Hakan Fidan ve Kıbrıs’ta ‘kaybedilen geçmiş’
Türkiye hükümetinin Kıbrıs’a ilişkin tutumunun nasıl şekilleneceğini herkes merak ediyor.
Hakan Fidan’ın Kıbrıs ziyareti duyulunca, bu merak daha da güncel bir hale gelmiş oldu.
Bu meraklılar arasında kimler yoktur ki!
BM Genel Sekreteri Guterres bunların başında geliyor: Tarafların artık sadete gelmesi ve tehlikeli bir tırmanışa yol açabilecek katılıklardan uzaklaşması gerektiğini daha kaç kez söylemesi gerekecekti?
Guterres’i, Güvenlik Konseyi’nin tümü olmasa da, en az üç daimi üyesi izliyor!
Fidan’ın muhtemel açılımları konusunda KıbrıslıRum tarafı genel anlamda umutsuz bir hava yaratmış olsa da, KıbrıslıRum lider Türkiye’nin açılımları konusunda sadece merak değil heyecan da duymaktadır.
KıbrıslıTürk muhalif partileri ve Annan Planı’na sunduğu destekle bilinen sivil toplum, Fidan’a karşı belki de en sabırsız olandır: Fidan artık dolambaçlı cümlelerden kaçınarak, Türkiye ve KıbrıslıTürk tarafının içinde bulunduğu çıkmaz yolu terkettiğini açıklamalıdır!
Yeşil Hat üzerinde kimlik kontrolü yapan sivil memuru, kuzeyde markette alışveriş yapmak için Euro bozduran KıbrıslıRum pazarlama görevlisini, KıbrıslıTürk hastasına reçete yazan KıbrıslıRum doktoru, Strovolo’da yolunu şaşıran KıbrıslıTürk öğretmeni, bir arabanın benzin deposunu doldurduktan sonra artık öğrenmek durumunda kaldığı ‘kalinihta’yı üşenmeden her defasında tekrarlayan benzinciyi ve daha pek çoklarının meraklı bekleyişini unutamayız.
Bunların tümünün ortak yanı, Hakan Fidan’ın Kıbrıs ziyaretinin ve bu ziyaret sırasında söylediklerinin ne anlama geldiğini merak etmektir.
Ama bu meraklılar listesine eklemeyi unutmamamız gereken bir de KıbrıslıTürk lider Tatar vardır.
Çeşitli nedenlerden ötürü, bu ziyaretin ve ziyaret sırasında kamuya açık alanlarda söylenenlerin/söylenmesi muhtemel olan şeylerin anlamınmın en çok sayın Tatar tarafından merak edildiğini düşünüyorum.
Tatar, duyduğu merak nedeniyle yerden göğe kadar haklıdır.
Ortada, Tatar ya da onun yerinde olabilecek olan diğerlerini meraklandırması gereken çokca soru dolaşmaktaydı.
Türkiye dişişleri bakanı Hakan Fidan, aklı Suriye’de kalarak geldiği Kıbrıs’ta, Tatar’la yaptığı görüşme sırasında ve görüşme sonrası yaptığı açıklamada çok dikkatli olmalıydı!
Bunun önemli nedenleri vardır:
En önemlisi, Türkiye’nin başetmek zorunda olduğu bir dizi iç ve dış meselelerinin olmasıdır.
İçeridekileri şimdilik es geçsek bile uluslararası toplumun Kıbrıs sorununda müzakere masasına dönüşü öngören yaklaşımına Türkiye daha ne kadar direnç gösterebilecektir?
Bu direncin yerine, Türkiye’nin yeni bir yaklaşım arayışında olduğuna dair güçlü belirtiler vardır.
Bu belirtilerin en sonuncusu, geçen Ekim ayında Guterres’in iki liderle yaptığı gayrı resmi yemekli toplantıda ortaya çıkmıştır: BM Genel Sekreteri, Garantör devletler ve iki toplum liderinin katılacağı bir toplantıda Kıbrıs sorununun tüm yönlerinin masaya yatırılacağını ilan etti.
İşte o tarihe çok yaklaşmış olduğumuzu anlıyoruz. Bu toplantı, eğer erteleme olmazsa önümüzdeki Mart ayının ortasında yapılacak.
