1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. “Hakikat için umut var mı?”
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

“Hakikat için umut var mı?”

A+A-

BİR KİTAP…

“Hakikat için umut var mı?”

Türkiye’de Hakikat, Adalet ve Hafıza Merkezi’nin yayımladığı bir kitap, dün tanıtıldı. Konuyla ilgili olarak Hafıza Merkezi’nin web sayfasında şöyle denildi:

“Uluslararası Gözaltında Kayıplara Karşı Mücadele Haftası kapsamındaki bir diğer etkinliğimiz yeni çıkan kitabımız Hakikat için Umut Var mı? için düzenleyecek olduğumuz uluslararası katılımlı tanıtım toplantısı. Toplantı 17 Mayıs Cuma saat 18.00’de (bugün) Yapı Kredi Kültür Sanat’ta gerçekleşecek.

Hakikat için Umut Var mı? Rusya, Ermenistan/Azerbaycan/Gürcistan, İran, Lübnan, Türkiye, Kıbrıs ve Cezayir ülke bağlamlarında zorla kaybetmeler ve kayıp kişilere ilişkin karşılaştırmalı bir analiz sunuyor. Özgür Sevgi Göral’ın kaleme aldığı, Türkçe ve İngilizce olarak iki dilli hazırlanan kitap bu politikanın söz konusu ülkelerdeki farklı siyasi bağlam ve arka planına, örüntülerine, bu suçla mücadelede atılmış hukuki, siyasi ve toplumsal adımlara bakıyor.

Kitabın ortaya çıkış hikayesi ise 2017 yılı başında zorla kaybetmeler ve kayıplar kişiler üzerine düzenlediğimiz bölgesel katılımlı bir toplantı ile başladı. Kapalı bir çalışma toplantısı olarak kurguladığımız bu etkinlikte Türkiye’ye yakın bölge ülkelerinde kayıplar meselesinin genel manzarasını ortaya koymayı hedeflemiştik. Ermenistan, Rusya, Gürcistan, Suriye, Irak, İran, Lübnan, Mısır, Cezayir, Kıbrıs ve Türkiye‘de zorla kaybetmeler ve kayıplar üzerine çalışan toplam 17 STK temsilcisinin katıldığı atölyenin sonunda bu işbirliği sürecini karşılaştırmalı bir yayın üreterek devam ettirme kararı aldık. İşte bu sürecin devamı olarak ortaya çıkan kitabın 17 Mayıs’ta düzenlenecek tanıtım toplantısında, kitapta ele alınan ülkelerde faaliyet gösteren ve bir kısmı 2017 tarihli atölyeye de katılmış olan insan hakları örgütlerinden temsilciler de katılacak.

Katılımcılar

    Gülseren Yoleri, İnsan Hakları Derneği (Türkiye)

    Mona Nasseraldin, Act for the Disappeared (Lübnan)

    Nadia Kornioti, (Kıbrıs)

    Özgür Sevgi Göral, Hafıza Merkez (Türkiye)

    Shadi Sadr, Justice for Iran, (İran)

    Shirin Jetha, (Kıbrıs)

    Tatiana Chernikova, Human Rights Center Memorial, (Rusya)

