Gündemde Yine Protokol Var
KKTC halkına Türkiye Cumhuriyetinin sağlamakta olduğu maddi ve manevi yardımların tarihi çok eskilere dayanmaktadır. Günümüze değin süre gelen bu yardımların temel amacı planlama, düzenleme, denetleme ve yaptırım uygulaması açısından daha etkin bir kamu yapısı, kaynaklarını daha verimli kullanan bir kamu maliyesi ve istikrarlı bir devlet yapısı yanı sıra rekabet edebilirliği yüksek bir özel sektör oluşturmaktır. Özetle bu yardımlarla temelinde KKTC ekonomisinin istikrar kazanarak sürdürülebilirliğinin oluşması ve kendi ayakları üzerinde durmasını hedef alınmaktadır. İlk başlarda doğrudan bütçe katkısı olarak sağlanan bu yardımlar popülist yaklaşımlar nedeniyle bütçe disiplini açısından problemler yaratmış ve daha sonraları programa dayalı yardım şekli benimsenerek uygulanmıştır.
KKTC’nin bütçe olanakları sınırlı olması, Türkiye Cumhuriyeti’nin yardımlarını gerekli kılmakta ve bu yardımların KKTC ekonomisinin kendi kendine yetebilen sürdürülebilir bir ekonomi olana kadar sürmesi de Ülkemiz açısından önemlidir. Dolayısıyla programa dayalı yardım uygulamasını belirleyen protokollerin, Ülkemizin mali ve ekonomik gereksinimlerinden dolayı ortaya çıkan bir sonuçtur aslında. Hal böyle iken devamlı gündemde olan “protokol” tartışmaları aslında protokollerin varlığı üzerinden değil de içeriği üzerinden yapılması kanaatimce daha doğrudur.
Pek tabi protokoller tek taraflı taahhütler değildir. Bir yandan KKTC hükümeti protokoldeki yapısal reformları uygulayacağına dair taahhüt ortaya koyarken diğer yandan Türkiye Cumhuriyeti hükümetleri de KKTC’ye sağlanacak mali yardımın aksatılmadan KKTC’ye transferini taahhüt etmektedir. Bu karşılıklı imzalanan protokol TC, KKTC ilişkilerindeki karşılıklı toplumsal algıların tam ortasında yer almaktadır. Bir tarafta, KKTC’nin protokole yazıp da uygulamadığı veya ötelediği taahhütler, TC tarafında haliyle bir ciddiyetsizlik olarak algılanmakta ve KKTC hükümetlerine karşı güvensizlik oluşturmaktadır. Diğer yanda, TC hükümetlerinin taahhüt ettiği mali yardımın transferi aksatıldığında ise, bazı çevreler bu aksamaları TC hükümetlerinin tercihi olarak lanse ederek ülkede bir algı yaratılıp onun üzerinden siyasi kazanç sağlanmaya çalışılmaktadır. Ortaya çıkan bu algılar maalesef iki ülke halkının birbirlerine karşı besledikleri hoşgörü sınırlarını daraltmakta, bu bağlamda siyaset kurumu üzerinde toplumsal baskı oluşmakta ve tartışmaları, kimseye faydası olmayan farklı zeminlere taşımaktadır.
KKTC halkı için Türkiye Cumhuriyeti, hayatın her alanında yardımına ve maddi manevi desteğine ihtiyaç duyduğu bir ülkedir. Dolayısıyla iki ülke insanının birbirlerine karşı güvensizlik hissetmeleri, iki ülke ilişkilerini zorlaştırmakta ve iki tarafın da arzu etmediği bir ilişki biçimi ortaya çıkarmaktadır. Bir tarafta alışılagelmiş tabiriyle “TC parayı bu hükümete verir, bu hükümete vermez” söylemleri diğer yanda ise “imzaladıkları taahhütlerini bile yerine getirme ciddiyeti gösteremeyen KKTC hükümeti” yorumu. Hal böyle olunca tarafların arasında bazen haklı, bazen haksız değerlendirmelerin önü açılmaktadır. KKTC halkını kendi sorumluluklarını yerine getirmeyen ancak her türlü rahatından da vazgeçmeyen bir toplum olduğu algısı TC halkının zihnine yerleşmekte ve “besleme” söylemlerine varan tepkileri tetiklemektedir. KKTC halkını küçültmek veya küçük duruma düşürmek hiçbir hükümetin isteyeceği veya önemsemeyeceği bir durum olduğuna inanmamakla beraber maalesef böyle bir sarmalda olduğumuzu da inkâr edemeyiz kanaatindeyim.
Başarısız protokol uygulamaları sonucunda ortaya çıkan bu algıları ortadan kaldırmanın üstesinden gelip KKTC halkının muteber bir halk olduğu algısının kazanılması iki ülke ilişkileri açısından çok önemlidir. Bunun yollarından biri imzalanan protokolün iki tarafça murat edilenin çok net bir şekilde anlaşılır olmasıdır. KKTC tarafı protokol çerçevesinde yapabilecekleri konusunda samimi olmalı ve protokol eylemleri üzerinde çok çalışarak gerekli argümanları geliştirmeli ve ülkemizin sürdürülebilir bir ekonomi hedefine taşıyacak nitelikteki eylemleri protokole taşımalıdır. Programın amacına yönelik uygulanması gereken nitelikli eylemler oluşmuşken, maddi yardımın akış şekli de ayni derecede nitelik taşıması gerekmektedir.
Dini, dili, ırkı bir olan iki ülkeyi bir birine yakınlaştırması beklenen bu yardım ilişkisinin, bir tansiyon noktası haline gelmemesi lazımdır. O yüzden protokoller yapılırken KKTC tarafı ‘bu eylemi ekleyelim de yapmayalım’ gibi bir tutumda, diğer yandan TC tarafının da uygulanamayacak eylemlerin protokolde yer almasına ısrar eden bir tutumda kesinlikle olmamalıdır. Bu tutumlar maddi yardımı verenin de alanında mali yardımın ekonomik etkinliği açısından performanslarının düşük olması sonucunu ortaya çıkarmaktadır. O yüzden herhangi bir protokolü imzalayıp büyük bir bölümünü uygulamaya geçirememe Türkiye’nin toleransıyla ileriye taşınabilmekte ancak KKTC hükümetlerini itibarsızlaştırmakta ve maddi olmasa da ciddi manevi kayıplara yol açmaktadır. Dolayısıyla gereken, aslında tolerans değil KKTC’nin ekonomik yapısının sürdürülebilir hale getirecek, uygulanabilir bir program ve aksamayan mali yardım akışıdır. Ancak bu şekilde mali yardımın ekonomik faydasını maksimize edebilmemiz mümkün olabilir inancını taşımaktayım.