Hakikat, Huzurlu Unutkanlık ve İnkârın Tekerrürü
Uzunca bir zamandır vicdan, yüzleşme ve inkârla ilgili düşünüyorum.
Umut Bozkurt
Uzunca bir zamandır vicdan, yüzleşme ve inkârla ilgili düşünüyorum. Hem kişisel hayatlarımızda, hem de toplumsal hayatımızda sürekli olarak yaptığımız, bazı eylemleri meşrulaştırmak için başvurduğumuz inkâr süreci çok ilginç geliyor bana.Gittikçe bizi eleveren şeyin, söylemlerimiz, ülkülerimiz değil, “öteki”yle kurduğumuz etkileşimde kullandığımız inkâr stratejileri olduğunu düşünüyorum. Coetzee ayarında bir yazar olsaydım, inkâr adını verdiğim bir roman yazardım. “İnkar”, önünde sonunda “utanç”ın düşman kardeşi değil midir?
Bugün sizlere son on yıla damgasını vurmuş, yüzleşme ve inkârla ilgili yapılmış iki etkileyici filmden sözedeceğim. Birincisi 2005 yılında Michael Haneke yönetmenliğinde çekilen Cache (Saklı). İkincisi ise 2008 yılında Lucrecia Martel yönetmenliğinde çekilmiş La Mujer Sin Cabeza (Kafasız Kadın).
Haneke’nin Saklı’sı Parisli bir burjuva ailenin evinin dışarıdan görünüşüyle başlar. Bir başlangıç sahnesine göre çok uzun tutulmuş bu sahnenin sadece bir başlangıç sahnesi olmadığı, ailenin evini gözetleyen birinin kaydettiği bir video kaset kaydı olduğu anlaşılır. Bu evde yaşayanların bir televizyon kanalında edebiyatla ilgili program yapan Georges Laurent, yayınevinde editör olan eşi Anne ve oniki yaşındaki oğulları Pierrot olduğunu öğreniriz.
Film boyunca Georges’ın evine gönderilen video kasetler, onun geçmişinde saklı kalan ve yüzleşmeye istekli olmadığı bir sırrı olduğunu yavaş yavaş açığa çıkarır. Bu sır, varlıklı bir aileden gelen Georges’in çocukluğunda yanlarında kalan Majid’le ilgilidir. Majid, Georges’in ailesinin yanında hizmetli olarak çalışan Cezayirli bir çiftin oğludur. Majid’in anne babası, 17 Ekim 1961’de Paris’te, Fransa’nın Cezayir’i işgaline karşı yüzlerce Cezayirlinin katıldığı bir gösteriye katılmış, bir daha da geri dönmemiştir. 17 Ekim günü Fransız polisi dehşet veren bir katliam gerçekleştirmiş, ikiyüzden fazla Cezayirli öldürülerek Seine nehrine atılmıştır. Georges’in anne babası bu olay üzerine Majid’i evlat edinmeye karar verirler. Ancak altı yaşındaki Georges bu durumdan hiç memnun değildir. Majid’e babasının ona bir tavuğu kesmesini söylediğini söyler. Bu isteğini yerine getiren Majid’i Georges “beni tavuğu keserek korkutmaya çalışıyor” bahanesiyle anne babasına şikayet eder. Neticede Georges söylediği yalanlarıyla anne babasını Majid’i evlat edinmekten vazgeçirir ve Majid, zor şartlar altında bir yetimhanede büyümek zorunda kalır.
Majid’in oğlunun Georges’a söylediği gibi Georges’in yalanlarıyla anne babasının Majid’i evlat edinmekten alıkoyması, Majid’i iyi bir eğitimden ve gelecekten etmiştir. Georges bu sırrını karısıyla bile paylaşmak istemez. Çok uzun zaman Majid’in hikayesini Anne’e söylememek için direnir. Derinden derine bir suçluluk hissi içinde olduğunu düşündüren bu tavrına rağmen, yetişkin bir adam olarak Majid’le tekrar karşılaştığı anda yaşananları inkâr etmeye, kendini savunmaya yönelir. İyi ve masum olduğuna dair inancını kaybetmeksizin Majid’in oğluna “Ben sorumlu değilim” diye haykırır Georges.