Mekân: Yapı Kredi Kültür Sanat

Adres: İstiklal Caddesi No: 161, Beyoğlu, İstanbul

“Bu çalışma, zorla kaybetme olgusunun öneminin altını çizmek, çeşitli tezahürlerini göstermek, farklı coğrafi bağlamlarda nasıl değişiklik gösterdiğini anlatmak ve süregelen sonuçlarına parmak basmak üzere hazırlanan mütevazı bir girişimdir. Bir başka deyişle, zorla kaybetmelerin diğer önemli ve acilen tepki verilmesi gereken insan hakları ihlalleri nedeniyle bir ölçüde unutulduğu günümüz dünyasında, tüm karmaşıklığıyla bu fenomenin ağırlığını hatırlatmayı amaçlamaktadır. Modern devletlerin egemenliklerinin tehdit altında olduğunu hissettiği zamanlarda4 , egemenliğin hususi ve somut olarak kullanılmasına araç olan zorla kaybetmeler, değişik örüntüler izlenerek farklı bağlamlarda uygulanmaya devam etmekte. Artık uygulanmadığı yerlerde ise, bu kitabın sonraki bölümlerinde görebileceğiniz gibi, zorla kaybetmelerin sonuçlarına ve etkilerine neredeyse dokunulmamıştır. Bu kitapta Orta Doğu, Kuzey Afrika ve Kafkasya’da meydana gelen zorla kaybetmelere odaklandım. Bu bölgelerin seçilmesinin birkaç nedeni var. Bu kitap, Hakikat Adalet Hafıza Merkezi ve Tarihsel Diyalog ve Geçmişle Yüzleşme Bölgesel Ağı’nın (RNHDP- Regional Network for Historical Dialogue and Dealing with the Past) Orta Doğu ve Kafkasya’da zorla kaybetmeler üzerine çalışan sivil toplum kuruluşları, aktivistleri, akademisyenleri ve taban örgütleri bir araya getirme çabalarının bir ürünü olarak yazıldı. Bu çabaların bir parçası olarak, zorla kaybetmeler üzerinde çalışan aktörler arasında bölgesel işbirlikleri kurma olasılığını tartışmak için 27-28 Ocak 2017’de İstanbul’da bir çalıştay düzenlendi. Ancak, Orta Doğu, Kuzey Afrika ve Kafkasya’dan ülkelerin seçimi sadece bu çalıştayla ilintili değil. Bu kitapta, zorla kaybetme olgusunun çeşitliliğini ve farklı örüntülerini ortaya koyan örneklere odaklanmak istedim. Zorla kaybetme pratiği bazı örneklerde etnik ya da ulusal çatışmalardan kaynaklanırken, bazı örneklerde ise bu pratiğin kökenleri otoriter devletlerin farklı biçimlerinin yapısını göstermektedir. Bu nedenle, seçilen her ülke olgunun bir başka kısmını yansıtmaya çalışmaktadır. Son olarak önemli noktalardan bir tanesi de sunduğum her vakanın derinliğini yansıtabilmek adına Hakikat Adalet Hafıza Merkezi olarak yakından takip ettiğimiz ve sahadan düzenli olarak güncellediğimiz örneklere öncelik vermiş olmam.

(— Özgür Sevgi Göral, Kitabın Giriş bölümünden)

KIBRIS BÖLÜMÜ “KİTABİ”…

“Hakikat için Umut Var mı?” başlıklı kitabın Kıbrıs’la ilgili bölümü “kitabi” çalışılmış – bazı bilgiler eksik ve yanlış kaleme alınmış. Bu konuda “kaynak” olarak Tarihsel Diyalog ve Araştırma Derneği AHDR gösteriliyor ancak AHDR’nin kitap çalışması esnasında kimler tarafından ve nasıl temsil edilmiş olduğu pek açık değil. Nitekim kitabın Kıbrıs’la ilgili bölümündeki bilgilerin yalnızca yayımlanmış bazı kaynaklara dayandırılıyor olması da, pratikte Kıbrıs’ta araştırma yapılmamış olduğu izlenimi bırakıyor ve bu açıkça görülebiliyor.


“Kıbrıs’taki olayları NATO talimnamelerine veya özel harp psikolojik savaş yöntemlerine göre yorumlamak…” – 10 -

Baf metropoliti Gennadios: “Komünistleşeceğimize, çifte ENOSİS olsun, daha iyi!...”

