GÜLÜM ŞEN, GÜLŞENİM ŞEN!...
15 Temmuz darbesinin arkasında ABD ve NATO, hatta belli ölçüde İngiltere ve AB desteğinin bulunduğuna dair izlenim, iktidar cenahında giderek daha fazla güç kazanıyor. “AKP Parti Devleti” hızlı, çoğu zaman duygusal hareket eden bir mekanizma olduğu için, bu izlenimin yansımalarını içeride ve dışarıda oldukça sert manevralarla hissediyoruz.
Dış politikada geleneksel olarak ağırkanlılık düzeyinde bir temkinlilikle hareket eden Türkiye, “Parti Devlet” yapısında artık çok daha agresif, çok daha reaksiyoner. Sıkıntı şu ki 14 yıla damgasını vuran yönerge “Stratejik Derinlik”, içine sürüklenilen lav çukurunda herkesi yakmaya başlayınca “Parti Devlet” yeniden rehbersiz kaldı. Muktedirler açısından işin kötüsü, artık eskisi gibi devlet bir biçimde duvara tosladığında toparlayacak “monşerler” de yok. Malum, Türkiye dış politikası “monşerlere” teslim edilemeyecek kadar derin stratejik hedeflere yönelmişti. “Kardeşim Esad” önce “Esed” e, sonra “Katil Esed” e dönüşürken biat etmiş kütleler “Şam’da sabah namazı” için çoktan abdest almaya başlamıştı. Fakat evdeki hesap çarşıya uymadı ve Türkiye Ortadoğu liderliği hesapları yaparken kendisini Suriye üzerinden Ortadoğu bataklığının içerisinde buluverdi.
Geçen 4 yılın sonunda elimizde ülkenin dört bir yanına dağılmış 3 milyon Suriyeli sığınmacı, delik deşik edilmiş bir sınır, Suruç’tan İstanbul’a kadar yayılı ve artık ne zaman nerede patlatılacağı hesaplanamayan bomba yüklü araçlardan müteşekkil bir “Ortadoğu gerçeği” var. Hayaller yerini bu sert gerçekliğe bıraktığında “Parti Devlet” fabrika ayarlarına dönmekten söz etmeye başladı. Şimdi sağda solda daha düne kadar itişilen ne kadar ulusalcı, milliyetçi, ırkçı varsa hepsiyle tek tek kucaklaşılıp “barışılıyor”. Ortaya çıkan yeni İslamofaşist- Milliyetçi ittifak kendinden öncekilere rahmet okutacak sersemce bir ceberutluğa yelken açıyor. İfrat bizim coğrafyanın psiko-sosyal karakteri ya, Batıcılıktan Avrasyacılığa kaykılınırken de ifrata devam! ABD ve AB ile restleşmeler, Rusya ve İran’la flörtleşmeler gırla!
Vaktiyle “milli görüş gömleğini çıkartmış olmakla” övünüp içine sığmaya çalıştığı BOP taytında hayli şık göründüğünü zanneden AKP şimdi “Avrasyacılık kaftanını” deniyor. Aslına bakarsanız, kendisine en yakışan ve en rahat edeceği giysi bu olacak. Düşünsenize neydi o “milli görüş” ün katı İslamcı prensipleri? Ya da Allah muhafaza, yok AİHM’di, yok Kopenhag’dı binbir çeşit kriterlerle hükmetmeyi güçleştiren AB ve BOP taytı? Şimdi dilediği ve ihtiyaç duyduğu kadar otoriterizme, her türlü kepazeliği örtmeye yetecek milliyetçi hamasete cevaz veren Avrasyacılık kaftanı gibisi var mı? Üstelik, “bu işlerde hayli tecrübeli” eski muktedirleri de yedeklemişken? Düşünsenize, daha 4-5 yıl öncesine kadar darbecilikle suçlanıp içeri tıkılan Balyozcu, Ergenekoncu generallerden daha 2 yıl önce kavga dövüş küfürleşilen Barolar Birliğine kadar herkes “Parti Devletin” arkasında hizalanmış durumda. Geldik mi “Bir liderin doğuşu” ndan “Bir liderin gerçekleşen rüyası” na? Al gözüm seyreyle, tadından yenmez Yeni Türkiye!
“Biz de çok hata yaptık, FETÖ’cü teröristlere çok destek verdik. Milletimiz ve Rabbim bizi affetsin!” demek, demokratik bir hukuk devletinde “suçun ikrarı” sayılıp yargılanmayı gerektirirken, “Parti Devlet” bunu “samimi bir özeleştiri” olarak kabul ettiğinden işler kolaylaştı. Ekranlara çıkıp “samimi özeleştirinizi” veriyorsunuz ve yargı önünde hesap vermekten kurtuluyorsunuz! Nasıl olsa sizi soruşturmaya cüret edecek bir savcı, yargılamaya cüret edecek bir yargıç, hesap soracak bir medya ve kamuoyu yok. Bu “Parti Devlet” ne tatlı müessese değil mi?
Bakınız Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Numan Kurtulmuş Bey ne diyor: “Başımıza gelen bir çok şey Suriye politikası sonucu!..”
Nedir o “başımıza gelen bir çok şey?”… Biliyorsunuz işte… Ama özetin özeti 3 milyon sığınmacı, patlayan bombalar, çatışmalar içerisinde binlerce can kaybı…
“Kim belirledi ve yürüttü bu “başımıza gelen bir çok şeyin sorumlusu” olan Suriye politikasını” sorusunu yöneltmeyin boşuna. Numan Bey’in şahsında AKP iktidarı özeleştirisini verdi ya? Neyinize yetmiyor?