Bu inkâr, bir anlamda bir ulusun kolektif inkârına da gönderme yapar. Zira Ekim 1961 yılında yaşanan katliam, Fransa’da uzun yıllar bir sessizlik perdesiyle örtülmüş, üzerinde konuşmak bir tabuya dönüşmüştür. Haneke, bu filmde izleyiciyi suçun inkârı, inkârın tekerrürü üzerine düşünmeye zorlar. 1961 katliamının, bu hakikatın saklanması, unutkanlık içinde bir şimdinin tekrar tekrar inşa edilmesine bağlıdır ve aslında film, huzur dolu unutkanlık tarihsel hakikatın saldırısına uğradığında ne yapıyoruz sorusuna bir yanıt arar.“Bu evrensel, herkesin kapıldığı, inkârı mümkün kılan çekirdek duyguyla ilgilenir Haneke: Kendini kurban olarak görmek duygusuyla, daha iyi bir deyişle, masumiyetin ayartıcılığıyla”(1).Nitekim Georges, geçmişin ağırlığıyla tam da böyle başetmeye çalışacaktır. Georges’in özellikle entellektüel, kültürlü bir karakter olarak kurgulanması bize akla, ilerlemeye fazla anlam atfeden aydınlanmacı bakış açısının bizi inkârın ağırlığından kurtaramayacağını gösterir. Filmi evrensel kılan, sadece Fransa’ya has bir hikâye değil kolektif bir suç işlenmiş herhangi bir ülkenin hikâyesi yapan şey tam da budur. Her devletin, milletin saklamaya çabaladığı karanlık sırları vardır ve bu sırların üstü çoğu zaman kendine kurbanlık ve masumluk atfeden inkâr stratejileriyle örtülür.
***
Lucrecia Martel’in yönetmenliğinde çekilmiş Kafasız Kadın filmi de tıpkı Saklı gibi bir inkâr filmidir. Filmin merkezinde orta yaşlı, hali vakti yerinde, zarif bir dişhekimi olan Veronica karakteri vardır. Veronica ana karakteri etrafında gelişen olaylar izleyiciyi gene hakikat, yüzleşme (ya da yüzleşmeme) ve inkâr üzerine düşünmeye iter.
Evli, çocuk sahibi, kardeşiyle birlikte diş kliniğini çalıştıran Veronica yağmurlu bir günde araba sürerken bir kaza yapar. Telefonunun çalmasıyla bir an dikkati dağılan Veronica birşeye çarpar. Sert bir şekilde frene basmasıyla, başını dümene çarpması bir olur. Kazadan sonra Veronica sessiz ve hareketsiz bir şekilde bir süre arabada oturur. Bu arada ne olup bittiğine dair insanın kafasında sorular belirir: Veronica şokta mı? Arkadaki aynaya bakarak neye çarptığını mı anlamaya çalışıyor?
Veronica, arabada bir süre bekledikten sonra yoluna devam eder. Kamera, bu noktada yolda hareketsiz yatan bir köpeğe odaklanır. Bu arada izleyici yine kafasında belli sorularla cebelleşmekle meşguldür. Veronica yerde yatan köpeği görebildi mi? Veronica tam olarak ne olduğunun farkında mı?(3)
Bu sahnedeki ürkünç bir detay, hikâyenin karanlık bir yere doğru gideceğinin işaretlerini verir.Veronica kaza yaptıktan sonraki sahnede şöfor koltuğunun solundaki pencerede bir çocuğun el izleri görülür. Bu el izleri nereden geliyor? Veronica’nın çarptığı şey köpek değil bir çocuk olabilir mi? Yoksa izler kazadan hemen önce akrabaları ve onların çocuklarıyla buluşan Veronica’nın ailesindeki çocuklardan birine mi ait?
