GÜZEL MÜMKÜNLER
Hayatın yeniden akışkan hale geldiği, korkuyla kapandığımız evlerimizden başımızı uzatıp eskiden yaptıklarımızı yapmaya çalıştığımız bu günlerde felaket haberleri birbirini izlemeye devam ediyor. Her felaket hayatı yeniden anlamlandırmaya davet ediyor bir yandan da. Ölüm ve yıkım kendini gösterdikçe hayatın keyifleri daha değerli hale geliyor. Sokakları, kafeleri, barları dolduran, kendini sahillere atan kalabalıklar bunu işaret ediyor sanki. Ölüme inat kalkıyor kadehler, anın değeri hızlı bir yükselişte.
Dengesini bozduğumuz dünya yalpalayıp duruyor. Dağ, taş, börtü böcek isyanda, deniz içine yığılanı kusuyor öfkeyle. Her yani sahtelik ve yalan kaplamış, baştan kokan balığın kokusu sarmış her yanı.
Bunca kargaşa içinde tatlı bir ses, küçük bir teselli arıyor insan. Ağlayacak bir omuz, sığınacak bir kucak eskisinden daha önemli. Bir yandan da bir yalnızlık çağı yaşadığımız. Birlikteliklerin zorluğu, kalp kırıklıkları, özgürlüğü yitirme endişesi, ilişkilerdeki hiyerarşi ve mikro iktidar dinamiği yalnızlığı bir tercih haline getiriyor. Her şey geçici ama ayak izini bırakıyor o geçip giden.
Her durumda yalnızız. Yalnızlıktan daha güçlü bir gerçek yok. Kendimiz ve ötekiler arasında kurduğumuz bağlar anlamlandırıyor hayatlarımızı. Bu durumda doğru ve sahici iletişim en değerli yetenek haline geliyor. Zor bir iş bu. Her türlü insan çıkıyor karşımıza. Bir yandan da kendimizi matah bir şey sanıp eleştirip duruyoruz onları. Başkaları bizi yaralarken biz de farkında olmadan onları yaralıyoruzdur belki.
İnsandan insana doğru akan tanımlanmaz, görülmez bir enerjiden söz ettiğimde biraz tedirgin oluyorum kişisel gelişimcilerin zaman zaman hafif şarlatanlık kokan alanlarına giriyorum diye. Adı neyse işte. Bakışlardan, bedenden bize doğru akan bir görünmez ışık diyelim. Bazen araya giren kelimeler bozuyor bunu. Dil kendi kodlarını yüklüyor tanımsız olana. Bunu aşmanın bir yolu şiir. Dilin boyunduruğunu kırmamıza yardımcı oluyor, verili olana, dayatılana karşı çıkıp onun oyununu bozuyor.
Her şey karşıtını çağırıyor bir yandan da. Her keyif veren şey keyifsizliğe bir davetiye. Eskilerin “Çok güldük galiba ağlayacağız demeleri” tevekkeli değil.
Hayat ne getirirse getirsin onunla başa çıkabilmek önemli olan. Hayat kendi başına getirmiyor ama pek çok şeyi. Çoğu zaman ektiğimiz rüzgarların fırtınasını biçiyoruz. Acıyan yerlerimiz biraz da kendi sakarlıklarımızın sonucu.
Pandeminin başında pek çok gelişmiş ülkenin sağlık sistemi, hastanelerdeki yetersiz yatak sayısı filan eleştirildi ve hastanesi bol Türkiye övüldü ya. Aslında bir gelişmemişlik örneğiydi bu. Koruyucu hekimliği öne çıkaran ülkelerin büyük hastanelere ihtiyacı yok ki. Önemli olan sıklıkla hastalanmayan bir halk yaratmak. Bu gibi olağan dışı durumlar için iyi bir strateji geliştirmemiş olmaktı o ülkelerdeki esas hata.
Başımıza gelen ve gelmekte olan felaketlerin boyutları ile dehşete kapılmamak mümkün değil. Tanıdık ölümlerine her gün bir yenisi eklenirken onları yaşatıyor olabileceğimizin suçluluğu kalbi burkuyor.
Yalnızız ama yalnızlıklarda ortağız bu dünyada. Hem benzersiziz hem de benziyoruz birbirimize. Kelimelere dökemiyoruz bazen ama öyle içerden tanıyoruz ki birbirimizin kaygılarını. Birbirimizi hırpalıyoruz çünkü dilin yetersizlikleri, olamayanla kırılan kalpler ürkütüyor bizi.
Daha mutlu bir yer olabilirdi dünya; bunu biliyor olmak içini acıtıyor insanın. Pek çok giden gitmemiş, ormanlar yanmamış, çocuklar aç yatmamış, kalpler paramparça olmamış olabilirdi.
Felaketlerin yararlı bir öğretisi vardır mutlaka. Yaşamanın tatlı fısıltısı içimi kanatlandırıyor bazen. Her şey mümkün dünyada. Güzel mümkünlerin çok azı gerçekleşse de içimizi ısıtabilir hayalleri. Ne kadar kırılıp örselensek de hayatta olmak, umut taşımak, direniyor olmak bir zafer sanki bu zor zamanlarda.
Tüm sevdiklerimin iyiliğini düşünürken bir çiçek bahçesi doluyor içime. Her şey mümkünmüş gibi geliyor böyle anlarda. Belki bu bir yanılsama ama iyi geliyor insana.