1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. “Güle güle Thia Stella mu...”
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

“Güle güle Thia Stella mu...”

A+A-

Ayhan KOREL

Hiçbir zaman insanları şu dindendir, bu millettendir, o halktandır diye ayırmadım. STELLA teyzem de onlardan biriydi. Mahallenin (Vietnam) en güzel kadınlarından biri ve en güzel şekilde akıcı bir Türkçesi olan, Türk Terzi usta çıkışlı o güzel kadından bahsediyorum. "KEŞKE BARUŞKANLUK OLSA DA HERKİŞ DÖNSE EVİNE. BU GÖÇMENNER DA GİTSE ARTUK. BEN İSTERİM ESGİ GOMUŞULARUM GELSİNNER GAYRIK" diyen o güzel yürekli kadın.   Bugün Baf dönüşü Leymosun’daki çocukluğumun geçtiği mahalleme ve tabii ki teyze (Thia) dediğim ve her zaman uğrayıp halini hatırını sorduğum STELLA ANDREAS teyzeye de uğradım. Her zaman yaptığım gibi “Thiaaaaa mouuu. Pou eisai?” soruma bu kez "Buraştayım bebekim oğlum salihi mou" yanıtını alamadım ve 15 yıl önce tanıştığım ortanca oğlu, mahalleden abimlerin akranı, İtalya’da yaşayan Leonidas karşıma çıktı. “Pou enaia mama sou?” (“Annen nerede?” soruma  “Einai petanen” (“Vefat etti”) demesi ile yıkıldım.

O mahallede çocukluk anılarımı canlı tutan tek kişi de 10 gün önce göçmüş. Oysa üç hafta önce abimlerle Leymosun’a gitmiş olsam son bir kez daha görebilecektim. Sadece annem ve babamla değil bütün mahalle ile iyi geçinen, Türkçesi de bir Türk kadar güzel olan Thia Stella da sonsuzluğa uçtu. Tüm Vietnam mahallesinin başısagolsun.

IŞIKLAR İÇİNDE UYU CANIM TEYZEM. TOPRAĞIN BOL OLSUN...”

(Ayhan KOREL – 22 Şubat 2017)

sayfa-13-stella-hanim.jpg


Umutlarımın solduğu an!

Anam, sen bana sarılıp da kollarınla sarmaladığın an

Duygularım beni eleveriyor seni nekadar sevdiğimi anlıyorum

Benim için ne kadar değerli olduğunu toprağın suya ihtiyacı olduğu kadar

Yorgun kalbinin atışları karışıyor benim acılı yüreğime

Denizler ötesinde hep senden ırakta öksüz geçen günlerimin çaresizlikleri

Gözlerim hep uzaklara daldı kaldı sen bir gün geleceksin diye

Dünyalar benim oluveriyor sen bir başka seviyorsun be anne

Nasırlı ellerinle emeğin dalgaları yumuşaklığında  saçlarımı okşadğın an

Anam, aç kollarını birdaha birdaha sar beni ben o kucağın çocuğuyum

Bırakma beni el yerlerinde al götür beni köyümüzün topraklarına

Ser zeytın ağacının altına yünlü yorganımızı bana bir türkü söyle

Uyut beni sen dön tarlaya orakla arpalarımızı ney sesinde unutayım acılarımı

Köyümüzün kayalıklarını, kuşları, tavşanlarını korktuğum gecekuşlarını

Kucakla beni soğuktan çatlamış dudaklarınla anlıma bir öpücüğünü kondur

Umudlarım, rüyalarım, hep özgürlüktü bunu en iyi sen biliyorsun anne.

Ne kadar dua biliyorsan hepsini oku bana hepsine razıyım anne

Umudlarımı yitirdim anne kucakla sev beni

Eller bana yanmaz be annem

Güzellikler dile bana, karşılıksız, yürekten ve gerçekten

Yeterki  bu güzellikler senden gelsin annem...

Yaşar İsmailoğlu

17.2.2021


Kimlik

Bak kardeşim, doğmadan

Adımı dayım koymuş

Anama bir okka etin parasını ödeyerek

Uğursuzluk varmış başımızın üstünde

O nedenden iki ablam da yaşamlarını yitirmiş

Adımı sonraları öğrendim

Doğduktan kısa bir süre sonra

Bak kardeşim benim kimliğim

Çok zaman sonra sallanacaktı

Köy okulumun bayrak direğinde

Renkleri başka, şekilleri başka

Gülücükler birikir de yanaklarımda

Annem her adımı çağırdığında

Annemin okuma yazması yoktu

Cehizlik elbise dolabının kapısına

Oktovri yirmibeş yazmasını öğrenmiş

Bakkalımız Kiriakos’tan

Birçok kış birçok yaz gelip geçmiş

Kimliksiz bir Kıbrıslı çocuktum ben

Her kim çağırsa beni yüreğim hoplar

Kalbimi hezeyanlar sarardı

Benim kimliğim ne?

