Güzel Günler Emek İster
Güzel Günler Emek İster
İbrahim Ayberk
“Gel demekle gelmiyor. Umut edip beklemek acizlere göre…”
(Hakan Dursun Akalın, 2015)
Geçtiğimiz günlerde, aşırı sağ eğilimi ile maruf Rum Ulusal Halk Cephesi (ELAM) nefret suçu siciline bir yenisini daha ekleyerek tüm adanın gündemine oturdu. Özellikle Kıbrıs’ın kuzeyinde büyük infial yaratan bu hadise, siyasi partiler, onların gençlik kolları, sivil toplum kuruluşları, gazeteciler ve “kanaat önderleri” arasında günlerce süren “kınama yarışının” da fitilini ateşlemiş oldu. Bahsi geçen “kınama yarışına” ilaveten bu hadisenin bir de imza kampanyası enflasyonu yarattığını söylemek yanlış olmayacaktır. Kısacası, nefret söylemi ve nefret suçlarının önlenmesine en ufak katkısı bile olmayacak muhtelif sayıda aktiviteye şahitlik etmiş olduk hep beraber...
Kıbrıs’ın güneyini ve ELAM’ı hedef alan birçok kınama mesajında, köşe yazısında ve okur yorumunda iddia edilenin aksine Kıbrıs’ın kuzeyinin de nefret söylemi ve nefret suçları sicili maalesef bir hayli kabarık (Bu iddiayı destekleyebilecek basit bir örnek için bkz. https://www.yeniduzen.com/Haberler/ haberler/ulkuculer-tasla-saldirdi/ 2108). Yani, ırk, dil, din, kültür, sosyo-ekonomik statü, cinsiyet, cinsel yönelim, ideoloji vb. temelli şiddete sadece Kıbrıs’ın güneyinde maruz kalınmıyor. Tam aksine, Kıbrıs’ın kuzeyinde de, nefretin hedefi olmak ve akabinde hem söylemsel hem de fiili saldırılara maruz kalmak bir hayli kolay. Özellikle son dönemlerde, Türkiye’den gelen kişileri hedef alan nefret söyleminin gündelik hayatta yerleşik bir gelenek haline geldiğini ve bu egemen söyleme karşı çıkanların ötekileştirildiğini gözlemlemek mümkün. Peki, yaşadığımız toplumda her geçen gün daha ciddi bir problem haline gelen nefret söylemi ve nefret suçlarını önlemek için gerekli çabayı gösteriyor muyuz? Maalesef, birkaç girişimi ve kişiyi tenzih edersek, böyle bir çabadan bahsetmek mümkün değil.
Kaleme aldığım bu yazıyı okuyan birçok kişinin “Sen de çok karamsarsın!” dediğini duyar gibiyim. Yukarıda bahsettiğim “kınama yarışında” ve imza kampanyalarında yer almış ve sadece bu tip aktivitelerden medet uman kişiler ise muhtemelen daha sert düşüncelere sahiptirler. Fakat, nefret söylemi ve nefret suçları literatürüne az çok hâkim olan herkesin bildiği üzere bu olgular kolaylıkla önlenebilecek olgular değildirler (Nefret söylemi ve nefret suçları üzerine birkaç ufuk açıcı çalışma için bkz. Yasemin İnceoğlu ve Savaş Çoban (der.), Azınlıklar, Ötekiler ve Medya, İstanbul, Ayrıntı Yayınları, 2014; Yasemin İnceoğlu (der.), Nefret Söylemi ve/veya Nefret Suçları, İstanbul, Ayrıntı Yayınları, 2012; Mahmut Çınar (ed.), Medya ve Nefret Söylemi: Kavramlar, Mecralar, Tartışmalar, İstanbul, Hrant Dink Vakfı Yayınları, 2013). Daha açıklayıcı olmak gerekirse, nefret söylemi ve nefret suçlarını gayet süslü cümleler ile kaleme alınan altı doldurulmamış kınama mesajlarıyla veya birkaç yüz kişinin katkı koyacağı ve büyük olasılıkla hiçbir yetkilinin önemsemeyeceği/kaale almayacağı imza kampanyaları ile önleyemeyiz. Nefret suçları konusunda ayrı yasal düzenlemeleri bulunan, ceza kanunlarını nefret suçlarını göz önünde bulundurarak revize etmiş ve bu suçlar ile alakalı ayrıntılı veri toplayan ülkelerin bile nefret söylemi ve nefret suçlarını tamamen önleyemediklerini düşünürsek hayalperestlik ve kolaycılık seviyemizin ne denli ilerlemiş olduğunu kavramış oluruz kanımca... (Nefret söylemi ve nefret suçları ile etkin mücadele yöntemlerinin tartışıldığı bir çalışma için bkz. Hakan Ataman, “Nefret Suçlarını Farklı Yaklaşımlar Çerçevesinde Ele Almak: Etik, Sosyo-Politik ve Bir İnsan Hakları Problemi Olarak Nefret Suçları”, Yasemin İnceoğlu (der.), Nefret Söylemi ve/veya Nefret Suçları, s. 47-80).
