1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Gülten Taranç; “Sinema sektöründe kadın olmak daha zor”
Gülten Taranç;  “Sinema sektöründe kadın olmak daha zor”

Gülten Taranç; “Sinema sektöründe kadın olmak daha zor”

“Bu piyasada kadın olmak biraz daha zor. Sinema sektörü çok maço, ataerkil düşünce yapısına sahip insanların bulunduğu bir sektör halinde çalışıyor."

A+A-

Simge Çerkezoğlu

Gülten Taranç, Türkiye’nin en genç yönetmeni… İlk uzun metrajlı filmi “Yağmurlarda Yıkansam” ile Türk sinemasında izlemeye alışık olmadığımız bir konuyu gündeme getiren sanatçı, Yakın Doğu Üniversitesi İletişim Fakültesi’nin konuğu olarak Kıbrıs’a geldi. Taranç, babası tarafından öldürülen annesinin ardından yapayalnız kalan bir çocuğun yaşadıklarını anlatırken, özellikle Türkiye’de, kadın olmanın zorluklarını gözler önüne seriyor ve bundan sonra da adından sıklıkla söz ettirecek gibi görünüyor.       

“BABAM HİÇBİR İŞİMİ BEĞENMEZ BENİ HEP ELEŞTİRİR”

Öncelikle Gülten Taranç sinemaya nasıl başladığını ve yönetmen olan babası Ragıp Taranç’ın meslek hayatına katkılarını bizimle paylaşıyor.   

“Ben aslında müzisyen olmak istiyordum. Annem Ege Üniversitesi’nde müzikolog profesör. Ancak ailem günümüzde müzik okumanın zor olduğunu, insanın meslek sahibi gibi olmadığını ve çalışmakta zorlanacağını söyledi. ‘Operada kadrolar çok az, belli bir yerin olamayacak’ diyerek beni vazgeçirdiler. On altı yaşındayken bir gün gezerken bir fotoğraf çekmiştim, babam o fotoğrafı çok beğendi. ‘Sende göz var’ dedi. Ben de baba göz herkeste var diyerek, güldüm. Zaman içinde babam beni sinemaya yönlendirdi. Babam Ragıp Taranç, Ege Üniversitesi Sinema, Televizyon Bölümü’nde Yönetmenlik Ana Sanat Dalı Başkanı, aynı zamanda üniversiteden benim de hocamdır. Doğrusu şu ki elbette babam benim hayatımda çok etkili oldu. Annemin ve babamın bu meslekte olması, benim küçük yaştan itibaren film festivallerine gitmeme vesile oldu. Dünyayı başka türlü bir algıyla görmeme olanak yarattı. Belli bir camianın içinde büyüdüm. Bu işi yaparken hem nasıl olmam gerektiğini hem de nasıl olmamam gerektiğini tecrübe etme şansım oldu. Babamla dil olarak çok farklıyız. Dil olarak derken babam biraz daha farklı filmleri sever, hatta bu konuda çok tartışırız. Beni hep yaptığım işlerin daha da güzel olması için zorladı. Zorladı derken hiçbir işimi beğenmez, hep eleştirir. Hiçbir zaman kuzguna yavrusu güzel gözükmedi. O anlamda babam için gerçekten benim ustam diyorum.”

Genç yaşında birçok kısa filme imza atan Taranç, ilk kez bir uzun metraj filmle beyazperdede… Tüm filmlerinin ortak yanıysa kadınların peşinden giderek, yaşadıkları haksızlıkları, şiddeti ve yalnızlıkları izleyiciye aktarma çabası.  