Yönetmen bu filmde zor sorulara kolay yanıtlar vermekten imtina ediyor. Veronica kazadan sonra önce bir hastaneye giderek röntgen çektiriyor, ardından bir otel odasında dinleniyor. Bu otel odasında bir adam tarafından ziyaret ediliyor ve bu adamla birlikte oluyor. Filmde daha sonra bu adamın kuzeninin eşi olduğunu öğreniyoruz.Veronica’nın sırlarla sürdürülen bir yaşama çok da uzak olmadığını görüyoruz.
Veronica, eve döndükten sonra bir süre sadece olanları düşünerek bir sessizlik içinde düşünür, durur. İlginç bir şekilde kocası ne onun eve geç gelişini ne de sessizliğini yadırgamış gibidir. Veronica ancak bir süre sonra kocasına gittikçe içinde gittikçe yükselen bir endişeden bahseder. Öldürdüğünün bir köpek değil, çocuk olabilme ihtimali, Veronica’yı korkutur. Kocası polis ve doktor tanıdıklarını arayarak kaza gecesi ölen birisinin olup olmadığını sorar. Böyle bir ölüm vakası kayıtlara geçmemiştir.
Kazadan yaklaşık bir hafta sonra kazanın yapıldığı bölgede bir çocuk cesedi bulunur. Bölgedeki bir çiftçinin oğlu kayıptır ve polis nihayet çocuğun ölü bedenini bulur. Öldürülen çocuğun filmin en başında arkadaşları ve köpeğiyle pis arka mahallelerde oyun oynarken görülen çocuk olduğu sonradan anlaşılır. Yönetmen Martel,Veronica’nın dünyasına ancak emekçi, bahçıvan, aşcı olarak girilebilen, bir anlamda burjuvazinin hayatının arkaplanı gibi muamele gören Arjantin’in yerli halkına film boyunca geri planda yer vermeye çalışır. Veronica ve çevresinin sürekli görmezden geldiği, gerçek insan gibi görmediği bir kesimdir bu (4).
Peki, cesedi bulunan bu çocuğun ölümüne Veronica mı yol açtı? Arabada görülen bir çocuğa ait el izleri bu ölen çocuğa mı ait? Veronica’nın bu çocuğu öldürdüğüne dair endişesini çevresindekiler ciddiye almaz görünür. Veronica röntgen filmini almak için hastaneye gittiği zaman, kardeşinin ondan önce oraya gittiğini anlar. Kazadan sonra sevgilisiyle buluştuğu otele gittiği zaman kaza günü otelde kaldığına dair herhangi bir kaydın olmadığının farkına varır. Kocası arabayı tamir ettirir. Hayatındaki erkekler Veronica’yı koruyabilmek için kaza günü olanların izini silebilmek adına yapılması gereken herşeyi yapmış gibidirler. Veronica, hakikatın peşine düşmektense, olanları unutmaya karar verir. Sarı olan saçlarını koyu kahverengiye boyatması da bu unutuşun, geçmişi geride bırakma arzusunun bir tezahürü olarak okunabilir (5)
Film, kişisel bir inkâr hikâyesini anlatırken aslında kollektif bir inkâr meselesine de gönderme yapıyor. Kendisiyle yapılan röportajlarda yönetmen Martel, filminin Arjantin’de alt ve orta sınıf arasında gittikçe açılmakta olan ekonomik uçurumla ilgili olduğundan sözediyor(6). Öte yandan, Veronica’nın işlemiş olduğu muhtemel suçla ilgili sorumluluk almaması ve kendini unutmanın huzuruna teslim etmesi Arjantin’in 1976-1983 yılları arasında süren askeri diktatörlük döneminde kaybolan binlerce insan karşısında büründüğü sessizliği de akla getiriyor.
