Gülten Kaya, eşi Ahmet Kaya’yı anlattı; Sanatçı hayatı değiştirip dönüştüren insandır
Gülten Kaya, eşi Ahmet Kaya’yı anlattı; Sanatçı hayatı değiştirip dönüştüren insandır
Simge Çerkezoğlu
Ahmet Kaya’nın bu yılki doğum günü, Lefkoşa’da özel bir etkinlikle ve eşi Gülten Kaya’nın katılımıyla kutlandı. Bu özel ama hüzünlü günde Gülten Kaya ile Ahmet Kaya’yı andık. Bu sayede her ikisini de yakından tanıma fırsatı yakaladım. Benim için çok duygusal ama paha biçilmez bir sohbet oldu.” Ahmet bizi izlediyse bu yıl tam da böyle bir kutlama isterdi” diyen Gülten Kaya sanatçının Kıbrıslı hayranlarını onurlandırdı. Samimi ve gururlu duruşuyla Ahmet Kaya’dan sonra o da kalplerimizi fethetti.
“AHMET KAYA HESAP YAPARAK YAŞAYAN BİR İNSAN DEĞİLDİ”
Ahmet Kaya’nın eşi ile olan tanışma ve birlikteliklerini okurken onların evli bir çift ve ebeveyn olmaktan öte bu hayatta birbirlerine yoldaş olduklarını anlıyorum. Bu düşüncemi Gülten Kaya ile paylaşınca doğru bir tespitte bulunduğumu hissediyorum.
“Evliliğimiz tabii ki klasik ve tipik bir evlilik olmadı. Ben bunu hep yol arkadaşlığı olarak nitelendiriyorum, çünkü üretimlerini de hep birlikte yaptık. Ben müziğin mutfağında o vitrinde bulunduk. Böyle bir dayanışma ve ortak üretim ilişkimiz vardı. Tüm teknik süreçleri ben yürütürdüm. Sonuçta dünyaya ortak bakış açımız ve insanları ortak yorumlama halimiz de yol arkadaşlığımızın temelini oluşturdu. Tüm bu unsurlar kadın, erkek ilişkisini ve evliliği çok güçlendiren unsurlardı. Bu durum bizi klasik evlilikten çıkararak daha başka bir bağla bir arada tutuyordu.”
“SANATÇI HAYATI DEĞİŞTİRİP DÖNÜŞTÜREN İNSANDIR”
Onu başkalarından, özellikle günümüzde kendini sanatçı olarak lanse eden kişilerden ayıran özelliklerini, Gülten Kaya’dan dinliyoruz… Ahmet Kaya’nın muhalif duruşu ile tam bir sanatçı olduğu, sanatçı olmanın tam da buradan başladığı noktasında hem fikir oluyoruz.
“Yaşadığınızın farkında olarak yaşamak, hayata değer katmak ve değer biriktirmekle anlamlı oluyor. Bizim açımızdan gerçekten yaşamak budur. Gerçek sanatçılar ile kendini sanatçı olarak göstermeye çalışanlar arasındaki fark da budur. Üreten insanlar için dünyaya bırakacakları izler önemlidir. Gerçek sanatçılar bazı şeylerin hesabını yapmaz. Mesela spor yapayım, dinç kalayım, rejim yapayım veya seksen yaşıma kadar sağlıklı yaşayım… Onlar hayatı başka bir boyutta yaşarlar. Sıradan gündelik hayata çok da uyum sağlayamazlar. Ahmet hiçbir zaman hayatını anlamsızlaştırıp, değersizleştirip uzun yaşama kaygısı içinde olmadı. Kaç yaşında ölürüm, kaç yaşına kadar yaşarım hesabı yapmadı. O hep aklına ve kalbine yatırım yaptı. Bize bıraktıkları da bunu gösteriyor. Kısa bir profesyonellik sürecinde bu kadar üretmiş olmak bambaşka bir şey. O böyle bir boyutta yaşadı. Hesap yaparak yaşayan bir insan değildi. Böyle yaparsam böyle olacak diye düşünmezdi. Şu şarkıyı söylersem böyle tepki alabilirim demezdi. Kaygılardan uzak, hissettiği ve inandığı gibi yaşadı. Zaten inandığınız doğruları cüretle kamusal alanda dile getirdiğiniz zaman sanata düşen işlevi yerine getirmiş oluyorsunuz. Sanatçı tam da budur. Hayatı değiştirip dönüştüren insandır. Bir sanatçı olarak hayatı değiştirip, dönüştürmek istediğinizde, bu şekilde yaşar ve de hırpalanırsınız. Cesur bir yaşam biçimi bana göre, saygın ve çok da anlamlı…”
“HİÇBİR ŞEY ZAMANI GERİ ÇEVİREMEYECEK”
Ahmet Kaya hayattayken sıklıkla “beni yaşarken anlayın öldükten sonra değil” diyordu… Ancak pek çok sanatçı gibi, o da yaşarken anlaşılmadı. Hırpalandı ve eleştirildi. Belki de içten içe böyle olacağını hissediyordu.