Nefret söylemi ve nefret suçları ile alakalı çalışmalar yapan tüm akademisyen ve araştırmacıların hemfikir oldukları bazı noktalar vardır. Bunlardan en önemlisi, nefret söylemi ve nefret suçlarının etkin mücadele verilmeden kesinlikle önlenemeyeceğidir. Sayısız örnek (yasal ve toplumsal) ile detaylandırılabilecek olan bu etkin mücadele yöntemlerinin de Kıbrıs’ın kuzeyinde ivedilikle hayata geçirilmesi artık elzem haline gelmiştir. Örneğin, eğitim sisteminde köklü reformlar yapılarak her türlü düşmanlık, ayrımcılık, milliyetçilik, cinsiyetçilik ve militarizm aşılayan söylemlerin ders kitaplarından çıkartılması gerekmektedir: “Toplumsal bağlamda... ‘nefret söylemi’ normal karşılanmaktadır. Bunun nedeni gündelik hayatın ‘söylem’ini şekillendiren okullarda, okul kitaplarında ve öğretmenlerin ‘dil’lerinde bu nefretin kendini her gün yeniden üretmesidir” (İnceoğlu ve Çoban: 2014; 51). Buna ek olarak, hem geleneksel hem de yeni medya nefret söyleminin üretilmesinde, yayılmasında ve geniş kitleleri etki altına almada büyük role sahip oldukları için bu alanlarda üretilen nefret söylemlerini önleyecek yasal düzenlemelere ve caydırıcı cezalara ihtiyaç vardır (Bu noktada AGOS Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink’in öldürülmesine giden süreçte hem geleneksel hem de yeni medyada üretilen nefret söylemlerinin etkisini göz ardı etmemek gerekmektedir. Cinayeti işleyen Ogün Samast, medyada Hrant Dink’i hedef alan nefret söylemlerinin üzerindeki etkisini “İki yumruk atacaktım, tahrik oldum vurdum!” diyerek ifade etmiştir: http://www.turktime.com/haber/Ogun-Samast-da-Basini-Sucladi-/133325). Ne yazık ki, hem geleneksel hem de yeni medyada, her türlü kültürü, sosyo-ekonomik statüyü, düşünceyi, cinsiyeti ve cinsel yönelimi hedef alan “mizah” ve içerik açısından gayet “vasat”, nefret söylemi açısından ise gayet “zengin” birçok yazıya ve yoruma rahatlıkla ulaşmak mümkündür. Toplumda nefret söylemi ve nefret suçları ile alakalı henüz bir bilinç/farkındalık yaratılmadığı için bu tip yazılara ve yorumlara, bireyler, çoğu zaman “kaleminize sağlık”, “ne güzel söylediniz”, “hislerime tercüman oldunuz” gibi methiyeler düzmekte beis görmemektedirler.
Yazımın en başında küçük bir kısmını alıntıladığım sosyal medya paylaşımı Ankara’daki hain saldırıda hayatını kaybeden öğretmen Hakan Dursun Akalın’a ait. Ankara’da hayatını kaybettiği mitinge katılmadan önceki son paylaşımı... Barışın, sevginin, ekmeğin ve huzurun emek istediğini, mücadele etmeden, çaba sarfetmeden hiçbir güzelliğin kendiliğinden gelmeyeceğini suratımıza bir tokat gibi vuran son paylaşımı... Kınama mesajlarıyla, imza kampanyalarıyla, yazılarla ve yorumlarla tahayyül ettiğimiz, nefret söyleminin kullanılmadığı, nefret suçlarının işlenmediği, herkesin rahatlıkla nefes alabildiği ve tüm farklılıkların eşit düzeyde saygı gördüğü bir topluma, Hakan Dursun Akalın’ın da ifade ettiği üzere, “umut edip bekleyerek” ulaşamayız. Ancak ve ancak kolaycılığı bir kenara bırakarak gerekli çabayı göstererek ulaşabiliriz.