Gülüp geçmek ve direnebilmek
“Biz gülmeye çocukken başladık, gülüp geçmeyi öğrendik; çünkü ağlasak da hayatlarımızın değişmediğini gördük.”
Pınar Taş’ın sözleri aklımdan çıkmadı…
Gülmeyi de güldürmeyi de bir direniş olarak seçmiş adeta…
Yüzleştiği acılar, yaşadığı zorluklar, şiddet sarmalı içinde geçirdiği yıllar, yüreğine sakladığı bir evlat ve içindeki onca sızıya karşın gülümseyerek tutunuyor hayata…
8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde, Pınar Taş’ın dostlar meclisinde sahnelediği tek kişilik performans, çok anlamlı bir gösteriydi.
Harika bir kendine güven…
Olağanüstü bir sabır…
Samimi bir anlatı…
Hayatın zorlukları karşısında gülmek, teslim olmamayı, umudu ve direnci simgeledi o akşam…
***
Muş doğumlu Pınar.
Kürt bir babanın, Türk bir annenin evladı…
“İki zıtlık arasında büyüdüm…”
Çocukluğunu anlatıyor; yaşadığı onca absürtlüğü…
Kimi zaman dili Kıbrıs lehçesine çarpıyor, Kürt aksanı konuşması, sözcüklerin rengi ve seslerin farklılığı kültürel bir mozaiği yansıtıyordu.
Ülkücü bir aileden, “Ya sev ya terk et” diyen anne tarafı… Devrimci bir gelenekten, “Kelepçeli ellerimiz” türküleri ile örselenen baba tarafı… Bir yanda kurt, diğer yanda zafer işaretleri… Böylesi bir çocukluk, ergenlik..
İnsanların kültürel farklılıklarının en fazla düğünlerde ve cenazelerde ortaya çıktığını söylüyor Pınar… Gözlemleri hepimizi gülmekten kırıp geçiriyor…
***
Konservatuvar mezunu öğretmen bir annenin kızı… Örgütlü mücadelenin içine doğmuş… Muş yıllarından en fazla aklında kalan polis baskınları, evlerinde yapılan aramalar…
Kıbrıs’a gelişi evlilikle olmuş…
Henüz 18’inde…
Olabildiğince kırsal…
Karpaz ve yeni bir hayat…
Ya da yeni sızılar…
“Kıbrıs’a geldim.
Baktım, sokakta panzer yok, akrep yok.
Dilenci yoktu hatta…
(O zaman…)
Eylem var, yürüyoruz, polisler de bizle yürüyor…Tazyikli su yok.
Islanmamışız…
Yadırgadım…”
***
Bir başka yerden kıyaslıyor bu kez…
“Türkiye’de Kürt kimliği tanınmıyordu.
Buraya geldim, devlet tanınmıyor.
En son yaşadıklarımı düşününce galiba Tanrı da beni tanımıyor…”
Pınar Taş’ı izlerken, enerjisine, espri yeteneğine, onca acıya ve yokluğa karşı geliştirdiği dirence hayran oluyorum.
Hani “yılgınlık yok, direniş var” diye haykırmak geliyor içimden, düşündükçe… Sıradan zorluklar karşısında pek çok insanın sergilediği kırılganlık ve yakınmalar anlamını yitiriyor.
***
“Dedem göçmüş, annem göçmüş, ablam göçmüş, ben göçmüşüm…”
Tek tek anlatıyor aile bireylerini, iş hayatında yaşadıklarını, boşanma süreçlerini, onca riyakarlığı, saçmalığı ve aptallığı… Gülerek anlatıyor… Gülümseterek…
Siyasete de dokunuyor pek tabii…
“Al eline bir köpek, sabah çık geziye, Toroslar’a bak… Bu ülkede en kolayı makam sahibi olmak…”
***
Gülümseyerek direnmek…
Ya da…
Gülümseyerek bilenmek hayata…
Hani derler ya, “gülmek en devrimci eylemdir…”
Çünkü gülmek, korkuyu yıkar, dayanışma yaratır ve insanları - belki de toplumları- özgürleştirir.
O küflü ve kirli ellerin parçaladığı bu güzel coğrafya, belki de böylesi bir direnişle yeniden uyanacak, kim bilir… Pınar Taş’ın da önerdiği gibi “halkların kardeşliği” olarak değişecek kimi meydanların ismi… Demokrasi caddeleri çoğalacak.
Şiddet yenilecek…
Nefret, hınç, kin yenilecek…
Yalan, talan, sömürü yenilecek…
Birlikte gülümsedikçe…