“Yaşananlar bize onun ne kadar öngörülü bir insan olduğunu ispatlıyor. Sanata düşen işlev de bu. Toplumsal bilinci belki on yıllık belki yirmi yıllık bilinç sıçramaları ile öteye taşımak. Sanata düşen de budur. Onun için çok dinamik ve özgür bir alandır sanat. Ahmet’in de öngörüsü bu yöndeydi. Dünyayı ve tarihi iyi izlerseniz bilirsiniz ki hayatın bir adaleti vardır ve hiçbir mazlumluk sonsuz değildir. Hayat o dengeyi kurar. Mutlaka bir gün mağduriyetler sona erer. Bir gün mağrur olan öteki gün mağdur olabilir. Bu diyalektik süreçler üzerinden zaten hayatta kalırız ve iyi hissederiz. Hayatta hep düşmeyiz, aynı zamanda kalkarız da. Ahmet Kaya ülkesini, dünyayı, dönemini ve zamanının tarihin içinden geçen ve kendisinin de yaşadığı bu çağı çok iyi izleyen biriydi. Ona biraz daha yakından baktığınız zaman tek bir mağduriyetten söz etmiyordu. Bir sosyalist olarak, kendini solcu sosyalist tanımlayan birisi olarak, muhafazakârların başörtüsü sorununa da sahip çıkmıştı, evlatlarını kaybeden, mezar taşı bile olmayan annelerin de yanında durmuştur. İnsanlığa yakışmayan ne varsa, bunu hem şarkılarıyla hem de duruşuyla dile getirmiştir. Bu onun cümlesidir, zülüm neredeyse ben orada olacağım… Üstelik bu sadece Türkiye için değil dünyanın bütün halkları için de geçerlidir. Söz konusu ödül gecesinde de açıklamasını yaptığı zaman Türkiye’deki 20-25 milyonluk bir Kürt halkı varlığı ve kültürü ile yok sayılıyordu. O günlerde seçimler yaklaşıyordu ve seçimlere girme şansları bile yoktu. Ambargolar vardı. Zaten dili, kimliği ve kültürleri ile yok sayılıyorlardı. Bunu söyleyemezse, bunu ifade edemezse zaten ona göre yaşamanın anlamı olmazdı. Ona göre bu yaşamsal önemdeydi. Bunu yaptıktan sonra da olabileceklerin hesabını yaparak yaşamazdı. O an söylemesi gerekeni söyler, karşılığı neyse de bunu önemsemezdi. Şimdi gelinen noktada onun öngörülerinin ne kadar doğru olduğunu görüyoruz. Bir halkın kültürünün ve dilinin kabulü noktasında bütün bu yaşananların nedeni neydi. Tüm o manipülatif haberlerle onu bu sürecin içine iten medya, devletin tüm mekanizmaları bütün bir sistemin kendisi şimdi sonsuz bir körlük içindeler. Bunu nedenini bile açıklayamıyorlar. Bunun bir öz eleştirisi de yok. Hiçbir şey zamanı geri çeviremeyecek.”