 “Öncelikle daha geniş kitlelere ulaşmak için uzun metrajlı bir film yapmak istedim. Bir de kısa metrajlı filmlerde kendimi çok rahat ifade edemediğimi fark ettim. Seçtiğim hikâyeler daima uzun metrajın kısası gibi oluyordu. Bazı insanlar bir hikâyeyi daha detaylı anlatırlar, bazı insanlar da vardır ki hemen söylerler ve geçerler. Ben hikâyelerimi biraz daha derinlikli anlatmayı seviyorum. Hayalim hep bir uzun metraj film çekmekti. Bunu gerçekleştirmek istedim.  Bu işe asla kadın filmi yapacağım diye başlamamıştım, öyle başlasaydım samimi olmazdı. Uzun metraj filmime kadar feminist kuramı okumamıştım, okuduğumda dünyayı öyle algıladığım için anlattığım hikâye daha feminist olmadı. Ben Türkiye’deki feminist algının dışında kalıyorum. Ülkemizde feminizm çok yanlış anlaşılıyor. Hiç kimsenin eylemi söylemiyle tutmuyor. Bundan da en çok nasibini kadınlar alıyor. Oysa kadınlar fark edilmek istiyor, ben de yaptığım işlerle onların sorunlarının gündeme gelmesi için uğraşıyorum.”

“YAĞMURLARDA YIKANSAM BİR KADIN FİLMİ”

Yağmurlarda Yıkansam filminde annesi babası tarafından öldürülen, ergenlik dönemindeki bir genç kızın hayatı, yalnızlığı ve bu yıkımın ardından yaşadığı travmalar konu ediliyor. Filmin en ilgi çeken yanıysa tüm bunları hiçbir şiddet sahnesine yer vermeden anlatıyor oluşu. 

“Aslında filmin konusu her gün okuduğumuz üçüncü sayfa haberi. Bu haberleri maalesef her gün okuyoruz. Ancak bunu daha sanatsal anlatarak insanlarda daha büyük etkiler bırakmak için ben daha başka şekilde anlatmayı tercih ettim. Bir kadın cinayeti filmi değil bu film. ‘Yağmurlarda Yıkansam’ için hep kadın cinayeti filmi deniyor ama öyle değil. Bu film kadınların filmi, burada şiddeti görmüyorsunuz ama hissediyorsunuz. Travmaları ve insanda bıraktığı etkileri gözlemleyebiliyorsunuz. O anlamda da kullanmak istediğim anlatım tarzının etkili olduğunu düşünüyorum. Seyirci salondan gerçekten yutkunarak kalkıyor. Günde iki seansa ben gizli kapaklı giriyorum. İzleyicilerin tepkilerini almak için bazen yönetmen olduğumu da biliyorlar ama yine de giriyorum. Soruyorum. Söyleşiler yapıyoruz. Son haftalarda sürekli sinema seanslarındayım. İnsanlardan aldığım tepkiler de beni çok mutlu ediyor. Bu konu üzerinde düşünmeye başlıyorlar. Zaten amacım insanları düşündürmekti, uyutmak değil. Belki sinemadan ağlayarak çıkıyorlar ama o bir boşalma ağlamasından çok, evet bu ülke böyle, biz bu ülkede ne yapacağız ağlaması, bence. O anlamda da başarılı bir çalışma yaptığımızı düşünüyorum.”

KARŞILIKLI SAYGI

Türk sinemasında kadın konusu yeterince işlenen bir konu olmamakla birlikte, her on yönetmenden de ancak bir tanesinin kadın olduğu yapılan araştırmalar arasında. Bu noktada ben kadının yeterince beyaz perdede yer almamasını kadın yönetmen sayısının azlığına bağlıyorum.