 

Ulus Irkad
Tekrar yazalım, Kontrgerilla yöntemleri, Özel Savaş olarak nitelenmektedir ve bu savaşta her türlü yöntem meşrudur. Hukuk, insan hakları, insan değeri, evrensel veya uluslararası hukuk gözetilmemektedir. Bu savaşın içinde katliam, suikast da meşru görülmektedir. Kıbrıs’ta savaş sırasında her iki taraf da aynı yöntemlere başvurmuş ve birbirlerine misilleme yaparak taksimi gerçekleştirmişlerdir.  Kıbrıslırum sağcılarının ve aşırı sağcılarının “taksime karşıyız” gibi duruşları da hala daha yaptıklarıyla bağdaşmamaktadır. 1974 öncesi ve sonrasında da sürdürdükleri politikalarla taksimi onlar da gerçekleştirmişlerdir. EOKA aynen TMT gibi taksimciydi. Zaten Enosis’i istemek ikili Enosis’i veya Taksim’i istemek demekti. Etnik ayrılık üzerinde mücadele vermek aslında Taksim’i onaylamak demekti. Misilleme yaparak her iki örgüt de adım adım Taksim’i gerçekleştirmişler ve birbirlerine yardımcı olmuşlardır. Yunan Cuntası da bu konuda 15 Temmuz 1974 Darbesiyle Türkiye’nin Kuzey’e gelişine yardımcı olmuştur. Sonuçta her ikisi de NATO güçlerinin elinde ve kontrolünde, hatta ta başından aynı kavgayı vermekteydiler. Ada Komünistlerin eline geçeceğine taksim olsun daha da iyiydi.  Bugün katliamların  olması, hala daha kayıp acılarının yaşanması aslında Özel Harbinher iki tarafta da uygulanmasından ötürüydü.

Kıbrıs’ın bölünmesi tehlikesini daha 1940’lardan gören Dr. İhsan Ali, yukarıda yazılanlara bir belge niteliğinde, Makarios ve EOKA B’ci Sen Sinod Meclisi (1974 öncesi) tartışırken, kitabında bizlere önemli bir anısını anlatmaktadır:

“Sen Sinod Meclisi’nin arifesinde, dönemin Baf metropoliti Gennadios’a bir dostluk ziyaretinde bulundum. Bu ziyaretimde toplumlararası görüşmeler konusuna değindim ve 4 yıldır devam etmelerine rağmen, sonuç vermemelerinden duyduğum üzüntü ve endişeyi dile getirdim. Ayrıca hakim olan anormal durumdan duyduğum endişeyi ifade ettim ve bu iç anomalinin kestirilemeyecek trajik durumlara neden olabileceğini söyledim. Gennadios, bu endişelerime beni hayrete düşüren şu yanıtı Verdi: “Bu anomaliler, Başpiskopos Enosis’i terk ettiği ve komünistleri desteklediği için ortaya çıktı..”

Ona gerçekleri görmemiz gerektiğini söyledim ve “Türkiye Enosis’e izin vermeyecektir. Yunanistan  da Türkiye ile bir savaş riskini göze almayacaktır. Başpiskopos bu gerçeği anladı ve bu nedenle, bölünmeyi ve çifte Enosis’i engelleyecek bir çözümü sağlamaya çalışıyor. Makarios’u zora sokan anomalileri yaratanlardır ve bu tutumlarıyla yabancıların planlarına hizmet ediyorlar.” Dedim. Gennadios’un buna Verdiği yanıt da beni hayretler içinde bıraktı. “Komünistleşeceğimize, çifte Enosis olsun daha iyi” dedi. Ona Komünistleşme tehlikesi bulunmadığını, bu iddiayı planlarını gerçekleştirtmek için emperyalistlerin öne sürdüğünü söyledim ve “Çifte Enosis’in ne anlama geldiğini biliyor musunuz? Kıbrıs’ın Yunanistan ve Türkiye  arasında bölünmesidir. Kıbrıs gibi küçük bir adada sınırlar yaratılacak. Ülkeyi gelecekte tehdit edecek tehlikeleri tahmin edebilirsiniz” dedim. Yanıtı şu oldu: “Sınırlar yaratılmasının ne önemi var? Diğer ülkelerin aralarında sınır yok mu?” (Dr İhsan Ali,2002, 70-71).

