Gürgenç; “aşkla erotizm aynı şey olmalı”
Gürgenç; “aşkla erotizm aynı şey olmalı”
Simge Çerkezoğlu
Gürgenç Korkmazel editör, çevirmen ve yazar ama hepsinden önemlisi modern Kıbrıs edebiyatının en önemli isimlerinden biri…
Kimseye benzemeyen yazın tarzı, şahsına münhasır düşünceleriyle sizi kendine kilitleyen Gürgenç’le öncelikle iki dilli olarak yayınlanan ve editörlüğünü üstlendiği öykü kitabını konuştuk.
Bunun yanında yeni şiir kitabı Sakangur’u, aşkı ve ölümü irdeledik, yeni çıkarımlarda bulunduk.
“ÖYKÜDE YALNIZLIK VAR”
İki toplumun yazarlar birliğinin açtığı yarışma ve yaptığı değerlendirme sonucunda ortaya çıkan ve 2014 yılının son günlerinde yayınlanan “Öykü” kitabı ile sohbetimize başlıyoruz. Türkçe dilinde Mehmet Arap’ın öykülerinin editörlüğünü üstlenen Gürgenç, kitabın oluşum sürecini anlatıyor.
“İlk başta iki yazarlar birliği bu yarışmaları ortak düzenliyorlardı. Yarışma sonucunda da ödül para veya kitap oluyordu. Sonra düşündük ve bu yarışmaları kitapla kalıcı hale getirme kararı aldık. Böylece hiç kitabı olmayan genç yazarlara kararımızın büyük faydası olduğu kanısındayım. İlk kitap Senem Göker ve Maria Siakalli’nin kitabı oldu. Bu kitabın ardından karar verdik ve yarışmalar hep şiir üzerinden değil, öykü de olsun istedik. Geçtiğimiz yıl öykü yarışması açıktık. Yarışma sonucunda Mehmet Arap ve Sotirio Vasiliu’nun öykülerini yayınladık. Ancak öykülere ve öykücülere ulaşmakta da biraz zorlandık. Özellikle Kıbrıslı Türk yazarlar arasında öykü yazan çok az yazar bulduk. ”
Gürgenç’e göre Kıbrıs Türk Edebiyatı’nda daha az öykü yazılmasının en önemli nedeni bu türün yeterince önemsenmiyor oluşu.
“Öykü hep önemsenmeyen bir tür oldu. Zihinlerde sanki yazar, şiir ya da roman yazar gibi bir düşünce var ve bu türlere yönelme oluyor. Sonuçta öykü çok tercih edilen bir tür olmuyor. Ülkede yazılan öykülere baktığımızda çoğunlukla kötü olduklarını ve toplumu eğitmek için yazıldıklarını söyleyebiliriz. Bugüne kadar çoğunlukla öğretmenlerin yazdığı ders çıkarıcı yönde öyküler yazıldı. Kimse iyi öykü yazmadı, iyi öykücümüz fazla olmadı. Bu yüzden de öykücülük gelişmedi. Oysa geçmişte iyi yazılan öyküler olsaydı genç yazarlar da bu türe daha çok yönelebilirdi. Ancak genç kuşak arasında öyküye ilgi duyan isimler var. Öykü aslında biseksüel bir yazın türü. Hem romanla ilişkisi var hem şiirle. İkisinden de bir şeyler alıyor. Kimisi yoğunlaşmadan, imge ve metafordan dolayı bu türü şiire yakın, kimisi romana yakın buluyor. Öykü benim çok sevdiğim bir tür. Roman genellikle kalabalığın sanatıdır ama öykü yalnızlığın sanatıdır. Öyküde genelde yalnızlık vardır. Yalnız bireyler üzerine odaklanılır. Roman okurken içerisinde çok fazlalıklar görürüm. Kurgu ve olay örgüsünü tutturmak için bu kaçınılmazdır. Oysa ben, ya da okur bunları okumak istemeyebilir. Öykü şiir gibi fazlalık kaldırmayan bir yazın türüdür. Öykü ne eksik ne de fazladır, tam bir tür yazındır.”
