1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Gündemdeki Muamma: Gdo
Gündemdeki Muamma: Gdo

Gündemdeki Muamma: Gdo

Gündemdeki Muamma: Gdo

A+A-


Başak Önel
[email protected]

Tüm insanlık üzerinde hegemonya kurmayı hedefleyenler bugün sadece kan ve barut kokulu savaşlara değil; bilim maskesi takmış ve tüm insanlığı etkisi altına alan gizli savaş stratejierine de başvuruyorlar. Bunlardan bir tanesi tohumlar üzerinde oynanan oyunlardır. Zira; insanlar hem gıda hem de hammadde amaçlı bitki tohumlarına muhtaçlar; dolayısıyla tohuma hakim olan, insana da hakim oluyor!

Tohum çeşitliliği ve sağlığına indirilen en büyük darbelerden biri klasik çiftçilikten endüstriyel tarıma geçilmesiyle başlar. Geçinmek ve doymak üzerine kurulu klasik çiftçilik yerini kâr amaçlı, sermaye yönetimli ihtiyaç üstü bir üretime bırakır. Büyük tarım şirketleri, ellerinde tuttukları teknolojilerle ürettikleri tohumları piyasaya sürdükçe, çiftçiler tohumlar üzerindeki hakimiyetlerini kaybetmeye başlarlar. Böylelikle çiftçilerde tarihi bir miras olarak biriken doğanın bilgisi, doğal uygulamalar, toprakla uyumlu yöntemler ve yerel tohumlar yerlerini çok fazla su, yapay gübre, ilaç ve makinelere ihtiyaç duyan tek tip tohumlara bırakır. Yerel türlerin yok olması canlı çeşitliliği olarak bilinen biyoçeşitlilik üzerinde telafisi imkânsız yaralar açar. Çünkü içerisinde yaşadığımız ekosistem hassas bir denge içerisinde varlığını sürdürür ve bir canlının denklem içerisinden çekilip alınması ona bağımlı başka bitki veya hayvanların soylarının tükenmesi gibi geri dönüşü mümkün olmayan sonuçlara sebep olabilir.

1996 yılında, tohum hakimiyetinin gücünü iyice idrak eden ABD’li dev tohum şirketleri gözlerini tüm dünyaya çeviriler ve ellerindeki tohumları üretim maliyetlerinin altında dünya ülkelerine yaymaya girişirler. Bazı zengin ülkeler, vergilendirme yöntemiyle nispeten bu yayılmanın önüne geçmeye çalışsa da fakir ülkeler hazırlıksız yakalanarak bu manevrayla başa çıkamazlar. Bu ülkelerdeki çiftçilerin yerel tohumlarla, az kimyasal ve çok emekle var ettikleri ürünlerin fiyatları ABD’den gelen tohumların düşük fiyatlarıyla yarışamaz ve bu durum yerel tohumların terk edilerek endüstriyel tarıma meyledilmesi önünde katalizör bir etki yarattığı gibi farklı coğrafyalardaki sermayedarların da gözünü açar.

Ne hikmettir ki GDO’lu ürünlerin ticari olarak üretiminin başlaması da aynı yıla denk gelir! Bugün on dünya tohum tekeli, dünya tohum satışının %50’sinden fazlasını elinde tutmaktadır. Bunların başlıcaları bir ABD sermayesi olan ve dünya geneline yarattığı felaketlerle kötü ün salmış Monsanto, yine ABD sermayesi olan Dupont ve Land O’Lakes, İsviçre sermayesi olan Syngeta ve bir Alman sermayesi olan Bayer Crop Science’dır. Bu bahsettiğimiz on şirket, tarım kimyasallarının satışının da %84’ünü ellerinde tuttukları gibi, GDO-tohum piyasasının da neredeyse tamamını ellerinde tutarlar.

GDO (Genetiği Değiştirilmiş Organizma); bir canlıya kendi gen diziliminde mevcut olmayan, başka bir canlıya ait genin aktarılması sonucu ortaya çıkan, insan ürünü, yeni bir canlıdır. Bir bitkinin lezzetini artırmak için, yağca zengin bitkilerin yağ oranlarının artırılması için, bitkinin olgunlaşmasını geciktirmek dolayısıyla raf ömrünü uzatmak için, daha küçük alanda daha çok verim alabilmek için ve bitkilerin daha besleyici olmaları için gen aktarımları yapılabiliyor. Ancak en yaygın gen aktarımları bitkilerin kendi bünyelerinde böcek öldüren maddeler üretmeleri ve aynı zamanda yabani bitkileri öldüren kimyasallara dayanıklı olmaları için yapılanlardır.