“Aslında sinema sektöründe azımsanamayacak sayıda kadın çalışan var. Ancak sinemanın farklı alanlarında; sanat grupları, kostüm tasarımı, yavaş yavaş kamera… Ama iş yönetmenliğe gelince, orada sayılar düşmeye başlıyor. On yönetmenden birinin kadın olması yanında, bu kadınların yüzde otuz üçü de ilk filmiyle kalıyor. İleriye gidemiyor. Bu piyasada kadın olmak biraz daha zor. Sinema sektörü çok maço, ataerkil düşünce yapısına sahip insanların bulunduğu bir sektör halinde çalışıyor. Bu durum Türkiye’deki her sektör gibi aslında. Bu bize has değil. Maalesef ülke genelinde böyle bir sorun var. En önemli sorun kimsenin bir kadından emir almak istemiyor oluşu. Aynı şeyi söylüyoruz kadın söyleyince kimse duymuyor, yardımcı yönetmen erkek ve o söyleyince herkes duyuyor. Bunun gibi. Sanırım bu biraz da yaşla ilgili bir sorun. Çünkü benim yaşım da küçük, 26 yaşındayım. Böyle sıkıntılarım oluyor. Benim setim kavga dolu geçti maalesef. Herkes sert bir yönetmen bekliyor. Bu iş öyle değil aslında. Ben insanlara bir şey anlatmak için oradayım, insanlıktan çıkmak da istemiyorum. Herkese hak ettiği gibi davranmak istiyorum ki herkes de bana hak ettiğim saygıyı göstersin. Bu karşılıklı bir alışveriştir. Bu sektörde çalışan çok iyi insanlar da var. Bizim film camiası biraz hayat gibi. Her türlü insan var. Özünde yönetici pozisyonundaysanız her sektörde olan şeyler bunlar.”

FİLM ÖNCESİ YEMEK

Bu film anlattığı kadın hikâyesiyle Türk sinemasında bir ilke imza atarken, İstanbul’da çekilen filmleri izlemeye alışkın olan sinemaseverler için de bir sürpriz yapıyor ve İzmir’de geçiyor.

“İnsanlar sanıyorlar ki ben İzmir’de yaşadığım için filmimi de İzmir’de çektim. Halbuki Türkiye’de kadın cinayetlerinin en çok işlendiği şehirlerden biri de İzmir olduğu için orayı tercih ettim. İstatistikler kadın cinayetlerinin burada ne denli yüksek olduğunu ortaya çıkarıyor. Çok fazla göç alan bir şehir. Biz bütün kötülükleri doğuya atfediyoruz. Bu da bir klişeye dönüştü. Modern hayatın içinde, modern kentlerde metropollerde de bu hikâyeler yaşanabiliyor.”  

Gülten Taranç’la ilgili okuduklarım arasından bir detay dikkatimi çekiyor. Filmlerinden önce her zaman bir yemekte ekibi buluşturan Taranç, yönetmen olarak ekip ruhunu yakalamak için herkesin elini birbirine bağlayarak, yemek yemelerini sağlıyor. Bunu sorunca çok gülüyoruz.

“Sinema ilişkileri de anlatır. Sinema çoğu zaman bugün tanışan insanların hikâyesi değildir. Aile bağı, kardeşlik, dostluk, arkadaşlık vardır. Ancak birbirini tanımayan oyuncularla bir hikâye anlatmak zorunda da kalabilirsiniz tabii. İlk çekim gününden önce, gece oyuncuları bir araya topluyorum. Önlerine yemeleri için zor bir yemek koyuyorum. Çatal bıçakla yenecek bir yemek oluyor bu ve oyuncuları birbirlerine bağlıyorum. Sağ taraftaki bıçağı kullanırken, solundakinin çatalına saygı duymak zorunda kalıyor. Oyunculuk da biraz böyle bir şey, kimse tek başına oynamıyor. Sağındakinden ve solundakinden de sorumlu bir şekilde oynuyor. Bense yönetmen olarak herkesten sorumluyum. Tüm bu mesajı o yemekle veriyor. Kaynaşıyorlar, yakınlaşıyorlar. Bunu ilk kısa filmim, ‘Consensus’ ile denedim. Çok etkili oldu. Bu ve benzer yöntemleri çok fazla kullanıyorum.”

          

 

 

 

 

Bu haber toplam 4869 defa okunmuştur
Etiketler :
Adres Kıbrıs 308 Sayısı

Adres Kıbrıs 308 Sayısı