Gürsel Korat: “Romanda insanların vicdanını harekete geçirmek esas olmalıdır”
Roman, öykü, senaryo, oyun ve deneme yazıları gibi farklı türlerde kitaplar kaleme alan yazar, akademisyen Gürsel Korat, Işık Kitabevi’nin “Çıkış” temasıyla gerçekleştirdiği fuarda panel verdi.
Roman, öykü, senaryo, oyun ve deneme yazıları gibi farklı türlerde kitaplar kaleme alan yazar, akademisyen Gürsel Korat, Işık Kitabevi’nin “Çıkış” temasıyla gerçekleştirdiği fuarda panel verdi. Kitaplarında farklı dile, dine, kültüre mensup karakterlerden ortak hikayeler çıkaran yazar kin, kıskançlık, zalimlik gibi olumsuz duyguları aşk, arkadaşlık, dayanışma gibi olumlu duygularla birlikte ele alıyor. Bir anlamda okura iyiliğin de kötülüğün de insanda olabileceğini anlatmaya çalışıyor. Tüm bunları kimi zaman tarihi bir romanın satır aralarına, kimi zaman da distopik bir hikayeye yerleştiriyor. Röportajımızla Gürsel Korat’ı daha yakından tanıma ve sohbet etme şansı yakaladım.
“İnsanı insan olarak tanımlayabilmek için roman yazıyorum”
Roman, öykü, inceleme, gezi yazıları ve çocuk kitapları bulunan Gürsel Korat 1984 yılından bu yana yazın hayatını sürdürüyor. Edebiyat türleri arasında kendini daha çok bir romancı olarak gören yazar bu durumu şöyle izah ediyor.
“Ben daha çok romancılıkla anılmak isterim. Yazı her zaman hayatımın içinde incelemelerim var, denemeler var. Zaten denemeler edebiyatın en has biçmidir. Dolayısıyla edebiyaçılıktan uzak bir şey değil ama o mantığa seslenen inceleme ve ona benzeyen çalışmalar benim için yazarlığın daha çok çevresinde yer alan işlerdir diyebilirim. İnsanı insan olarak tanımlabilmek için roman yazıyorum. Romanda sosyal olaylar insan karakterinde biçimlenen bir varlık olarak görebilmenin yoludur. Hem de kompakt biçimde… Çünkü sosyal olaylara baktığımız zaman her şeyi tam olarak anlayamayabiliriz. Roman bize onları insan ruhunda şekillenen bir takım özlere dönüştürebilir. O nedenle çok daha önemlidir. Roman sosyal gerçekleri açıklamaktır, tarihi gerçekleri değil. Bunlar sosyoloji veya tarihin işidir. Romanın işi insanın bu olaylar karşısındaki karakteristik özelliklerini bulmaktır.”
“Oyuncu ile yazar arasında aslında çok büyük fark yok”
Daha önce yaptığı bir röportajda “hayallerimdeki insanları romanlarıma yerleştiriyorum” diyen yazar, romanlarında çok çeşitli ve farklı karakterlere dokunuyor. Bu denli farklı karakterleri hayallerinde nasıl canlandırdığına değiniyor.
“Ele alınan konuların nitelikleri, zaman faktörü bütün bunların içinden şekillendiği için, çok da zor olduğunu söyleyemem. Şekillendikçe ortaya çıkan ve hepsi benim bir şekilde o olay karşısındaki tavrımın karşılığı olan insan tipleri. Dolayısıyla bunlar cinsiyet yönünden de fark etmiyor. Hepsini bir şekilde değerlendiririm, ele alırım. Cinsiyet yönünden farklı olmaları da çeşitlenmeyi artırabilen özelliktir. Şöyle yapıyorum, böyle yapıyorum dersem biraz böbürlenmek olur. Bilmiyorum. Belki daha çok oyunculuk karakterinin insana yerleşmesiyle ilgisi var. Oyuncu ile yazar arasında aslında çok büyük fark yok. Ikisi de insanın ruhunu davranışını anlamak, gözlemelemektir. Gezmek görmekten öte insan nasıl davranıyor, hangi hareketi nasıl yapıyor, bunları bilmekten bahsediyorum daha çok. Bir psikoloğun dikkatine sahip olmak. Rus yazar Nabokov da Tolstoy and Dostoyevsky’i anlatırken, “yazarların gözleri insan davranışlarını anlamak yönünden iyidir” diyor. Bu anlamda bakmak lazım.”
“Yazarın şu kitabım daha önemlidir demesi düşünülemez”
Onlarca kitap yazan, onlarca hikaye anlatan Gürsel Korat için çok özel olarak nitelendirebileceği bir kitabı olup olmadığını merak ediyorum. Aslında benim bu yönde bir tahminim var. Kapadokya’nın tarihi iz düşümünü içinde barındıran romanlar… Tahminim doğru çıkıyor. Henüz ilk iki romanı okumuş olsam da, okurlar için de aynı şekilde özel bir yere sahip olduğuna inanıyorum.
