“Gündelik Yaşamda Avrupalı Müslümanlar”* (Avrupa Kamusal Alanındaki İslam İhtilafları Üzerine Bir Araştırma)
“Gündelik Yaşamda Avrupalı Müslümanlar”* (Avrupa Kamusal Alanındaki İslam İhtilafları Üzerine Bir Araştırma)
Nilüfer Göle, çalışmalarını Paris Sosyal Bilimler Akademisi’nde sürdüren değerli bir sosyolog. Özellikle son dönem çalışmaları daha çok din sosyolojisi ve İslam (Avrupalı Müslümanlar) üzerine. Geçtiğimiz aylarda yayımlanan ve kapsamlı bir saha çalışmasının sonuç ve yorumlarını içeren “Gündelik Yaşamda Avrupalı Müslümanlar” kitabı bu bağlamda dikkat çekici bir örnek. İslamla ilişkilendirilen (yapanların da İslam adına yaptıklarını söyledikleri) ve giderek Avrupa’ya da sirayet eden terör eylemleri ve karşılığında bu coğrafyada (dünyada da) gelişen islamofobia göz önüne alındığında Göle’nin bu son çalışması daha da bir anlam kazanıyor.
Hannah Arendt’in “kendi kimliğini ve farklılığını ortaya koymak bir vatandaşlık eylemidir” tespitinden yola çıkan Göle, dört yılı kapsayan geniş ölçekli saha araştırmasında, Avrupa’nın yirmi bir ayrı şehrinde yaşayan “göçmen kökenli ‘sıradan Müslümanlar’ ile onların Müslüman olmayan komşuları ve hemşerileri olan ‘kökten’ Avrupalıları yüz yüze tartışma toplantılarında bir araya getiriyor” ve buradan hareketle “alternatif bir kamusal kültürün” oluşma imkânlarının olup olmadığını, ya da ne oranda oluştuğunu sorguluyor. Bunu yaparken de bu bağlamda kimi kategorik kavramları zorluyor ve asıl ‘Avrupalı Müslümanlar’ kavramlaştırmasıyla, Avrupa’da hem yaşadığı coğrafyanın kültüründen etkilen ve hem de kendisi o kültürü etkileyerek dönüşüme uğrayan bir ‘başka/farklı’ Müslüman tanımlaması yapıyor.
Çalışmasında gözettiği ve ‘sıradan Müslümanlar’ olarak nitelendirdiği Müslüman nüfustan söz ederken ise, homojen bir kitleden söz etmiyor. Farklı etnik kökenlerden -ör. Faslı, Türkiyeli, Pakistanlı vb- gelen ve sadece geldiği yere değil artık yaşadığı yere de ‘aidiyet’ bağı olan -yani hem Faslı hem Fransalı, hem Türkiyeli hem Almanyalı vb olan- , yaşadığı ülkeye, toplumsal yaşamına ve kültürüne entegre olan ancak asimile olmayı da reddeden, keza dini gereklerini yerine getirirken bunu içinde yaşadıkları ülkelerin kültürüyle etkileşim içinde yapan ve bu kültür içinde -“kendi kimliği ve farklılığını ortaya koyarak”- kendini dönüştürerek var olmayı, görünür olmayı hedefleyen, bu bağlamda dinine uygun davranmak bakımından da yeni referanslar arayan, daha çok eğitimli orta sınıf Müslümanlardır Göle’nin ‘sıradan Müslümanlar’ tanımı içine girenler. Bu noktada altı çizilmesi gereken husus, ‘sıradan Müslümanlar’ın Avrupa’daki yoğun Müslüman nüfus içinde oldukça geniş bir yekün tuttuğu ve bu nüfusun gerek eğitim düzeyi, gerek sosyal statüleri ve gerekse siyasal-toplumsal-kültürel talepleri bakımından Avrupalıların İslam/Müslüman dendiği zaman algıladıkları daha çok marjinalize olan, militanca hareket eden, şiddetle