***
Her ülkede olduğu gibi içinde yaşadığımız bu ülkede de unutkanlık içinde bir şimdinin tekrar tekrar inşa edilebilmesi, bazı hakikatların saklanabilmesi için tekerrür eden inkâr mekanizmalarına başvuruldu. Kıbrıs’ta yaşayan iki toplum da kendi kendine kurbanlığı yakıştırırken diğer topluma yaşatmış olduklarını sürekli inkâr etti. Ne Kıbrıslı Rumlar Kıbrıslı Türklerin 1963 ve 1974 arasında yaşadıklarıyla yüzleşebildi, ne Kıbrıslı Türkler 1974’de Rumlara ödetilen ağır bedelle.
Kıbrıs’ın kuzeyinde ise 1974’den sonra geçmişi unutmak üzere yeni bir düzen kuruldu. Eski köyler, eski anılar;Rum ganimetleri, eşdeğerler, mücahit puanları üzerinde yükselen yepyeni bir düzen için terkedildi. Bir zamanlar bir aileye yuva olan, acı tatlı türlü anının duvarlarına sindiği evlere yerleşildi, Rum çocuklara ait fotoğraflarla dolu çerçeveler duvardan indirildi, boş kalan duvarlar yeni aile fotoğraflarıyla bezendi. Dolaplarda unutulan çarşaflar, bırakılan tüm eşyalar tepe tepe kullanıldı. Geçmişte tecavüz edilen, öldürülen, ortadan kaybolup bir daha haber alınamayan yüzlerce insanın hayaletlerinin üzerinde dolaştığı kasabalarda huzurlu bir unutkanlıktan medet umuldu, zaman zaman geçmişteki hakikatların tasallutuna uğrayankırılgan bir şimdiki zamana geçildi.
Kıbrıslı Türkler hep mağduru oynarken kimi zaman da bu mağduriyetten filizlenen bir acımasızlıkla malul olduklarını farketmek istemediler, ısrarla. Adada gittikçe görünür hale gelen; emekçilerin, kadınların, göçmenlerin, seks işçilerinin türlü hak ihlalleri karşısında sessiz çoğunluk bir kayıtsızlık tavrıyla yanıt verdi. Dışarıda özgürlük ve adalet nutukları sallayan sol parti üyesinin evde Türkmenistan’dan gelen temizlik işçisini ezmesi, Türkiye’den gelen ucuz emek sayesinde görece hesaplı apartman katında oturan memurun sıcak bir yaz günü serinlemek için denize giren işçiyi “donla denize giriyor” diye hor görmesi ve bütün bunları yaparken kendi masumiyetine, ilericiliğine, demokratlığına sonuna dek inanması Veronica ve Georges’da gördüğümüz türden bir inkârın farklı görünümleridir sadece.Hiçbirimizin kendimizi dışında göremeyeceği bu insanlık durumunun burada da tezahür etmesi ne şaşırtıcı, ne de ilginçtir aslında. Ama bu tespit bizi bir insanı eleveren şeyin tam da bu olduğu sonucuna götürür. O çok bilindik deyimi biraz değiştirirsek: “bana neyi inkâr ettiğini söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim”...
- Umut Tümay Arslan, “Saklı: Kolektif suç, bireysel sorumluluk”, Agos,15.09.2014, http://www.agos.com.tr/tr/yazi/7986/sakli-kolektif-suc-bireysel-sorumluluk
- ibid.
- Jonathan Romney, “The Headless Woman”, Film Review, Independent, 21.02. 2010, http://www.independent.co.uk/arts-entertainment/films/reviews/the-headless-woman-lucrecia-martel-87-mins-12a-1905589.html
- ibid.
- Stephen Holden, “What It Hurts to Remember Becomes Convenient to Forget”, Film Review, New York Times, 18.09.2009, http://www.nytimes.com/2009/08/19/movies/19headless.html
- ibid.