‘MESAFE KATEDEN YARIŞMA’
Mehmet Arap’ın öykülerinde Kıbrıs dili ve kültürü hakim. Bu durum sanki öyküleri tüm okuyucular için daha cazip hale getiriyor. Gürgenç’e göre de Mehmet Arap Kıbrıs ağzını çok iyi kullanan bir yazar.
“Evet, Mehmet Arap yoğun olarak, özellikle diyaloglarda Kıbrıs ağzı kullanıyor. Bunun yanında bu kitabın ilginç yanı öykülerin çoğunun 1974’ten önce, Kıbrıslıların karma yaşadığı dönemi anlatıyor olması. Kıbrıslı Rum öykücü Sotiria’da da bu duygu hâkim. Genç kuşakta sanki hep bir geçmişe özlem ve nostalji havası var. Ayrıca Mehmet Arap’ın Kıbrıs ağzını çok yerinde ve güzel kullanan bir yazar olduğunu söyleyebilirim.”
Kitabın önsözünde organizasyon için “birkaç yıllık mesafeyi birden kat eden yarışma” ifadesi kullanılıyor. Bu ifade her iki Birliğin ortak açıklaması. Burada anlatılmak istenen edebiyatın iki toplum arasındaki mesafeyi kısaltmadaki önemi gibi…
“Kesinlikle öyle olmalı, çok doğru bir saptama aslında Rumlar ve Türkler birbirlerini tanıyor. Birbirlerinin huylarını ve kültürlerini biliyor ancak edebiyat ve sanat insan ruhunu, ya da toplumların ruhunu çıplak olarak gösteren bir sanat dalı. Bu yönü ile toplumun derinlerine inilmesine olanak sağlanıyor. İnsanlar bu şekilde iki toplumun yazarlarını okuyarak birbirlerini ve hayata dair bakış açılarını daha iyi anlayabiliyor. Kıbrıslı kimliğini daha iyi çözümleyebiliyor. Elbette bu birbirini anlama hali yakınlaşmayı da doğal olarak beraberinde getiriyor. ”
YENİ KİTAP ‘SAKANGUR’
Gürgenç’in altıncı şiir kitabı Sakangur henüz çok yeni, birkaç hafta önce okuyucu ile buluştu. Kitapta yine yazarın gizli dünyasını yansıtan şiirler var. Bu şiirlerin nasıl bir ruh hali ile yazıldığını merak ediyorum.
“Ben yaklaşık olarak beş yılda bir şiir kitabı yayınlıyorum. Aslında yeni bir kitabın artık zamanı gelmişti. Kendime de böyle bir hedef koydum. Her kitapta da merkez bir tema belirliyorum. Bu kitabımın temasını “ağaçlar” olarak belirledim. Kapakta da Çağıl Günalp’ın çektiği bir ağaç fotoğrafı var. Her kitapta olduğu gibi bu kitapta da gündelik hayatımı en çok etkileyen şeyler doğa, aşk, ölüm ve erotizm konuları öne çıkıyor. Bana göre aşkla erotizm zaten aynı şey olmalı. Batı dünyasında zaten ikisi aynı şeydir. Ama bizim dünyamızda aşk kelimesi farklı yönlerde, Tasavvuf ve Tanrı için kullanılıyor. Farklı şekilde algılanabiliyor. Elbette kullandığım ve öne çıkan bir diğer gerçeklik de ölüm oldu.
Sakangur’un ne anlama geldiğine dair kitabında bazı açıklamalarda bulunan Gürgenç, yine de kitabın isminin okuyuculara göre değişiklik gösterebileceğini açıklıyor.
“Her zaman her kitaba başlarken bir isim belirlerim. Ama kitaplarım hiçbir zaman o belirlediğim isimlerle çıkmaz. Fikirlerim her zaman değişir, böylece isimler de değişir. Bu kitabı da bölümlere ayırırken verdiğim farklı isimler vardı. Kayıplar ve Ağaçlar, Başkasının Karısıdır Aşk gibi mesela… Ama en sonunda Sakangur’a karar verdim. Bu isim bu kitabı bütünsel olarak daha iyi anlatıyor. Birçok anlamı var. Ama bizim gündelik hayatımızdaki anlamı evlerde yaşayan küçük kertenkeleler. Yarı saydamdırlar ve hemen bir korku ile ortadan kaybolurlar. Notlar bölümümde de neden sakangur diye açıkladım. Yine de benim için en önemli temsili evde yaşaması ama evcil olmayışıdır. Çünkü benim hayata dair duruşumda da evcilliğe karşı bir felsefem vardır.”