“ÜRETİMLERİNE BAKINCA MÜTHİŞ BİR SAHİCİLİK GÖRÜRSÜNÜZ”
Ahmet Kaya dinleyen o kadar değişik kitleden insan var ki… Siyasi görüşten o kadar farklı kesimi bir araya getirebiliyor ki. Bu adeta sihir gibi. Belki de herkesin derdini derdi olarak görmesi, tüm ezilenlerin sesi olabilmesi bunun en önemli gerekçesi.
“Yıllar içinde bana bunu çok sordular, buradaki sihir nedir diye hep merak edildi. Türkiye zaten başlı başına çok heterojen, çok kültürlü bir toplum ama bu aynı zamanda birbirinden çok kopmuş bir heterojen yapı. Her ne kadar birbirine çok bağlı, bir aradayız dense de maalesef birbirinden koparılmış kültürler birlikte yaşama durumunda. Bu aidiyetlerin hepsi tarihin ve zamanın içinden birlikte geçiyorlar. Her ne oluyorsa içinden geçtikleri zamana dair onun sonuçlarını da birlikte yaşıyorlar. Darbe oluyor, bunun sonucunu herkes yaşıyor. Bazısı için bu kültürel, bazısı için ekonomik olsa da veya Türkiye’de bir savaş yaşanıyor bunun sonuçlarına hep birlikte katlanıyoruz. Kimse bundan azade olamıyor. Ahmet Kaya üretimlerine de bakınca orda müthiş bir sahicilik görürsünüz. Kurgulanmamış ve hesaplanmamış bir samimiyettir bu. Sanatçı olarak tanık olduğu her şeyi şarkılarla anlatmıştır. Onun döneminin içinde olan herkese değen, duyguları neyse onların şarkısını yapmıştır. O nedenle herkesin ortak etkilenmesinin nedeninin bu sahicilik, samimiyetten ve bu ortak yaşananlardan kaynaklandığını düşünüyorum. Bir de Türkiye’de muhalif sanatçı örneği çok az, aslında dünyada da çok yok. Hele de Türkiye korku toplumu olduğu için, her şeyden şarkıdan, şiirden veya konuşmaktan korkulan bir yer olduğu için, tüm bu korkulara içinde olanı biteni cesaretle söyleyen insanlar da az bulunuyor. Toplumların da hep bir kahramana ihtiyacı var. Ahmet Kaya da biraz öyledir. Bizim yerimize bizim sorunlarımızı cesaretle dile getirendi. ”
“ÜTOPYALARIN BİLİMSEL TEMELİ VARDIR”
Ahmet Kaya, Ağlama Bebek isimli çok sevilen eserlerinden birinde, çok uzakta bir yerden ve oradaki mutluluktan söz ediyor. Acaba öyle bir yerin varlığına hala inanmalı mıyız diye merak ediyorum.