Afdodida mı? Hürriyet Kartı mı?

Yoksa okul diplomam ya da pasaportum?

Adım mı kimliğim yoksa nerde doğduğum?

İnançlarım mı?  Yoksa beni sevdalandıran şiirlerim mi?

Emeğe saygı, sömürüye karşı, yoksa özgürlük sevdam mı?

Benim rengim mi? Yoksa konuştuğum dil mi?

Dört dil konuşuyorum ben

Hangisi benim kimliğim? Hangisine ihanet edeyim?

Ben bir şık sevdiyim

Her güzeli severim, her makamda müziğe aşıkım

Saçlarım bir zamanlar sarıydı

Yılların hışmına uğrayınca kaldırımlara değil saçlarıma düştü aklar

Ben kimim? Benim kimliğim olursa ne olur olmazsa ne olur

Ne gelecek ne gidecek?

Ortaokula başladığım zaman çıkartma zorunluğu doğmuştu

Çıkardılar bana bir hürriyet kartı

O gün sulu mürekkebe bandırdılar sağ başparmağımı

İşte senin kimliğin budur dedi Komiser amca

Naciye’den doğma İsmail, Abdülatif’in oğlu Yaşar.

 

Bak kardeşim işte benim kimliğim budur.

Yaşar İsmailoğlu

20.2.2021

sayfa-13-yasar-ismailoglu.jpg


“Varlığımızın izleri...”

Ragıp Zarakolu

Ayşe Nur’un 1993 yılında, tam ilan edilmemiş şiddetli bir çatışmanın yaşandığı bir ortamda Yves Ternon’un “Ermeni Tabusu”nu yayımlaması bir challenge idi. Meydan okuma diye tercüme edebiliriz.(*) 1990 yılında OHAL altında İsmail Beşikçi’nin kitaplarının yayımlanması da bir challenge idi.

Ermeni Tabusu’nun yayımlanmasından sonra Ermeni toplumundan sadece 4 kişi Belge’ye uğrayacaktı. Kirkor Kolukısa, Sarkis Çerkesoğlu, Sarkis Seropyan ve Hrant Dink. İstanbul Ermeni toplumu, diasporadakiler dahil,  hep beladan uzak durmaya çalışmıştır. Bu da anlaşılabilir bir tavır. Sağ kalmanın bedeli de denilebilir buna.

Tekirdağlı Kirkor Kolukısa’nın ayakkabı malzemesi satan bir dükkanı vardı, Kapalıçarşı’nın alt kapılarından birinin hemen aşağısında. Sarkis Çerkesoğlu’nun Kumkapı/Gedikpaşa arası bir marangozhanesi vardı. 1968 yılında TİP Eminönü ilçesinde tanımıştım onu. 1971 darbesinden sonra bağımız kopmuştu. Yves Ternon sayesinde yeniden buluşmuştuk onunla. Sarkis Seropyan’ın Kumkapı’da buzdolabı tamirhanesi vardı. Fırat (Hrant) Dink ise kardeşleri ile kitapçılık yapıyordu. Ayşe Nur ’80’li yılların ilk yarısında bu kitapevlerinin açılışına destek vermişti Kitapçılık Ltd. Şirketinin yöneticisi olduğu sırada.

Ermeni Tabusu çıktığında, Türkçe çıkan ama Kürt sorununu cesaretle gündeme taşıyan Özgür Gündem gazetesi 2. yılını doldurmaktaydı. Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Işık Yurtçu’nun önerisi üzerine köşe yazmaya başlamıştım. Işık Yurtçu ile Demokrat gazetesinde beraberdik 1980 yılında.

Gazetenin kapısında Dersimli Selahattin ile tanışmıştım. Dersim’de Ermeniler konusuna değindiğimizi hatırlıyorum. İki Sarkis ile de bağı vardı. Seropyan’ın yanında çıraklık yapmıştı. Çerkesoğlu’nun evine de takılırdı.

Özgür Gündem’i kapatan maalesef devlet olmadı. “Serok sinirlenmiş!” de ondan kapandı. Ama daha sonra Özgür Ülke çıkmaya başladı Kadırga’da aynı binada. Selahattin ile yine laflardık, çayını içerken.