Bu kitapta en çok “On iki Aşk” şiirini sevdim. Merak ediyorum acaba neden on iki aşk, yoksa yılın her ayında bir aşk mı? sorusuyla Gürgenç’i güldürüyorum. Gürgenç on iki kez aşık olmadığını açıklıyor.
“Güzel soru ama önce şunu söyleyeyim on iki kez aşk yaşamadım. Sen her aya bir aşk olarak algıladın olabilir tabii. Ama bu şiir aslında on dört ya da on beş aşktı sonra diğer bölümler beni tatmin etmedi onları attım. On iki tane kaldı ama orda aşkla ilgili kaygım aşkın yaşanırken klişe olmamasına rağmen nedense yazılınca klişeye düşmesi. Tabii onlarca aşk şiirinden sonra yeni bir şey söylemek, yeni bir şey yazmak çok zor. Biraz o kaygı ile bu şiiri yazdım. Aşk söylemini parçalara ayırarak, farklı ağızlardan söylemeye çalıştım. Hepsini ben yazdım ama ben söylemedim. Bazılarını içimdeki başka ben, başka bir ağızdan söylüyor. Elbette bir şiirde güzel olan herkesin farklı anlamlar çıkarmasıdır. Sen başka bir anlam çıkarabilirsin diğer bir okuyan başka bir anlam. ”
EROTİZM VE ÖLÜM
Bana öyle geliyor ki toplumsal tabulara meydan okumak için Gürgenç şiirlerinde erotizm duygusunu öne çıkarıyor. Kendisi de kesinlikle doğru bir saptamada bulunduğumu söylerken gülüyor.
“Kesinlikle ben ilk gençlik yıllarımda, özellikle de şiiri yazmaya ilk başladığımda, Kıbrıslı şairleri okurken her zaman eksik bir şeyler olduğunu hissediyordum. Aşk şiirlerinde dahi eksik bir şeyler vardı. Mesela kadından ya da sevgiliden bahsedilirken hep yüzü anlatılır ve övülürdü. Gözün, kaşın ya da dudakların güzelliği. Ancak güzellik vücut olarak hiç anlatılmazdı. Güzellik algısı insan bedeninde boyna kadardı. Sanırım bu durum tabu ve ahlak değerlerinden kaynaklanıyor. Bu eksikliği fark edince bu konuya kafa yormaya başladım. Elbette bu durum benim gündelik hayatımla da ilgili. Benim için erotizm çok önemli bir şey. Bence erotizm yaşamı olumlayan, enerji veren bir şey. O nedenle edebiyatta da erotizm ana meselelerimden biri oluyor.”
Gürgenç’in hayatın diğer bir gerçeği olan ölümle ilgili meselesi de var… Şimdi de ölümün onun için anlamını dinleyelim.
“ Her sanatçı ölüme karşı yazar. Ölümle meselesi vardır. Çinlilerin dediği gibi insan günde üç kez durup ölümü düşünmeli. Ben bu sözü çok seviyorum. Bunu elbette olumsuzluk olarak değil yaşama odaklanmak ve dört elle sarılmak için sıklıkla hatırlıyorum ve insanların hatırlaması gerektiğini düşünüyorum. Ölüm yazar için yaratıcılığı çokça kamçılayan bir şey. İçindekileri ortaya çıkaran, insanı çabuk davranmaya iten bir şey. Ölümle güzel bir ilişkim var. Her kitapta da bu duygudan faydalanıyorum. Kaybettiğim sevdiklerim için de şiirler yazıyorum. Bir anlamda onlara da veda ediyorum. Bu kitapta da şair bir arkadaşım ve büyükbabam için yazılan şiirlerim var. Yine de her seferinde ölüme farklı açılardan bakıyorum. Mesela bu kitapta Kayıp konusu işledim. Bu soruna doğanın açısından baktım.”