“Saldırgan bir kontrgerilla örgütlenmesine kadro devşirmek için toplumsal, siyasal, dini çelişkilerden sonuna kadar yararlanılır. “Ayaklanmacı”lar arasında etkin olan dinsel, ırksal, sosyal grupları tehdit Kabul eden kesimler, sosyal düşmanlık ekseninde hızla harekete geçirilir. Kontrgerilla terörü askeri operasyonların sert mantığı ile sınıf, ırk, din, ideoloji motiflerinin karmaşık bir harmanını gündeme getirir. Kontrgerilla uzmanları, kısa vadeli hedefler adına, küllenmiş toplumsal anlaşmazlıkları, hınç, kin ve intikam duygularını tetikleme yöntemlerini kullanırlar. Kontrgerilla örgütlenmesi ile karşı-teörürün harmanlanması müthiş bir şiddeti gündeme getirir. Dolayısıyla kontrgerilla terörü doğası ve işleyişi itibarıyla seçici ve sınırlayıcı olma niteliğinden uzaktır” (Parlar,2006,35).

Türk ve Yunan Kontrgerillacılar Nazi Subaylarından katliam ve Suikast dersleri aldılar

Kıbrıs’ta katliamların gerek 1963-64 ve gerekse 1974 yılında bu kadar yaygın olmasındaki sebeplerden biri de Özel Harp Tekniğini öğrenen Türk ve Yunan subaylarının, Nazi subaylarından bu teknikler üzerinde ders almaları olmuştur. Türkiye NATO üyesi olduktan sonra en büyük değişiklik İstihbarat Teşkilatında olmuştu. Yalnız Türkiye’de istihbarat servisi MAH, gizli ordunun yani Özel Harp Dairesi’nin kurulmasında görev almamıştı(Kılıç,2008,64). Özel Harp Dairesi kurulduktan sonra Amerikalılar bu işe el attılar (Kılıç,2008,65). Türkiye’nin istihbarat geleneği İttiihat ve Terakki’nin gizli örgütü Teşkilat-ı Mahsusa’ya kadar dayanıyor (Kılıç,2008,65). Türkiye kurulduktan sonra Alman istihbaratçı Albay Walter Nikolai,1926’da Türkiye’ye geldi ve birçok girişimler yaptı. MAH, 6 Ocak 1927 yılında kuruldu (Kılıç, 2008,65). MAH başına daha sonraları Tümgeneral Behçet Türkmen getirildi. Türkmen NATO görevi nedeniyle Sovyetler Birliği’ne karşı oluşturulan gizli ordular hakkında detaylı bilgi sahibiydi. Teşkilat Türkmen döneminde Alman ekolünden Amerikan ekolüne geçti. Türkmen göreve gelir gelmez tamamı subaylardan oluşan dört kişilik çekirdek kadroyu eğitim için Amerika’ya gönderdi. Bu ekip, o güne kadar Türkiye’de çok etkin olarak kullanılmayan operasyonel istihbarat tarzına göre yetiştirildi (Kılıç,2008,67). MAH artık CIA ile bağlantılı hatta yerel bir örgütü gibi çalışmaktaydı. Bu dört kişilik ekibin içinde bulunan  Fuat Doğu en önemli istihbaratçı subaylardan biriydi.

“O dönemlerde ajanlara Özel Harp Dairesi’nin yöneticilerini bile kıskandıracak boyutta özel eğitim veren Fuat Doğu, asıl eğitimini NATO’ya bağlı gizli orduların kurucusu, yani gladyo fikrinin sahibi olan Nazi Generali Reinhard Gehlen’den aldı. NATO’ya bağlı tüm gizli orduların ve örgütlerin yöneticileri Gehlen’in kurslarından geçmişti.