ilişkili unsurlardan farklı olmalarıdır. Sonuç itibarıyla ikinci, üçüncü nesilleri teşkil eden bu kesimler hem köken olarak geldiklere yere ve hem de içinde doğup büyüdükleri, kültürüyle hemhal olup diline vakıf oldukları ülkelere aidyet duygusunu aynı anda taşımakta, burada yaşamak ve görünür olmak istedikleri dinsel kimliklerini ise ritüalize ederek katı bir forma dönüştürmek yerine, artık vatandaşı oldukları ülke kültürüne uyumlama çabası göstermekte, bu bağlamda diyaloğa ve eleştiriye açık olmaları nedeniyle de, potansiyel olarak, kendilerini dönüştürmek eğilimi taşımaktadırlar. Bu özellikleriyle ‘sıradan Müslümanlar’, çoğunluk Avrupalıların şiddetle ilintilendirdikleri ve buradan algıladıkları Müslümanlardan farklıdırlar ve aslında bu fark Avrupalılar tarafından da yeterli ölçüde anlaşıldığı takdirde -burada Avrupalılar bakımından bir sorun olduğu aşikâr- giderek yeni bir ‘Avrupa Kimliği’nin kurulmasında önemli katkılar yapabilecektir. En azından Göle, gözlemlerinden hareketle bunun gerekliliğine vurgu yaparken olabileceği konusunda da iyimserlik taşımaktadır.
21 Avrupa ülkesinde oluşturulan gruplar (’sıradan Müslümanlar’ ve Müslüman olmayan komşuları ve hemşerilerinden oluşan gruplar) bir araya getirilirken gözetilen de budur. İki kesimin kamusal alanda yer alan ihtilaflı tartışma konuları (başörtüsü, cami yapımı, karikatür, sokakta kılınan namazlar, helal et vb) üzerinden yüzyüze sürdürükleri tartışmalarda, birbirlerine yönelik olarak taşıdıkları duygu ve düşünceler açığa çıkarılırken, aynı anda her iki kesimin birbirlerine yönelik yerleşik önyargıları ne oranda aşabildikleri ve nihayet bir çıkış yolu olarak, “kültürel kolajlar’ yerine “kültürel melezlenmenin” gerçekleşeceği, alternatif kamusal kültür alanları üretmenin mümkün olup olmadığı sorgulanmıştır.
Özet olarak Göle’nin dört yıl süren bu kapsamlı çalışmadan çıkardığı sonuç şudur: “Avrupa’nın ve İslam’ın iç içe geçerek yarattığı kültürel melezlenmenin hem Cihatçı hem islamofobik düşmanları var. Ancak umutlu olabiliriz. Bunların yol açtığı kangrene karşı en etkin panzehir toplum inşasının potansiyelinde, farklılıklardan kolaj yapmak yerine onları halı gibi dokumakta yatıyor. Avrupa’nın istisnai özelliği yaratıcı özgürlüğünde, kendini Öteki ile her daim yeniden icat etme kapasitesinde aranmalıdır.”
Burada altı çizilmesi gereken kanımca “farklılıklardan kolaj yapmak yerine onları halı gibi dokumakta (melezleşmede) yatıyor” cümlesi. Şu an itibarıyla bu ne kadar mümkün, ya da mevcut tablo bu anlamda iyimser olmayı mümkün kılıyor mu?
Aşikâr olan bu yolda aşılması gereken siyasal-kültürel-psikolojik birçok engelin olduğudur. Göle’nin çalışması ise bu güçlüğü işaret ettiği kadar, bu yolda atılması gereken adımların ne olduğunu önermesi, en azından tartışmaya açması bakımından dikkate değerdir.
(*) Gündelik Yaşamda Avrupalı Müslümanlar. Nilüfer Göle. İstanbul: Metis. 2015. 283s.