Endüstriyel tarımla birlikte yerel tohumlardan vazgeçilmesi ve yoğun tarımsal ilaç kullanımı bitkilerin lezzetlerini ciddi ölçüde kaybetmeleriyle sonuçlandı. “Nerede o eskiden dalından kopardığımız meyve sebzelerin tadı?” feryadımızı dünya tekelleri duymuş olacak ki kendi yarattıkları yıkımı GDO ile hemen çözmeye çalışıyorlar! GDO teknolojisi bitkilere lezzet katıyor, sermaye cebini doldurmaya devam ediyor. Besleyiciliği artacak diye gen aktarımı yapılan bitkilerde ise bazı besleyicilerin düzeyleri artarken bazıları tahmin edilemez bir şekilde azalabiliyor ve bu da gıdaların yıllardır sahip olduğu doğal besin içeriğini darmadağın ediyor. Gen aktarımıyla böcekleri öldüren maddeler üretmeye başlayan bitkiler çoğu zaman bitkilere bir zararı olmayan böcekleri de öldürüyorlar. Bitkiler herbisitlere (hasat verimini engelleyen yabani otları öldüren kimyasal ilaçlar) dayanıklı hale getirildiğinde bu ilaçların fütursuzca kullanılması söz konusu oluyor. Bu da toprak yapısını bozuyor, toprak canlılarını öldürüyor ve insana geçebilecek düzeylerde bitkilerin içinde birikebiliyor.

Tohum tekelleri ürettikleri GDO-tohumları patentleyerek tohumlar üzerinde mülkiyet hakkı elde ediyorlar. Böylece bağımsız kişi ve kurumların bu tohumları, içeriklerini, insan ve hayvanlar üzerine etkilerini incelemeleri neredeyse imkânsız hale geliyor. Sermayenin vukaatları saymakla bitmiyor. Bazı firmalar tek hasatlık tohumlar üretiyorlar. Yani klasik yöntemde hasattan elde edilen tohumların bazılarının tekrardan toprağa ekmek için ayrılarak gelecek hasata hazırlanmaları söz konusu olamıyor. Zira hasatta elde edilen tohumlar kısır oluyor. Böylece üretici, firmaya her zaman bağımlı kalıyor.

GDO’ların insan sağlığı üzerinde uzun vadede yol açabileceği olumsuz etkiler henüz net bir şekilde bilinmiyor; patent sistemi dolayısıyla aktif bir şekilde araştırılamıyor da! Ancak; kısa vadede toksik etki ortaya çıkaran vakalar ve alerjik reaksiyonlar çokça tespit edilmiştir.

İnsanlar GDO’ları vücutlarına direkt yiyerek alabilecekleri gibi indirekt yollarla da GDO’ların olumsuz etkilerine maruz kalabilirler. Bugün genetiği en çok değiştirilen bitkilerin başını hayvan yemlerinde de kullanılan soya ve mısır çekiyor ve bu transgenik ürünlerin belli çerçevelerde birçok ülkeye girişi şu an yasal durumda. Hayvanların bu GDO’lu yemleri tüketmeleri vücutlarında anormal tepkimelere yol açabilir ve bu tepkimeler sonucunda vücutlarında insanlara zarar verecek maddeler birikebilir. Bu olası durumsa insanları elbette ki etkileyecektir. Hayvanlar açısından baktığımızda ise durum vahimin de ötesindedir. Zaten bugün hayvanlar küçücük alanlarda çok fazla sayıda ve salgın hastalıklara açık bir şekilde yetiştiriliyorken, sağlıklı beslenebilme hakları da ellerinden alınmış oluyor. GDO mevzusunu neresinden tutsak elimizde kalıyor...

KKTC gibi denetimsizliklerle meşhur bir yerde yaşarken; genetik modifikasyon ve etkilerini denetleyecek bir mekanizmaya sahip değilken, bizi kim inandıracak GDO’lu ürün tüketmediğimize? Belki satın aldığımız tavuk GDO’lu yemle beslenmiş, belki de ısırdığımız elmanın genleri değiştirilmiştir... Sorgulamakta fayda var.

--------------------------------

Yararlanılan Kaynaklar:
“Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar”, Venhar Çelik-Dilek Turgut – 2007
“Tohumda Tekelleşme ve Etkileri”, Tayfun Özkaya – 2007
“Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar ve Biyogüvenlik”, Iraz Haspolat – 2012
“Bana Bir Masal Anlat Baba İçinde GDO Olsun”, Esra Güven – 2014

Bu haber toplam 1965 defa okunmuştur
Gaile 342. Sayısı

Gaile 342. Sayısı