Ternon’u yayımladıktan sonra birkaç kez bomba tehditi aldı Ayşe Nur. Ve 3 Aralık 1994 gecesi yayınevi, Özgür Ülke ve Welat ofisleri ile birlikte bombalandı. Neyse ki o gün Selahattin kapıda değildi. Anlaşılan ayrı ayrı uğraşacaklarına, bir anda işi bitirmeye karar vermişler. Daha sonra resmi Susurluk raporunda bu işte Çiller Hükümetinin sorumluluğu olduğu kabul edilecekti. Cesur Avukatımız Kemal Keleşoğlu, aradan 9 yıl geçse de, İdare Mahkemesinden yüklü olmasa da makul bir tazminat alacaktı.

Bunları bana Miran Pırgiç’in yani Selahattin’in  “Varlığımızın İzleri” adlı, Ermenice/Türkçe iki dilli  yeni çıkan kitabı hatırlattı. Dersimli Miran’ın yaptığı iş de tam bir challenge. Kitabının alt başlığı “Dersim Ermenilerinin Öze Dönüş Hikayesi”.(**)  Miran da işte tam bunun öyküsünü anlatıyor.

Kitapta birçok eksiklik, tekrarlar, karmaşık düzenleme bulabilirsiniz, ama bütün bunların hiçbir önemi yok. Artık bunu derinlemesine araştıracak çok sayıda genç akademisyenimiz var ülke içinde ve dışında.

Karma kimlikler, Cumhuriyet Türkiye’sinin bize miras bıraktığı bir sorun, ama sorun oluşu cumhuriyet ile, yoksa Osmanlı İmparatorluğu’nun bir mirası. Sadece Müslüman Ermeniler mi var? Müslüman Rumlar, Bulgarlar, Sırplar, Süryaniler de var. Arnavutlar sadece Müslüman mı sanıyorsunuz? Katoliği de var Ortodoksu da.

İşte Mıran Pırgiç de, Kürt ve Ermeni alemini çalkalayan kendi öze dönüş hikayesi ile meydan okuyucu bir iş yaptı.

Ermeni Tabusu’nun bir Türk yayınevi tarafından yayımlanışı, dünya Ermeni toplumunda büyük yankı yaratmıştı. Bunu en iyi bilenlerden biri Doktor Hermon’un oğlu Raffi’dir.

Dersimli Miran Pıgıç’in Ermeni kimliğine dönüşü de dünya Ermeni toplumunda büyük yankı buldu. Dersim’e adeta bir Hay akını oldu. Festivallerde birlikte dans edildi. Çevirmen dostum Diran Lokmagözyan’ın Dersim izlenimlerini büyük keyifle okudum. Kitapta Ermeni köylerinin, kilise, manastır ve mezarlıklarının listesinin yer alması da çok aydınlatıcı.

Hey gidi Dersim! Dersim bir halklar ve inançlar cümbüşüdür. Bir siyasetler cümbüşüdür aynı zamanda. HDP’li, EMEP’li, TKP’li belediye başkanı bulabileceğiniz tek yöredir.

Miran’ın yaşam öyküsünde bu çok renkli siyasiliğin izlerini de bulabiliyorsunuz.

Karma evlilikler nedeniyle de Ermeniliğin, Süryaniliğin, Kürtlüğün, Zazalığın, Aleviliğin, Müslümanlığın, Kemalistliğin, komünistliğin aynı aile yapısı içinde izlerini bulabileceğiniz Dersim dışında çok fazla örnek yok herhalde.

(*) Bana Orta 2’de İngilizcenin kapısını açan Limosollu Naci’nin sözlüğü bir çok anlamı içinde barındıran challenge’ı şöyle tanımlıyor: meydan okuma; mücadeleye davet; bir konuda açıklama yapmaya çağırma; nöbetçinin dur emri veya kimlik sorması; hodri meydan demek; itiraz etmek; kokuyu bulunca havlamak (av köpeği için), hakim ve jüriyi reddetme; düelloya davet etmek. Türkiye’de tabuları tartışmaya açmak, gerçekten challange kelimesinin bütün bu anlamlarını içinde barındırıyor.

(**) Miran Pırgiç,  Varlığımızın İzleri /Dersim Ermenilerinin Öze Dönüş Hikayesi, Pırgiç Yayınları, İstanbul 2020.

(EVRENSEL – Ragıp ZARAKOLU – 23.2.2021)


“Gerçekler neden gizlenir?”

Kamil Tekin Sürek

Benim yaşımda olup da kaç kişi on sekiz yaşına geldiğinde, Kayseri’de, Yozgat’ta, Adapazarı’da da yüz sene önce Rumların yaşadığını biliyordu?