O nedenle, Fidan’ın Tatar’la görüşmesinin anlamı kendiliğinden ortaya çıkıyor.
Garantörlerin de katılacağı 3+(1+1)+1 formatındaki toplantıda, 1960 anayasasının bir gereği olarak, Kıbrıs iki toplum lideri tarafından birlikte temsil edilecektir.
Bu toplantıda ‘iki devletli çözüm’ (iki devletli çözümsüzlük) tezinin ileri sürülmesi durumunda Türkiye’nin çok zor durumda kalacağını Fidan çok iyi bilmektedir.
Türkiye’nin artık Kıbrıs sorunundan daha büyük, kısa veya orta vadede çözümü çok daha zor görünen bir sorunu vardır: Suriye’de siyasal ve ekonomik hayatın yeniden örgütlenmesi!
Trump yönetimi bu işi neredeyse Türkiye’nin sırtına yüklemiş görünüyor.
Ama Türkiye’nin bu görevi yerine getirirken önemli iç ve dış etkilere maruz kalacağı anlaşılıyor.
Şimdi henüz neyi-nasıl yapacağına tam olarak karar vermese de, Suriye’nin kuzeyinde ABD’nin beklentileri masaya sürülmüş durumda.
Güneyde ise İsrail, Suriye siyesetine her an müdahale edebilecek bir zemin geliştiriyor.
İran ise kaybettiklerinin en az bir bölümünü telafi etmek için Suriye sahasına girmenin yollarını arıyor.
Suriye’nin yeniden imarı için yardımlarına bel bağlanan Körfez ülkeleri de siyasi anlamda ‘beleşe’ iş yapmaya pek istekli görünmüyor.
Dahası Türkiye-Batı ilişkileri henüz istikrara kavuşmuş değil.
Kuzeydoğu Suriye’de, ABD şemsiyesi altında fiili siyasi ve askeri denetim sağlayan, çoğunluğunu Kürtlerin oluşturduğu bölgenin özerklik talebi Türkiye-Batı ilişkilerinde çelişkiler ve gerilimler yaratıyor.
Bunun bir uzantısı olarak bölgede, Türkiye’nin destek verdiği bazı gruplarla Kürtler arasında şiddetli çatışmalar yaşanıyor.
Fidan’ın bu manzaradan muhtemelen çıkardığı veya çıkarması Türkiye’nin yararına olacak olan sonucu kısaca özetleyelim: Kıbrıs sorununun çözüm zamanı gelmiştir!
Ertelenmesi durumunda Türkiye daha elverişsiz koşullarda bu sorunu çözmeye yönlendirilebilir!
Fidan’ın Tatar’la yaptığı toplantı sırasında ne dediğini henüz bilemeyiz.
Ama toplantı sonrasında söyledikleri, Kıbrıs müzakereleri konusunda çok net olmayan, boşluklar barındıran, daha belirgin bir yaklaşımın açıklanmasına zemin oluşturabilecek bir ‘tutum revizyonu’ denemesini andırmaktadır.
Şimdi Fidan’ın söylediklerine genel olarak odaklanabiliriz.
Fidan’ın en çok dikkati çeken söylemi iki devletli .çzüme yaptığı vurgudur.
Fidan’ın inancına göre ‘iki devletli çözüm en ideal model’dir ve faydaları saymakla bitmez!
Ama diğer söylemleri dikkate alınmadan yapılacak bir değerlendirme pek de isabetli olmayacaktır.
Fidan, Türkiye, Yunanistan ve iki toplumu kastederek ve çarpıcı ifadelerle yeni bir yaklaşım oluşturmaya çalışmıştır:
Türkiye, Yunanistan ve iki toplum olarak ‘beraber olmadığımız için geçmişi kaybettik.’
‘Dörtlü olarak bir araya gelerek geleceği kurtaralım.’
‘Uluslararası diplomaside de (...) konuyu [Kıbrıs sorununa çözüm çabasını] barışçıl yöntemlerle ilerletmeye devam edeceğim.’
Peki, Fidan, Tatar’ın beklentisini boşa mı çıkardı?
Durum asla öyle değil. Fidan’ın Tatar’ı unutmadığını şu cümleden anlıyoruz:
‘Türkiye’nin KKTC ile dayanışması ve işbirliği [çözüme kadar] devam edecek.’