Güney Afrika ve İsrail Davası: Ne oldu? Ne olacak?
Bu hafta uluslararası ilişkiler ve uluslararası hukuk açısından tam bir “ders kitabı” konusu olan iki gelişme söz konusu. Bir tanesi Uluslararası Adalet Divanı’nda görüşülmeye başlayan Güney Afrika ve İsrail davası bir diğeri de Amerika Birleşik Devletleri ve İngiltere’nin Yemen’de Kızıldeniz’deki filolara saldıran Hisu silahlı örgütüne karşı Yemen topraklarına düzenlediği hava saldırısı. Bugün, buradaki kısıtlı yerim ancak bir tanesini değerlendirmeme yettiği için Güney Afrika ve İsrail davasını değerlendirmeye çalışacağım.
Konuya tüm okuyucularımız eşit derecede hakim olamayabileceğinden biraz baştan başlamak isterim. Uluslararası Adalet Divanı, BM çatısı altında kurulmuş bir uluslararası mahkeme. UAD iki farklı karar türü üretme yetkisine sahip. Bunlardan biri hukuki ihtilaflara ilişkin açılan davalarda ürettiği karar, yani hüküm. Bir diğeri ise BM organ ve ajanslarının UAD’ye yönelteceği hukuki sorulara ilişkin Tavsiye/Danşıma Görüşü (Advisory Opinion). Kısacası, bu mahkemenin önüne gelen çekişmeli bir mevzuda taraflar sadece devletler olabiliyor. Mahkemenin yargı yetkisi alanına giren konular ise şunları kapsıyor: BM Şartı’ndan doğan yükümlülükler, BM nezdinde imzalanan uluslararası sözleşmelere ilişkin ihlaller veya uluslararası örf ve adet hukuku kabul edilmiş uluslararası hukuk normlarına ilişkin ihlaller. Güney Afrika’nın İsrail’e karşı dosyaladığı dava, her iki devletin de tarafı olduğu dolayısıyla birbirlerini UAD’da dava edebileceği, 1948 Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi (Soykırım Sözleşmesi) tarafından yasaklanan soykırım suçunu işlediğini, dolayısıyla sözleşmeyi ihlal ettiğini iddia etmektedir. Bu hafta gerçekleşen duruşma, davanın ön duruşması niteliğindeydi ve henüz mahkeme konuyu esasa ilişkin değerlendirmeye başlamadı. Yani başka bir deyişle UAD henüz İsrail’in iddia edildiği gibi soykırım gerçekleştirip gerçekleştirmediğini değerlendirmeye geçmedi. Bu hafta, Güney Afrika Divan’ı esasın değerlendirmesine yeter olgular olduğuna ve esasa dair kararın verilmesine dek geçecek sürede de ihtiyati tedbir (yani bizim bildiğimiz şekli ile bir ara emri) kararı üretmesi yönünde ikna etmeye çalıştı. İsrail ise iddiaları reddederek Divan’ı herhangi bir ihtiyati tedbir kararı üretmesine gerek olmadığına ikna etmeye çalıştı. Talep edilen ihtiyati tedbirler İsrail’in bir an önce Gazze’de sürdürdüğü tüm askeri operasyon ve saldırıları sona erdirmesi ve insani ve tıbbi yardımın bölgeye ulaşmasını engellemeyi bırakmasını içeriyor.
Bu aşamadan sonra bu davanın seyri nasıl ilerler ve olasılıklar nelerdir? Öncelikle bu haftaki duruşma sonucunda UAD davayı tamamen reddedebilir, böylece süreç burada noktalanmış olur. Ancak Divan’a sunulan olgular değerlendirildiğinde, bunun en düşük olasılıklı sonuç olduğunu söyleyebiliriz. Davanın esasını görüşmeye karar vermesi halinde de yine de ihtiyati tedbir üretmeyebilir, ancak bu da sunulanlar çerçevesinde düşük olasılıklar arasında. Çoğu kişinin beklentisi, UAD’nin davayı esasını görüşmek için kabul etmesi ve ihtiyati tedbirlere ilişkin de bir karar üretmesi. Peki bu durumda ne olur? Kimi kaynakların Dünya Mahkemesi diye isimlendirdiği UAD’nin yukarıda bahsettiğimiz konularda karar üretme yetkisi var ve mahkeme kararları taraflar arasında bağlayıcı. Ancak devletleri ilgilendiren tüm uluslararası hukuki süreçlerde olduğu gibi en önemli nokta olan kararın uygulanması aşamasında maalesef, ulusal mahkemelerin sahip olduğu icra/infaz mekanizmalarına ve bir kolluk gücüne bu mahkemeler ve dolayısıyla UAD de sahip değil. UAD’nin kararlarının uygulatılmasını gözetmek, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin yetkisi. Uygulamayı mecbur kılmak için de Güvenlik Konseyi’nin elindeki tek araç uluslararası arenada yaptırım uygulamak.