Bu arada “minik” bir ayrıntı daha var Numan Bey’in konuşmasında. Bu düzeyde bir AKP’li son 4 yıldır ilk kez Suriye Devlet Başkanından “Esad” diye söz ediyor. Hani o eski “Kardeşim Esad” günlerindeki telaffuzuyla… Ve Numan Bey “Keşke zamanında geçerli bir barış perspektifi gerçekleştirebilseydik. Yakında inşallah Suriye halkının kabul edebileceği bir çözüm bulunacaktır” diyerek tamamlıyor özeleştirisini. ABD ile soğuk rüzgarların estiği bir ortamda Rusya ve İran ile “Suriye pazarlığı” yapılırsa ne olacağını daha önce de yazmıştık. Böyle bir pazarlık, Esad “gerçeği” yok sayılarak yapılamaz.
Dışarıda bunlar olurken Adalet Bakanı Bekir Bozdağ “15 Temmuz’da Türkiye bölünmekten kurtulmuştur. Atatürk’ün yerine FETÖ’nün ikame edilmesinden kurtulmuştur” sözleriyle “Parti Devletin” yeni keşfini ve dolayısıyla yeni retoriğinin ipuçlarını veriyor. Fabrika ayarlarına dönüş derken boşuna değil bu kavramların seçilmesi. Bir kez daha vurgulayayım: yeni Türkiye, “siyasal islamdan Kemalistlere” genişletilmiş bir ittifakın “Parti Devlet” arkasında hizalanmasıyla şekilleniyor. Bu büyük “restorasyon” projesi hayata geçirilirken her zamanki gibi “bütün zamanların kara koyunları” usulca ağıllara tıkıştırılıyor ki ağzımızın tadı kaçmasın! OHAL’den istifade ülkede muhalefet adına kalmış ne varsa herkes derdest edilerek “Parti Devletin” özlediği dikensiz gül bahçesi yaratılıyor.
Bu “Gülüm şen, gülşenim şen” ortamında koroya CHP lideri nefis bir soloyla giriyor: “FETÖ’cülere ne istediniz de vermedik” dediğiniz gibi şimdi biz de teröristlere karşı ne istediniz de vermedik diyoruz. Yasaysa yasa, yetkiyse yetki! Bitirin şu terörü!... “Belki ana muhaleft partisi liderinden “OHAL kapsamında yaşanan insan hakları ihlallerini, hukuksuzlukları dile getirmesini, iktidarı eleştirmesini” bekleyebilirsiniz. Ama tanrı aşkına, ağzımızın tadı niye kaçsın şu ortamda?
“Vurmalı çalgılarda” PKK, ardı ardına gerçekleştirdiği katliamlarla “Yeni Türkiye ittifakının” ihtiyaç duyduğu şiddet iklimine katkılarını esirgemiyor. Son 10 gündür Mardin, Diyarbakır, Van, Elazığ ve Bitlis’te arka arkaya gerçekleştirilen “Ortadoğu tipi” bombalı araç saldırılarını sürdürüyor. Mardin’de Devlet hastanesinin önünde gerçekleştirilen bombalı saldırıda 2’si sivil, 1’i polis 3 kişi hayatını kaybederken 15’i sivil 20 kişi yaralandı. Diyarbakır’da 1’i çocuk, 2 sivil ve 5 polis hayatını kaybederken 34’ü sivil 45 kişi yaralandı. Elazığ’da 3 polis hayatını kaybederken 132’si sivil 217 kişi yaralandı. Bitlis’teki bombalı saldırıda 5’i asker, 1’i korucu 6 güvenlik görevlisi hayatını kaybetti. Van’daki bombalı saldırıda 2 sivil hayatını kaybetti, 53’ü sivil 73 kişi yaralandı.
Bu arada HDP’nin “çözüm sürecinin çökme gerekçesi” olarak gösterilen Ceylanpınar’da 2015 Temmuz’unda 2 polisin evlerinde katledilmesi ile ilgili Meclis soruşturması önergesi reddedildi. Hatırlanırsa eğer, PKK bu eylemi önce üstlenmiş, ardından “kontrolümüz dışındaki yerel birimler yapmıştır” açıklaması yapmıştı. PKK o tarihten bu yana olayı “kendi birimleri içerisinde soruşturmak yerine” Ceylanpınar katliamına ilişkin derin bir sessizliğe gömüldü. Anlaşılan o ki ne “Yeni Türkiye ittifakı” ne de PKK, ülkenin sürüklendiği şiddet sarmalının nedenlerinin ortaya çıkmasını istemiyor. Demem o ki, gülüm şen gülşenim şen ortamında al gülüm-ver gülüm ilişkisi devam ediyor.
Peki nasıl çıkacağız bu karanlık iklimden? Herhalde Avrasyacılıkta ve fabrika ayarlarında balayı keyfi yaşayan Yeni Türkiye perspektifi ile değil. Ve elbette Parti Devlet arkasında hizalanmakta sakınca görmeyen bir muhalefet yaklaşımında değil. Şiddet ve kaosa dayalı sözde politikalarla da değil.
Otoriterizmin her türlüsünü denedik. Denemediğimiz tek zemin kaldı: Özgürlükler temelinde kurulacak yeni bir mutabakat. Bu İslamofaşist- Milliyetçi ittifakının karşısında daha fazla demokrasiyi, daha fazla özgürlüğü, çeşitliliği, çok sesliliği daha güçlü biçimde dillendirecek bir muhalefet…
Ya da boğulup gideceğiz bu zifiri karanlıkta…