini, bahçelerini bulmuş.
Bahçelerinden iki torba toprak doldurmuş. Yunanistan’a götürmüş. Bir torba toprağı annesi Atena’nın vasiyetini yerine getirmek için mezarının üstüne dökmüş.
Bir torba toprak ile üç ayrı saksıya Honaz’dan götürdüğü kırmızı gülü, fesleğeni ve kafireyi (Honaz’da yetişen bir çiçek türü) ) dikmiş.
Kiryaki Çorumoğlu 1999 yılında Honaz’dan ayrılırken Yunanistan’daki adreslerini İsmet Ağabeyime bırakmış.
İsmet Ağabeyim, 1999 yılı Ağustos ayında Honaz’da bana Kiryaki Çorumoğlu’nun adresini verdi. “Yunanistan’a gidersen bizim komşuları arayıp bul,” dedi.
Yunanistan’a gittim. 5 Ocak 2000 tarihinde Drama vilayeti, Mikropolis köyüne ulaştım. Honazlı Kiryaki Çorumoğlu’nu buldum. 88 yaşında idi. Hafızası yerindeydi. Honaz şivesiyle konuşuyordu. Bütün hayatını anlattı. Aynen yazdım ve ‘Emanet Çeyiz’in 8’inci baskısının sonuna ekledim. Ayrıca fotoğraflarını çektim. Bu fotoğrafta Kiryaki Çorumoğlu’nun kızı Theodora Spiroğlu ve torunu Maria Aptidu da bulunuyordu.
Kiryaki Çorumoğlu’nun üç hayali vardı:
1. Ölmeden Honaz’a gitmek, evlerini ve bahçelerini görmek.
2. Bahçelerinden toprak getirip annesinin mezarına serpmek.
3. Hayatını yazdırmak. (Hayatını ben yazdım)
Kiryaki Çorumoğlu bu üç hayalini gerçekleştirdi. 2003 yılında, 91 yaşında vefat etti.
Kiryaki Çorumoğlu’nun kızının kızı Maria Aptidu 2018 yılında Almanya’ya çalışmaya gelmiş. Beni aramış. Bulamamış. 2024 yılında Müllheim’da rehber öğretmenlik yapan Hasan Özer ile tanışmış ve ona “Anneannemin hayatını yazan Kemal Yalçın’ı arıyorum,” demiş.
Hasan Özer “Ben Kemal Yalçın’ı tanıyorum, Bochum’da yaşıyor, gider buluruz,” demiş. Hasan Özer bana telefon etti. “Buyurun gelin,” dedim.
19 Ocak 2025, Pazar günü, Hasan Özer ile Maria Aptidu evime geldiler. Sarıldık birbirimize. 25 yıl önce Mikropolis köyünde çektiğim fotoğraftaki Maria’nın yüz ifadeleri değişmemişti.
Maria’ya Honaz’ın fotoğraflarını gösterdim. “Honaz’ı görmek istiyorum,” dedi.
Maria ile biraz Rumca, biraz Türkçe ve Almanca konuştuk.
Çevirileri Hasan Özer yaptı.
Daha sonra Kazım Güzel ve Zehra Güzel de geldiler.
Maria, “Ben çok duygulandım, ağlamak istiyorum,” diyordu.
Honaz’ı, kiraz bahçelerini, Yunanistan’daki köylerini uzun uzun konuştuk. Maria benden 2000 yılında kaydettiğim anneannesinin ses kayıtlarını istedi.
“Ses kayıtlarını Duisburg- Essen Üniversitesi Kemal Yalçın arşivine teslim ettim. Bir gün arşive gittiğimde ses kayıtlarının kopyasını alır, sana ulaştırırım,” dedim. Çok sevindi.
Maria, Yunanistan’da yaşayan annesine telefon açtı. Annesi ile de konuştum.
“Annemin hayatını yazdığınız için size çok teşekkür ederim. Gözleri arkada kalmadı,” dedi.
Maria bir daha görüşmek, Honaz’a birlikte gitmek, ninesinin çok anlattığı kiraz bahçesini görmek, kiraz yemek istediğini söyledi ve sözlerini şöyle tamamladı:
“Bana kapınızı ve kalbinizi açtınız. Bizi kabul ettiniz. Anneannemin hayatını yazdınız. Onun hayalini gerçekleştirdiniz. Ben ‘Emanet Çeyiz’in Yunancasını okudum. Mübadeleyi sizin kitabınızdan öğrendim. Size saygı ve sevgilerimi sunuyorum. Yunanistan’a geldiğinizde sizi beklerim. Yunanistan’da bir eviniz ve Honazlı bir kardeşiniz olduğunu unutmayınız.”
Ben de şöyle cevap verdim: “Sevgili Honazlı Kardeşim Maria Aptidu, toprak çeker insanı. Sen de Honaz’da bir evin ve bir kardeşin olduğunu unutma! Bundan sonra daha sık görüşelim.”
Vedalaşırken göz yaşlarımız karıştı birbirine!
(AGOS – Kemal YALÇIN – 30.1.2025)
Kemal Yalçın'ın Maria'yla Bochum'daki buluşmasından bir kare...
Kiryaki Çorumoglu, kızı, torunu ve Kemal Yalçın, 2000