“Kapadokya dörtlüsü kitaplarım benim için çok özeldir. Dört kitabın ardarda gelmesi, yedi yüz yılın incelenmesi, 1343’den başlayarak 1952’de bitmesi tarihi olarak da önemli bir şey. Dolayısı ile Zaman Yel, ile başlayan, Dönüyor Zamanla biten bu dört roman benim için çok özel bir yerde. Unutkan Ayna romanım da konusu ve anlatılış serüveni itibarıyle özeldir. Ayırıdır. Tabii bir yazarın şu kitabım daha önemlidir demesi düşünülemez.”
“İnsanlığın tüm sesini hedefleyen roman, büyük romandır” diyen yazar bunu bu ifadeyi benim için biraz daha detaylandırıyor.
“Romanda; belli bir olay karşısında aslında sadece bir insanın sesini değil dile getirmek değil, insanların temel vicdanını harekete geçirmek esas olmalıdır. İnsanın orada kişisel tepkisinden daha çok, verdiği tepkinin tüm vicdanlara dokunması gerekir. Bu da evrensel, insanlıkla ilgili bir şey.”
“Betonu insanların en büyük suçu olarak değerlendirdim”
Sohbetimizde Everest yayınlarından çıkan son romanı da konuşuyoruz. Diğer romanlara baktığımda, bana oldukça farklı görünen Uyku Ülkesi yazarın geçmişten uzaklaştığı günümüz dünyasına ise eleştirel bakışla kaleme aldığı bir roman.
“Aslında öykülerimde de Uyku Ülkesi’ne benzer bir dünya var. Daha evvelki öykülerimden birinde 2999 yılında, gelecekte geçen, tüm dinlerin yok olduğu, sadece bir dinin kaldığı zamanı anlatıyorum. Uzun bir hikayeydi. Bu roman konu itibarı ile beni şu anlamda zorladı, farklılık yarattı şehirler bir anlamda hasta alanlar oldu. Özellikle de pandemi sürecinde. Koca koca virüsler gibi oldu. Bomboş kaldı. Sokaklarda sadece yabani hayvanlar. Birdenbire oldu her şey. Daha uzun sürse, birçok şey değişebilirdi. İnsanlık büyük krize girdi. Ben de evde otururken dünyanın hastalandıüını, bütün insanların adeta komaya girdiğini, hasta olmamak için sürekli tedirgin olmalarını düşündüm. Yaşadıklarımız gerçekte olmuyor gibiydi. Bu roman da bunları hatırlatmaya yönelik romandı. Betonu insanların en büyük suçu olarak da değerlendirdim. Betonlaşma ve bununla ilgili insanların yaşadığı sıkıntıları göstermek için bu romanı yazdım. Ana karakter beyin kanaması geçiriyor, pandemi şartlarında bu durumu atlatmak için uyku, uyanma hali geçiriyor. Bir tür koku filmi gibi. Biribirini takip eden dramatik olarak ilişkilenidirlen rüyalar bütünü. Bir distopyadır ama umutlu bir distopyadır. Yapılmayan bir şeyi yapmaya çalıştım. Bu kitabın biçimini böyle belirledim.”
“Her zaman tarihin kötü olduğunu düşünürüm”
“Eskiden gelecekte olmayı istiyordum, yaşım ilerledikçe geriye dönmeye başladım, ama geleceği yanıma alarak” diyor yazar Gürsel Korat… Geleceğin belirsizliğine, ne olacağının bilinmezliğine vurgu yaparak, insanın gelecekten bahsederken bile şimdiden ve geçmişten bahsettiğini söylüyor.
“Bugünkü aklımla geçmişe dönsem gibi bir düşünce bu galiba. Ama geçmişe övgü gibi de algılamayın. Bence geçmiş çok kötü bir yer. Her zaman tarihin kötü olduğunu düşünürüm. Tarih romancısı olmam ne kadar güzel geçmişler var fikrine sahip olduğumu göstermez. Tam tersine geçmişin tarihin kötü bir şey olduğunu, hatta tarihin erkek olduğunu söylerim. Çünkü erkek egemen dünyadan bahsediyoruz. Geçmişe neden dönelim ki. Kadınları köleleştirmek için mi? Bugünkü sistemin gerisine neden gidelim? Geçmişi aslında bugünkü aklımızla değiştirmek isteriz. Geçmişe bugünü götürerek gitmek isteriz. Geleceğe ise götüremeyiz. Bilmiyoruz. İşte o hayaldir. ”