“Gelişme sonsuzdur ve bizim inandığımız felsefede değişmeyen tek şeyin değişmenin kendisi olduğudur. Dolayısıyla biz milyonlarca yıllık insanlık tarihine baktığımızda bugünü nasıl açıklayabilirsiniz, işte o değişim süreçleri ile açıklayabilirsiniz dolayısıyla hepimiz hayallerimiz ve ütopyalarımızla ve beslendiğimiz inançlarımızla yaşıyoruz ve kendimize hedefler koyarız. Bunların bazıları dünyevidir. İki çocuğum olsun, evim olsun gibi. Bir de tüm insanlık için idealleriniz ve hayalleriniz vardır. Bu insanlığa en yaraşan sistem neyse o sistemi dilemektir. Ütopyalar da bunun üzerine kuruludur ama ütopyaların bilimsel temeli de vardır. Onun için milyonlarca yıllık insanlık tarihinin bugünkü açıklaması da budur. Bilmiyoruz milyonlarca yıl sonra dünya bir gezegen olarak devam ederse daha hangi sistem gelir ama hepimizin hayallerinde insanlığa en yakışacak biçimde yaşamak var. Mesela, gerçek bir demokrasi… Bu hepimizin ütopyasıdır. Dolayısıyla çok uzakta bir yer var, o yerlerde mutluluk var, belirsiz bir zamanı ifade etse de bir gün mutlaka gerçekleşeceğini de ifade ediyor. Şimdiki zamanda değil işte o çok uzaktaki zaman diliminde de mutluluk olacağı inancını taşır bu sözler. Ahmet’in albümü o dönemde çıktığında yargılanmıştı tam da bu sözlerden ötürü. Nereyi kast ediyorsun sen diyerek. Oysa somut bir şey değildi bu. Üstelik profesörlerden oluşan seçici kurullar vardı o zamanlar ve bu sözlerden sonuç çıkarmaya çalışarak, onu yargılıyorlardı. Traji komikti…”
Tam da Ahmet Kaya’nın şarkılarından ve şarkı sözlerinden konu açılmışken Gülten Kaya’nın en sevdiği, en özel şarkıları öğrenmek istiyorum. Biraz düşünüyor, dalıyor ve anlatmaya başlıyor.
“Bu şarkılar oluşurken yanı başımda, tanıklığımda oldu. Hepsi benim çocuklarım gibi, ayıramıyorum. Yaşadığımız çok ortak duygularla çıktı bunlar. Ancak bizim ilk yıllarımıza ait iki şarkı benim için tanışma ve beraberliğimizin başladığı süreçlerin şarkıları olduğu için çok daha farklı izleri var. Bunlardan biri ‘Suskun’ diğeri de ‘Acılara Tutunmak’. Mesela okuduğu sembolik Kürtçe şarkı, ‘Kervan’ da benim için özel ve önemlidir. Sembolik değerdedir. O da bir hasret şarkısı ve sözlerinde ‘bir gün döneceğim, mutlaka döneceğim, söyleyin anneye babaya ve sevgiliye geleceğim gün gelecek’ diyor. ‘Benim de döneceğim gün mutlaka gelecek’ diyor. Bu da benim için çok anlamlı.”
“KIBRIS DEĞİŞMEYEN SİYASİ GÜNDEM MADDELERİMİZDENDİ”
Ahmet Kaya’yı Kıbrıs’ta seven öyle çok insan var ki… Kıbrıslıların ona karşı hisleri aşikâr ama onun bizimle ilgili düşüncelerini eşi Gülten Kaya anlatıyor.
“Onda hep bir ada sempatisi vardı. Belki de bağımsızlık ve özgürlük çağrıştırdığı için. Maalesef adalar da öyle çok bağımsız değil ama. Kıbrıs’ı çok severdi. Uçak fobisi vardı ama olabildiğince her yere arabayla gitmeye çalışırdı. Kıbrıs’a da gelmişti, hatta ben uçağa binmesine şaşırmıştım. Kıbrıs’ı ve Kıbrıs’ın tarihini de çok önemserdi. Türkiye’nin hatta dünyanın kangren konularından birisi olarak gündemindeydi. Konuşurduk. Buraya dair meselemiz hep bırakın insanları istedikleri gibi yaşasınlar, kendi kendilerini yönetsinler olmuştur. Bu adanın kaderi de olmak üzere, bunlar cetvelle çizilen sınırlar. Zihninizde dünyalıysanız ve o sınırları tanımıyorsanız zaten sorun yok ancak gerçekler öyle değil. Bu nedenle biz tüm toplumlar ve Kıbrıs için de kendi kaderlerini kendileri tayin etsinler taraftarıydık. Kıbrıs her zaman değişmeyen siyasi gündem maddelerimizdendi ve tek bir kelimeyle hep özgürlüğü savunurdu. ”