İşte geldik mi amiyane tabir ile “Evkaf’ın su meselesi”ne. Güvenlik Konseyi 5 tanesi kararları veto hakkına sahip daimi üyelerden oluşan 15 üyeli bir BM organı. BM üyeleri üzerinde bağlayıcı karar üretme yetkisine sahip tek organı. Peki veto hakkına sahip daimi üyeler hangileri? ABD, Rusya, Çin, Fransa ve İngiltere. Özellikle ABD’nin Ekim 2023’ten beri Gazze’de olan bitene ilişkin İsrail’den yana takındığı tavır ve bu iki devletin zaten çok uzun süredir her alanda müttefiklik yaptığı hepimizin malumu. Bunun yanında İngiltere’nin de Filistin topraklarında bir “Yahudi memleketi” kurulması ülküsünün Birinci Dünya Savaşı’ndan beri en büyük destekçisi olduğunu ve 1920’ye kadar Osmanlı toprağı olan Filistin’in İkinci Dünya Savaşı sonuna kadar İngiliz mandası olduğunu ve burada İngiltere’nin Kıbrıs’ta da uygulanan benzeri kolonyal güç savaşlarının yaratıldığını da unutmamak lazım. Hal böyle iken, BM Güvenlik Konseyi’nin İsrail’e karşı herhangi bir yaptırım kararı üretebileceğini hayal etmek oldukça zor oluyor.
O zaman bu ne demek oluyor? Ve biz uluslararası kamuoyu Güney Afrika v İsrail davasından ne beklemeliyiz? Her ne kadar olası bir kararın uygulatılması imkansıza yakın derecede zor olsa da uluslararası hukuk mekanizmaları normların bize ne olduğunu hatırlatmak ve gözler önüne sermek yönünde de bir görev ifa eder. İsrail’in Soykırım Sözleşmesi’ni ihlal ediyor olabileceği olasılığını güçlü bulup UAD’nin ihtiyati tedbir kararı üretmesi, tüm kamuoyuna şu mesajı verecektir: “Gazze’de olup bitenler 21. yüzyılda soykırımın dış görünümüdür”. Bunun yanında davanın esasına ilişkin kararının da İsrail’in sözleşmeyi ihlal ettiği yönünde olması, başta İsrail Başbakanı Netanyahu olmak üzere, soykırım suçunun maddi unsurlarını yerine getiren kişilere ilişkin ulusararası ceza mekanizmalarının çalıştırılabilmesinde önemli bir temel görevi görecektir. Bu da tutuklanmamak adına Netanyahu ve yakın “adamları”nın dünya üzerinde seyahat edebilecekleri yerleri oldukça kısıtlı bir coğrafik bölgeye sınırlayacaktır. Bunun da doğrudan ve dolaylı olarak devletin diplomatik ilişki ve bağlarında sorunlara yol açacak aynı zamanda uluslararası kamuoyu nezdinde itibar kaybına sebep olacaktır. Örneğin Avrupa Birliği’nin üye olmayan devletlerle kurduğu ticari işbirliklerinde insan hakları normlarını da göz önünde bulundurduğu bilinmektedir. Soykırım işlediği resmen kabul ve ispat edilmiş bir devlet ile ekonomik ve ticari işbirliği yapmak AB’nin çok taraflı ve çok uluslu karar verme mekanizmaları çerçevesinde pek de mümkün olmayacaktır. Bu sebeple, hem Güney Afrika v İsrail davasına dair hem de uluslararası huku kurum ve mekanizmalarına dair ihtiyatlı bir umut beslemek yanlış olmayacaktır.
Bir sonraki yazımda uluslararası hukuk penceresi’nden ABD ve İngiltere’nin Yemen’e düzenledikleri hava saldırılarına ilişkin değerlendirmemi okuyabilirsiniz. İyi Pazarlar.
Fotoğraf: UN Photo/ICJ-CIJ/ Frank van Beek