Hakikat Bir Sesini Daha Kaybetti
Yine bir kilisede ve bir mezarlıkta bir araya geldik. Fakat tanrının evinde toplanan kalabalık, alışageldiğimiz bir topluluğa benzemiyordu. Bilirsiniz, uzun yıllardan beri ülkemizde cenaze törenlerinde genellikle Hristiyanlar kilisede, Müslümanlar da camilerde ayrı ayrı toplanırlar. Kiliselere ve camilere birlikte girdikleri günler geçmişte, artık bize yabancı olan o ülkede kaldı.
Fakat geçtiğimiz günlerde kaybettiğimiz sevgili Sulla Hatzikiriakos’un cenaze töreni, o eski ülkedeki cenaze törenlerine benziyordu. Kıbrıslı Rumlarla Kıbrıslı Türkler bir aradaydı. Sevgiyle birbirlerine sarılıyor, saygıyla Sulla’yı anıyorlardı.
Onları Sulla bir araya getirmişti. Gazeteci, feminist, barış aktivisti Sulla... Yılmadan mücadele eden ve iktidarlara karşı hakikati haykırmaktan çekinmeyen Sulla... Nitekim oğlu, Osmanlı tarihçisi Antonis Hatzikirakos, kilisede yaptığı konuşmada Sulla’yı bu sözlerle yad ediyordu: “Sen Edward Said’in dediği gibi, her zaman iktidara karşı hakikati haykırdın...”
Antonis, matem konuşmasını Türkçe olarak da yaptı. Kilisede birinin Türkçe konuşma yapması gerçekten olağanüstü bir durumdu. Bir an için yüzümü kilisenin papazına çevirdim. Nasıl bir tepki göstereceğini merak ediyordum. Belli ki, papaz da kimin için ayin yaptığının farkındaydı. Hiç renk vermedi. Sulla’nın etrafı Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıslı Rumlarla çeviriliyken, bundan daha doğal bir şey olamaz diye düşünmüş olmalıdır...
Yine de bu, Kıbrıs’ın şartlarında hiç doğal değildir. Bunu yapsa yapsa, Sulla’nın ve Vangelis’in oğlu yapabilirdi...
Sulla ve Vangelis...
Genç yaşlarında bu ülkenin kurbanları arasına katıldılar. Savaş gördüler, göç yollarına düştüler. Yurt dışında okudular, oralarda gelecek aradılar. Sonunda, bölünmüş yurtlarının güney-yarısına yerleştiler ve gazeteci olarak çalışmaya başladılar.
Milliyetçilikten başka dil bilmeyen resmi televizyon kanalında kendi vizyonlarına ve vicdanlarına göre işler yapmaya koyuldular. Belgeseller yaptılar, özel röportajlar hazırladılar. Ve elbette, iktidarın nezdinde “sevimsiz” kişiler oldular...
Sulla, ülkenin hasır altı edilen olaylarının peşine düştü. Biliyordu ki, resmi anlatıda dile getirilen görüşler en iyi ihtimalle hakikatin yarısın söylüyordu. Kıbrıslı Rumların mağduriyeti üstüne kurulan söylemlerin gizlediği bir şeyler vardı ve Sulla bu “sırrı” ortaya çıkarmaya kararlıydı. Günümüze kadar tabu olan ve “Türk İsyanı” diyerek geçiştirilen 1963-64 olaylarını mercek altına almaya başladı. Kıbrıslı Türklerle de röportajlar yaptı ki, bu, büyük kabahat sayılıyordu. Çünkü milliyetçiler “ötekinin hakikatinin” duyulmasını istemezler.
Sulla vazgeçmedi. Kıbrıslı Rumlardan saklanan gerçekleri dile getiren tartışma programları ve belgeseller yayınladı.
Bu tartışma programlardan birine ben de katıldım. Devlet televizyonunda ilk defa 1963-64 çatışmalarını farklı açılardan ele aldık ve etraflıca tartıştık. Ben, yasa dışı silahlı AKRİTAS örgütünün eylemlerine değindim. Bu örgütün Enosise ulaşmak için silaha sarıldığını söyledim. Panelde yer alan AKRİTAS örgütü üyesi renkten renge giriyor, ne söyleyeceğini bilemiyordu...
Ertesi gün, gazeteler Sulla’ya yükleniyordu.
Bunların Sulla için elbette büyük bedelleri oldu. Hak ettiği halde terfi alamadı ve bir dizi haksızlığa uğradı.
Yılmadı...
Barışa, yakınlaşmaya ve uzlaşmaya dair nerede ne zaman bir şey yapılsa, Sulla hep ön saflarda yer aldı. Barış mücadelesi ile feminist mücadelenin yollarının kesiştiğini çok iyi biliyordu. Ataerkil milliyetçiliğe karşı çıkmadan ne barışın, ne da toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanmayacağının bilincindeydi. Bu bilinçle yaşadı ve mücadele etti. Hiç pes etmedi. Yirmi yıldan daha uzun bir süre kansere karşı dirayetle direndi ve kanserin mücadelesini aksatmasına müsaade etmedi.
Maalesef, sonunda yenik düştü.
Ve bir barış insanı daha, barışı görmeden bu ülkeden göçtü...
Hani, cenaze törenlerinde papazların ölülerin ardından rutin olarak söyledikleri “anısı ebedi olsun” duası var ya, Sulla’nın böyle bir duaya ihtiyacı yok, çünkü anısının ebedi olmasını daha yaşarken hak etti. Anısı, elbette sonsuz olacak...
Bu Sulla’ya veda yazısını, Antonis’in cenaze töreninde yaptığı Türkçe konuşmayla bitirmek istiyorum:
“Sevgili dostlar, sevgili yoldaşlar,
Bu memleketin bir sürü dili var. Sulla’ya onur vermeye buraya gelenler bu dillerden birini konuştuğu için, ben onların dilini kullanarak birkaç söz söylemek isterim.
Emin olun ki, burada olmanızdan hem Sulla hem de ailemiz seviniyor. Sulla’nın hayatı hep mücadeleydi. Aslında bir sürü mücadele idi... Bunların en büyüğü Kıbrıs’ın siyasi durumuna yönelikti. Bu hayattan gitmeden önce en büyük derdi, en büyük acısı, Kıbrıs’ın bölünmesi idi. Onun için, gazeteci olarak, uzun ve geniş yollara açıldı; devlet televizyonunda çalıştığı için, bu mücadelenin bedelini de ödedi. Türkçe bir şarkı var, onu dinleyince Sulla’yı düşünüyorum: “Yaz gazeteci yaz...” Birinin işini ciddiye almasını Sulla’dan öğrendim.
Toprağı bol olsun, ışıklar içinde yat Sulla. Seni seviyoruz, seni anıyoruz, senden ilham alıyoruz.”