1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. GÜNEŞ KOZAL ve ELENA HADJIPETROU ile Aynanın Sessizliği
GÜNEŞ KOZAL ve ELENA HADJIPETROU ile  Aynanın Sessizliği

GÜNEŞ KOZAL ve ELENA HADJIPETROU ile Aynanın Sessizliği

Güneş Kozal ve Elena Hadjipetrou aynı dili konuşmuyordu. Yine de insanüstü bir çaba, hayallerini gerçeğe dönüştürdü.

A+A-

Simge Çerkezoğlu

Bir tiyatrodan çok daha fazlasıydı ‘Aynanın Sessizliği’… Oyunda, Ada’nın iki yanından, işitme engelli gençler vardı. Yunanca ve Türkçe işaret dilleri farklıydı, Güneş Kozal ve Elena Hadjipetrou aynı dili konuşmuyordu. Yine de insanüstü bir çaba, hayallerini gerçeğe dönüştürdü. Ortak arzuları, engelli bireylerin hayatın içinde var olduğunu göstermek, aynı sıkıntılarla mücadele ettiklerini bizlere ispat etmekti… Proje önce bir işitme engelliler öğretmeniyle, bir tiyatro sanatçısını bir araya getirdi. Onlara kısa zamanda on işitme engelli Kıbrıslı genç de katıldı. Sonuçta imkânsız başarıldı. ‘Aynanın Sessizliği’ oyunu konuşmadan da insanların anlaşabileceğini gösterdi.  Güneş Kozal ve Elena Hadjipetrou bu süreci bizimle paylaştı.   

“Tiyatronun eğitim aracı olabileceğini fark ettim”

Yirmi sekiz yıllık öğretmen olan Elena önce kendini, daha sonra eğitimle sanatı nasıl buluşturduğunu anlatıyor…

“Devlet okulunda çalışıyorum. Yirmi sekiz yıllık işitme engelli öğretmeniyim. Lefkoşa’da çalışıyorum. Farklı yaşlardan işitme engelli çocuklara eğitim veriyorum. Ana okuldan öğrencilerim de var, ortaokuldan da. Eğitim ve sanatla olan ilişkim ilk olarak on beş yıl önce başladı. Şarkıları açıklamak için işaret dilini kullanmaya başladım. Bu şarkılar çeviri anlamına gelmiyor tabii ama şarkıların ne anlattığını işaret diliyle anlatmaya çalışıyordum. Hatta bu şekilde etkinlikler de yaptık. Pek çok işitme engelli izleyicimiz de oldu. Böylece çocuklar şarkıları öğrenmeye başladı. Zaman içinde bu etkinliklerimizi toplumun genelinin katılabileceği gösterilere dönüştürdük. İnsanlar toplumda işitme engelli bireyler olduğunu onların da kendi dili, kendi kültürü olduğunu, varlıklarını kabul edip saygı göstermeleri gerektiğini anladı. Daha sonra bu öğrencilerimle çok büyük bir konser de gerçekleşirdik. Böylece Ada’da işaret diliyle yapılan ilk konser oldu. Konser bu denli başarılı olunca sanatı eğitimde daha başka nasıl kullanabilirim diye düşünürken, tiyatronun da bir eğitim aracı olabileceğini fark ettim. Böylece tiyatroyu da derslerimde kullanmaya başladım. Elbette size engelli olan öğrencilerden bahsediyorum. Dolayısıyla ilk olarak onlara bir hikâyeyi nasıl oynamaları gerektiğini anlattım. Baktım ki hoşlarına gitti, bu konuda ben de biraz daha bilgi sahibi olmaya çalıştım. Tiyatronun onların işaret dillerini geliştirmekte, kendilerini ifade etmekteki önemini kavradım. Böylece tiyatroyu eğitimde daha da fazla kullanmaya başladım. Sınıfta daha çok tiyatro oyunu üzerinde çalışmaya, gerçek anlamda tiyatro eserleri üzerinde durmaya başladık. Okul tiyatroları oluşturduk. Diğer engelli öğrenciler için gösteriler yapmaya başladık.”

a4-024.jpg

Güneş ise Elena’dan farklı olarak tiyatro sanatçısı. Tiyatroda hem performans sergileyen, hem de bu alanda akademik çalışan bir isim.