Fuat Doğu,1954’te Amerika’daki CIA kamplarındaki eğitimden sonra iki kez de Almanya’ya gitti. Burada bizzat Gehlen’den eğitim aldı. Tek hocası Gehlen değildi. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Amerika’ya sığınan diğer Nazi subaylarının da eğitiminden geçmişti.

Fuat Doğu, acımasız Nazi subayı Gehlen’den çok etkilenmişti. Eğitimlerde Türk istihbaratçılarına sürekli Gehlen’i anlatan Fuat Doğu’nun öğrencileri de daha sonra Gehlen’in adını ağızlarından düşürmedi”(Kılıç,2008,73).

Peki Gehlen  Kimdi?

“1945’de müttefiklerin işgali altında bulunan Almanya’da Naziler tarafından “Kurt Adam” (Werwolf)  adlı gizli bir yeraltı örgütü kurulmuştur. Amaç, “Alman halkına çektirdiklerinin bedelini düşmana kanla ödetmek, işgalcilere cephe gerisinde her türlü zararı vermek olarak belirtiliyordu. Bu örgüt, sivil güçlere dayalı bir gerilla mücadelesini temel yöntem olarak belirlemişti. “Kurt Adam” projesinin Gladio’ya esin kaynağı olduğu sanılıyor. Ancak, Gladio projesinin arka planında Nazi istihbaratının efsanevi ismi General Gehlen var. General Reinhard Gehlen, savaşın, Almanya aleyhine geliştiğini erkenden sezinleyenlerden. Gehlen, savaşın yıkımlarını hafifletmek, yenilgiyi geciktirmek amacıyla yöntemler ararken, Polonya direniş hareketini irdeliyor ve bunun sonucunda “Kurt Adam” projesi ortaya çıkıyor. Bu projenin işlerlik kazanamayacağını gören Gehlen, Sovyetler Birliği’nin yokedilmesinde ABD’nin öncülük edeceği inancıyla, ABD istihbaratı OSS ile temasa geçiyor. Bavyera  merkezde sakladığı Sovyetler Birliği ve Doğu cephesine ilişkin bütün belge ve bilgileri ABD’nin “ilgisine” sunuyor. Amerika’ya götürülen Gehlen, Gladio ağının oluşumunda belirleyici rol oynuyor. ABD gizli servisi OSS ve sonrasında CIA örgüt ideolojisi, kadrolaşma ilkeleri ve yöntemleri anlamında Nazi İmparatorluğu’nun mirasına sahip çıkıyorlar. OSS, II Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru tüm Avrupa’da anti-komünist bir yeraltı örgütlenmesine başlamıştı bile. Bu yapılanma “Gehlen örgütü” ile bütünleştirildi. Avrupa’daki bu örgütlenme ile “Stay Behind” (arkasında durmak), durup engellemek yani olası bir Sovyet saldırısında “düşman” cepheyi arkadan vuracak operasyonlar gerçekleştirmek ve “operation demagnetize” (mıknatıs etkisini yoketme operasyonları) sol akımların etkisine açık ülkelede bu akımın itibarını aşındırmak, solu bir çekim merkezi olmaktan çıkarmak üzerine kuruluydu. Bu amaçla geliştirilen Gladio operasyonlarına her ülke kendi “ulusal” renklerini kattı, merkezi stratejiler ise CIA tarafından tespit edildi” (Parlar,1997,47-48).

 

KAYNAKÇA

Parlar, S.(2006) Kontrgerillanın İşgal Kuvvetleri, Bağdat Yayınları, İstanbul

Ali, İhsan (2002) Hatıralarım, Galeri Kültür Yayınları, Lefkoşa.

Kılıç,E.(2008) Özel Harp Dairesi, Türkiye’nin Gizli Tarihi, Güncel Yayıncılık, İstanbul.

(YENİÇAĞ – Ulus IRKAD – 13.5.2019)

 

Bu yazı toplam 1746 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar