Haddini Bilmek…
Bu hafta Kuzey Kıbrıs’ın iç siyaseti Türkiye ordusunun Suriye’de sınır ötesi harekâtı ile ilgili açıklamalar bağlamında tartışmalarla dolu geçti.
Geçen haftaki köşe yazısında güç politikalarının panzehrinin reel politik olduğu yorumlanmıştı. Yeni örnek, Türkiye ile ABD’nin Suriye’de bir ateş-kes anlaşmasına giden süreçte yaşandı. Kel alaka, nerden nere de ABD, Suriye topraklarında askeri harekat yapan Türkiye ile böyle bir anlaşma yapıyor ?! ABD, Türkiye’nin terörist dediği ve askeri yöntemlerle ortadan kaldırmak için yıllarca mücadele ettiği YPG adına imzalıyor bu anlaşmayı !... Demek ki YPG, ABD’nin bölgedeki beslemesi… Türkiye bunun böyle olduğunu da hep söyledi, takan olmadı… ABD’nin güç siyaseti engeldi…
Türkiye de güç politikası kullanarak YPG’ye karşı Suriye sınırında topyekûn imha harekatı başlattı; teröre karşı mücadele diyerek bu harekatı uluslararası siyasete meşru göstermeye çalıştı… Türkiye’nin güç politikası uygulamak üzere verdiği bu karar, aslında ABD’nin güç politikasına karşın reel politik bir karardı… Harekat karşısında ABD kendi güç politikasını Türkiye üzerinde yaptırımlarla denedi ama Türkiye’nin reel politik kararı ABD’nin güç politikası üzerindeki panzehir etkisini gösterdi… Bu kez de ABD mevcut koşulları, gelişmeleri ve doğacak sonuçlarını değerlendirerek, Türkiye’ye reel politik stratejisi ile yaklaştı… Taraflar güç politikalarını erteleyerek, Suriye’de beş günlük geçici bir ateş-kes üzerinde uzlaştı… Kim kaybetti, kim kazandı diye tartışılabilir; şimdiki durumda Türkiye, aldığı reel politik karar sonucunda, kendi güvenliği için terör örgütü YPG ve arkasındaki destekçisi ABD’ye karşı kazanım elde etmiş görünüyor… Kesin sonuç beş gün sonra şekillenmeye başlayacak…
Reel politik böyle bir şey iste; güç politikalarını engelleyebiliyor, mat edebiliyor, aşabiliyor ve hatta yenebiliyor… Suriye örneğinden Kuzey Kıbrıs bağlamına geçilirse, Türkiye Kıbrıslı Türkler üzerinde güç politikaları uyguluyor… Bu amacına yardımcı olmak üzere de Kuzey Kıbrıs siyasi unsurları içinde kendine araç bulabiliyor, onun için de eylemli bir askeri marifete ihtiyacı yok… Bunun adını da «Had» koymuş… Kıbrıslı Türkler bu haddi bilecek ve haddini aşmayacak… Güç onda; yerel aracıları da var… Haddini aşana önce yerel aracılar ile dersi verilir, onlar veremezse veya ders alınmazsa güç politikasının aşamaları devreye girer… Dolayısıyla, Türkiye güç politikası Kuzey Kıbrıs siyasetinde makam, yetki ve çalışma alanını belirleyen unsur olarak Kıbrıslı Türklerin başının üstünde Demokles’in kılıcı gibi durmaktadır.
Bu Kıbrıslı Türklere reva mıdır ? Bu, onlarca yıldır bu adada kendi kimliği ile her türlü kanlı – kansız kahırdan geçmiş ama yılmamış, savrulmamış, mücadelesini terk etmemiş Kıbrıslı Türklere reva mıdır ? Bunun cevabını güç politikası uygulayan Türkiye değil, onun Kuzey Kıbrıs’taki aracıları ve güç politikaları ile ezilmek istenenler vermelidir… ‘Anavatan sektörü’ erbabına göre revadır çünkü onlar bu sayede göneniyor, besleniyor…
«Reva değildir» diyenlerin veya demek isteyenlerin Türkiye’nin güç politikalarına karşı ne gücü var ki ?! diye bakılabilir. Vardır ve tılsım da ‘Reel Politik’ uygulamadadır. Ve Türkiye’nin güç politikasına karşı, Kıbrıslı Türklerin kendi güç politikasını uygulamaya karar vermesi bir reel politik karardır; tıpkı Türkiye’nin ABD’ye karşın Suriye’ye sınır ötesi askeri harekat başlatma konusunda karar vermesindeki gibi… Kıbrıslı Türklerin Türkiye’ye güç politikası uygulamak için reel politik anlamda ne olanağı var ?! Bir değil, iki tanede var, hem de çok etkili olabilecek ve Türkiye’nin de Kıbrıslı Türkler üzerinde güç politikalarını terk edip reel politik uygulama zorunluğuna yönlendirecek, Kıbrıslı Türklerle ‘Ateş-kes’ yapacak iki olanak var…
Birincisi, garantörlük statüsü… Türkiye’nin hiç bir ödüne yanaşamayacağı bir statü; öyle – böyle şekillendirilsin ama gene de bu statüsü bir şeklide korunsun derdindedir… Kıbrıslı Türklerin «İstemiyorum» dediği bir garantörlüğü de elde edemez… Eğer garantör, Kıbrıslı Türklere her öfkelendiğinde, bir yeri (örneğin Afrika Gazetesi’ni) veya bir makamı (örneğin Cumhurbaşkanlığını) Kuzey Kıbrıs’taki unsurlarına hedef olarak gösterecekse, bu garantörün Kıbrıslı Türklerin yaşamını ve varlığını garanti ettiği ve önemsediği Kıbrıslı Türkleri uyutmak için kullanılan bir masaldır. Bu masalın masal olduğunu Türkiye’ye anlatmak, Kıbrıslı Türklerin reel politikası olacaktır.
İkincisi, Doğu Akdeniz’deki hidrokarbonlar… Türkiye’nin kendi için doğru olan ‘Bölgenin enerji merkezi olma’ vizyonuna ulaşması, Kıbrıslı Türklerin katkı ve katılımcılığı ile olasıdır. Türkiye’nin bugün Doğu Akdeniz’de yaptığı tüm hidrokarbon çalışmaları, girişimleri ve talepleri, Kıbrıslı Türklerin Kıbrıs Cumhuriyeti kurucu ortaklığından kaynaklanan haklarından kaynaklanmaktadır. «Garantörleriyim ve tüm haklarını garanti ediyorum» siyaseti yaparak Doğu Akdeniz’de sondaj ve savaş gemileri ile yer almaktadır. «KKTC’nin verdiği izinle arama yapıyorum» diyor; KKTC yetki alanı dışında kalanlar için de Kıbrıslı Türklerin Kıbrıs Cumhuriyeti’ndeki ortaklıktan kaynaklanan payları için varım diyor… Ve Kıbrıslı Türkler bu yetkiyi, reel politik kararla, Türkiye’ye karşı «Haddini bil» kavramında güç politikası olarak kullanmaya kalkarsa, Türkiye’nin güç politikası uygulaması uluslararası anlamda olası değil, reel politik kararlar vermesi de kaçınılmaz olur…
Kuzey Kıbrıs’ta Türkiye tarafından horlanmadan, aşağılanmadan, aldıklarına rağmen verdiklerinin takazasına uğramadan onurlu yaşamak isteyen Kıbrıslı Türkler, siyaset unsurlarının reel politik yapmasına baskı uygulamalıdır, uygulamazlarsa şimdiki gibi davulcunun öksürüğü gibi duyulmaz… Kendi yurdunda var olmak için bütün yaşanmışlıklarına rağmen Kıbrıslı Türklere «Haddini bil» diyenlere ‘haddi’ tarif edilip çizilmezse güç politikalarına panzehir olacak reel politik uygulanmazsa, onlarca yıllık onurlu mücadele yok oluş sürecinin bir parçası olacak.
Buna «göze göz, dişe diş» diye bakanlar olabilir, «şantaj» diyenler de olabilir; siyasi literatür «Reel Politik» diyor… Kıbrıslı Türklerin siyasetten beklentisi bu oldu artık…