“Liseden sonra Bilkent Üniversitesi Sahne Sanatları bölümünde tiyatro eğitimi aldım. Daha sonra İstanbul’a taşındım. Sekiz yıl Bakırköy Belediye Tiyatrosu’nda çalıştım. Bu arada Haliç Üniversitesi’nde yüksek lisans yaptım, şu anda da doktoramı tamamlamak için çalışıyorum. Ama bu yıllar içinde her yıl mutlaka hayatımda bir oyun oldu. İstanbul’da farklı tiyatrolarda çalıştım. Bir süre önce Kıbrıs’a geri dönme kararı aldım. Girne Amerikan Üniversitesi’nde akademisyen olarak çalışıyorum. Tüm kariyerim tiyatro ile geçti. Aslında işaret dili de bilmiyorum.”    

“Engelli bireylerin sorunlarının ortak olduğunu gözlemleyerek yaşadım”

Elena’nın uzun yıllar boyunca hayallerini süsleyen, iki toplumdan, işitme engelli gençlerle bir tiyatro oyunu sahneleme fikri, Güneş’le yollarının kesişmesiyle gerçeğe dönüşüyor.

“İki toplumlu, işaret diliyle bir tiyatro oyunu sahnelemek aslında benim on dokuz yıllık hayalimdi. Ama tanıdığım kimse yoktu, kuzeyde insanlara nasıl ulaşacağımı bilmiyorum. Hep bir hayal olarak duruyordu. Daha sonra geçen yaz ortak arkadaşımız Duriye Gökçebağ beni Güneş’le tanıştırdı ve adım adım bu projeye başladık. Her toplumda işitme engelli insanlar var ama sonuçta dünyanın her yerinde bu insanlar azınlık durumunda. Azınlık olmak her zaman insanlarda negatif duygular yaratıyor. İşitebilen insanlara göre hayatlarının her dönemi zorlukla geçiyor. Çocukken eğitim almakta sıkıntı yaşıyorlar, büyüyünce iş bulmakta önlerine engeller çıkıyor. İnsanlarla kolay ilişki kuramıyorlar. Ben her zaman tüm bu sorunların ortak olduğunu gözlemleyerek yaşadım, bunu topluma ispat etmenin gerekliliğini de kendime borç bildim. Bu nedenle bu projeyi gerçekleştirmeyi aklıma koydum. İlk olarak Güneş’le tanıştık, konuştuk. Ardından her iki toplumdan beşer ergeni bir araya getirmeye, nasıl iletişim kuracaklarını görmeye karar verdik. Benim öğrencilerim hazırdı. Kuzeyde öğrenci bulmakta zorlandık. Özge Yorulmaz ve Çelen Çağansoy bize bu konuda çok yardımcı oldular.”

İlk tanıştıkları an, çocukların sadece birbirlerine bakmakla yetindiklerini söyleyen Elena, iki saatin ardından konuşmaya kendi tecrübelerini paylaşmaya başladıklarını söylüyor. İlk günü hiç unutamadığını sözlerine ekliyor. 

“İlk tanıştıkları anda karşılıklı olarak birbirlerini incelemeye başladıklarını unutamıyorum. Yine Dayanışma Evi’ne gelmiştik. İki saat sonra konuşmaya, çocukluktan itibaren yaşadıkları tecrübeleri birbirlerine anlatmaya başladılar. Pek çoğu normal okullara gidiyordu, bu okullarda arkadaşlarıyla iletişim sorunu yaşıyorlardı. Oysa kendileri gibi öğrencilerle görüştükçe, kaynaştıkça tek başlarına olmadıklarını görüyor, kendilerini daha iyi hissediyorlardı. Bu görüşmeyle adanın kuzeyinde de kendileriyle aynı sıkıntıları paylaşan gençler olduğunu gördüler. Kıbrıs’ta yalnız olmadıklarını fark ettiler. Her şey böyle başladı aslında, aklımızda bir oyun, nasıl bir oyun olacağı hiç yoktu. Önce görüşmeye, dost olmaya, görüşmeye başladık. Neler olacağını zamana bıraktık. Yaşadıklarımız hepimiz için yeniydi. Her görüşmede yeni bir deneyime şahitlik ediyorduk.”

a3-039.jpg

“Projenin amacı kafalardaki sınırları ortadan kaldırmaktı”

Güneş ise bu çabanın sanatsal yönünü bizimle paylaşıyor. Yurt dışında engelli bireylerin sanatla kendilerini ifade etmeye sıklıkla başvurduğunu söylerken bu deneyimin Kıbrıs ve kendi için bir ilk olduğunu sözlerine gururla ekliyor.

“Yurt dışında, özellikle Avrupa’da işitme engellilerin tiyatro sahnelemesi çok yaygındır. Özellikle İngiltere’de işitme engelli tiyatro var. Bunun yanında İngiltere Ulusal Tiyatro’da çalışan down sendromlu bir sanatçı var, hem de başrollerde oynuyor. Avrupa’da insanlar engelleriyle profesyonel olarak tiyatroda var oluyor. Kıbrıs’ta ise bu ilk kez yapıldı. Benim için de bu projede olmak büyük yenilikti. Elena bu fikrini anlattığı zaman çok heyecanlandım. Elbette ilk başta sonuca dair bir hayalimiz yoktu ama kendi adıma stratejim onları bir araya getirmek, ekip olma duygusu yaratmaktı. Projenin amacı muhteşem bir performans yaratmak değil, iki toplumun işitme engelli çocuklarını bir araya getirmek, kafalarındaki sınırları ortadan kaldırmaktı. Herhangi bir engeli olmayan bireylerde bile sınır duygusu varken onlarda bu duygu daha da büyüktü. Kendi toplumları içinde sınır yaşıyorlar, Ada’da yaşadıkları ayrıca fiziksel sınırlar da söz konusuydu. Önce onları tanıdım, onları anlamaya çalıştım. Çocukluklarına gittim.”

a2-066.jpg

“Herkesin işitmeme fikrini deneyimlemesini istedim”

Güneş oyunun hikâyesini, çocukların deneyimlerinden yarattığını söyleyerek, konusunu bizim için özetliyor;

“Yarım saat sürecek ve mutlaka sessiz bir proje ortaya koymaya karar verdim. Herkesin yarım saat dahi olsa işitmeme fikrini deneyimlemesini istedim. Müzik, dil veya işaret dili kullanmadım. Beden diliyle derdimi anlatmak, izleyenlerde işitmeden anlaşma duygusu yaratmak istedim. Görüşmelerimiz boyunca gençlerin, çocukların anlattığı her duyguyu ben imgeye dönüştürdüm. Sonuçta ortaya bu proje çıktı. Çocukların anlattıkları hikâyelerden bir oyun yarattım. Onların çocukluklarından bugüne gelene kadar yaşadıklarını farklı bölümlerle anlattım. Kendileri gibi birini bulma çabalarını, bulamayınca aynadaki kendilerini başka birisinin yerine koyup onunla arkadaşlık etmelerini, hayata karışamadıkları için, hayatı pencereden izleyişlerini anlattım… Dil terapistlerinde yaşadıkları sıkıntıları gösterdim. Finale gelirken ise aynası olan, kendileri gibi olan insanlarla, işaret dili sayesinde anlaşabilmelerini ama aynası olmayan, işitebilen insanlarla, yine iletişim kuramadıklarını gösterdim. Sonucu ise ortak bir dünya yaratarak, aslında hiçbir dile gerek duymadan da anlaşabileceğimizin mesajı vererek tamamladım.”

a1-077.jpg

“Esas olan çocukların hayatlarına dokunmak, sessizliklerine ses olmaktı”

Elena ise bir eğitimci olarak, hikâyenin onu en çok etkileyen yanını bizimle paylaşıyor.

“Bu hikâye içinde beni en çok Omorfo’dan aramıza katılan Çiçek etkiledi. Çiçek 13-14 yaşına gelmişti fakat işaret dili bilmiyordu. Tüm engelli çocukların bir arada olduğu bir okula gidiyordu ama hiç işitme engelli biri ile karşılaşmamıştı. Tanıştığımız andan itibaren Çiçek her şeyi öğrenmeye, anlamaya çalıştı. Çabası inanılmazdı. Bizimle tanıştıktan sonra işaret dili öğrenebilmek için ailesini zorladı. Günlerce Lefkoşa’ya gelerek işaret dili öğrendi, ailesine de öğretti. Bu benim için inanılmaz bir deneyim oldu. Bu projede performansın, oyunun bir önemi yok aslında. Esas olan işte bu çocukların hayatlarına dokunarak, onlara yeni bir yol açmaktı, onların sessizliğine ses olmaktı. Tüm çabamız biz bu insanların hayatını nasıl değiştirebiliriz, nasıl iyileştirebiliriz yönündeydi. Sonuca baktığım zaman bunu altı kadın olarak başardığımıza inanıyorum. Oyun iki kez sahnelendi ama yakında yeniden sahnelemeyi planlıyoruz.”    

    

 

 

 

 

 

Bu haber toplam 4150 defa okunmuştur
Etiketler :
Adres Kıbrıs 429 Sayısı ISSN 2672-7560

Adres Kıbrıs 429 Sayısı ISSN 2672-7560

İlgili Haberler