Ben bilmiyordum. Resmi tarihten Rumların sadece İstanbul ve İzmir’de olduklarını öğrenmiştim. Aile efradından ve evimize bir kilometre ötede gördüğüm, zaman zaman arkadaşlarımla çanına taş atarak oynadığım yıkılmış ve sadece çan kulesi kalmış kiliseden de Balıkesir’de de bir zamanlar Rumların yaşadığını biliyordum. Rumların Kayseri’de de yaşadığını Ünlü Yönetmen Elia Kazan’ın Kayserili bir Rum olduğunu okuduğumda öğrendim. Yunanistan’a gittiğimde ise Türkiye’den geldiğimi öğrenen ve dedesinin Adapazarı’dan, Yozgat’tan geldiğini anlatarak çevremi saran Rumlardan öğrendim.

Yine resmi tarihe göre Ermeniler ise biraz İstanbul’da, biraz da Erzurum, Van bölgesinde yaşamışlardı. Daha sonra Adana, Maraş, Antakya’da da Ermenilerin olduğunu öğrendik. Mimar Sinan’ın Kayseri Ağırnaslı bir Ermeni, Ruhi Su’nun ise ailesi soykırımda öldürülmüş ve yetimhanelerde büyümüş Vanlı bir Ermeni olduğunu öğrendik. Yedi kuşak ailemin yaşadığı Balıkesir’de Ermenilerin bir zaman yaşadığını ise ancak iki binli yıllarda Murat Bardakçı Hürriyet gazetesi’nde Talat Paşa’nın Kara Kaplı Defteri’ni yayınlayınca öğrendik. Meğer sadece Balıkesir’de değil, Bursa, Kütahya, Eskişehir, Uşak, ve hemen hemen bütün illerde de Ermeniler yaşarmış. 1915’de Talat Paşa’nın Kara Kaplı Defteri’nde tuttuğu notlara göre hemen hemen bütün illerden binerden az olmamak üzere Ermeniler Suriye çöllerine doğru göçe çıkarılmış.

Peki, niye bizden yıllarca gizlendi gerçekler? Devlet yaptığı katliamdan utandığı için mi gizledi gerçekleri? Utanacaklarını sanmam. Tarihteki onca katliamı, fetih diye övüne övüne anlattıklarına göre, katliam yaptıkları için utanmazlar. Yakın tarihte yapılmış bir katliam, soykırım olduğu için mi gizlemeye çalıştılar? Olabilir. Nasıl olsa bir gün öğrenilecek, ne kadar geç öğrenseler iyidir diye düşünmüş olabilirler.

Peki, ya mal, mülk meselesi olmasın, unutturma çabalarının nedeni? Öyle ya, yüz sene önce sermayenin ve malların büyük bölümü Ermeni ve Rumlara ait ise Ermeni ve Rum gerçeğini öğrenenler bunların malları ne oldu diye sormayacak mı?

Evrensel Basım Yayın’dan iki kitap çıktı yakın zamanda. Arkadaşım Nevzat Onaran’ın yazdığı iki kitap. Nevzat Onaran birinci ciltte Osmanlı Döneminde Ermeni ve Rum mallarının Türkleştirilmesini, ikinci ciltte ise Cumhuriyet Döneminde Ermeni ve Rum mallarının Türkleştirilmesini anlatıyor. Yazılanlar Meclis arşivlerinde ve kütüphanelerde yapılan uzun ve çetin araştırma sonuçlarına dayandırılmış.

Ermeni ve Rum mallarının nasıl yağmalandığını, bugünkü zenginlerin önemli bir kısmının Ermeni mallarına el koyarak zenginleştiğini öğrenince yüz sene öncesini gizleme ve Ermeni ve Rumlara yapılanları inkar nedenini daha iyi anlıyorsunuz.

Diğer şeylerin yanı sıra, ya bir gün el koyduğumuz Ermeni ve Rum mallarını geri isterlerse korkusu da inkarın önemli nedenlerinden biri.

Proudhon “Mülkiyet hırsızlıktır” diyordu. Belki de buna “Mülkiyet caniliktir”i de eklemeli.

Mülkiyeti yok etmeden hırsızlık ve cinayet de belki yok olmayacak.

Katliama, soykırıma uğramış Anadolu’nun kadim halklarına saygıyla...

(EVRENSEL gazetesinden aktaran YÜZLEŞME ATÖLYESİ – Kamil Tekin SÜREK – Şubat 2021)

DEVAM EDECEK

Bu yazı toplam 2053 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar