HAKİKAT ve GEÇMİŞLE YÜZLEŞMEK
HAKİKAT ve GEÇMİŞLE YÜZLEŞMEK
Feminist Atölye (FEMA)
[email protected]
Meclis bütçe görüşmeleri sırasında Doğuş Derya’nın meclis kürsüsündeki konuşmasından dolayı maruz kaldığı cinsiyetçi, faşizan ve seviyesiz saldırı hepimizi sarstı. Demokratik rejimlerin vazgeçilmez unsuru olan ifade özgürlüğü, her bireyin saldırı ve nefret söylemi içermeksizin özgürce fikir beyanında bulunabildiği bir olgudur. Doğuş Derya meclis kürsüsünde ifade özgürlüğünden yola çıkarak yalnızca kişisel değil ülkemizde yaşayan demokratik, çoğulcu, federalist, feminist, sosyalist ve daha birçok kesimin de görüşlerini son derece açık ve seviyeli bir üslupla dile getirmişti. Konuşmanın ardından kimi kesimlerin geliştirdiği tavır ve bu tavrın gelişmesine zemin oluşturan faşizan ve saldırgan zihniyet son derece cinsiyetçi ve seviyesiz bir şekilde Doğuş Derya’nın gerek şahsına, gerekse cinsiyetine karşı adeta bir linç propagandasına başlamıştır. Her fırsatta kadın bedeni ve cinselliği üzerinden yürütülen bu linç girişimleri, eril ağlarla kurulmuş olan bu milliyetçi siyasetin kadınları konumlandırdığı yeri bir kez daha gözler önüne sermiştir. Sosyal medya üzerinden yürütülen bu saldırılar hiç bir şekilde kabul edilemez. Bu anlamda ivedilikle yasal olarak da soruşturma başlatılmalı ve ilgili kişiler gereken cezayı almalılar. Saldırganca ve seviyesizce yapılan bu linç girişimi; içerisinde kişisel hakarete varan, ifade özgürlüğünden çok uzak ve kadına yönelik şiddet mevhumları içermektedir. Toplumumuzdaki hiçbir bireyin bu tarz bir saldırıya maruz kalması kabul edilemez.
Saldırganca yapılan bu linç girişimi bize neleri düşündürdü?
Görüyoruz ki yaşanılanlar yalnızca meclis içerisinde gerçekleşen herhangi bir olay olmanın çok ötesindedir. Şöyle ki, toplumsal her alanda (evde, sokakta, sınıfta veya mecliste) yaşanılan ve kadına yönelik şiddet içeren olaylar eril tahakküm sonucu şekillenen zihniyetin kendini ortaya çıkarmasıyla cereyan etmekte. Biliyoruz ki ifade özgürlüğü kişi ve/veya gruplara yönelik ötekileştirici ve saldırı içerdiği zaman ifade özgürlüğü kapsamına girmez. Ayrıca cinsiyetçilikle mücadele etmenin son derece görünür bir ihtiyaç olduğu ayan beyan ortada. Peki bu faşizan zihniyet sadece fikir özgürlüğü veya cinsiyetçilik nedeniyle mi ortaya çıkar? İşte tam da bu noktada Doğuş Derya’nın konuşmasının detaylarına bakmak gerekiyor. Konuşmanın içeriği Kıbrıs’ta federal çatıda bir barışın kurgulanmasının yolunun ancak Kıbrıslırum, Kıbrıslıtürk ve sayıca daha az olsalar da (başat olmayan) azınlıkların da (Maruniler, Ermeniler) dahil olacağı bir yüzleşme sürecinden geçtiğinden bahsediyor. Geçmişle yüzleşme barışa giden yolda federal çatının yalnızca çoğulcu şekilde kurgulanmasını değil, ayni zamanda da acıların paylaşımını ve birbirini anlamayı yani empatiyi ve hafiflemeyi de getirecek. Geçmişte yaşanan çatışmalar Kıbrıs’ta yaşayan Kıbrıslıtürk, Kıbrıslırum, Maronit ve Ermeni toplumlarının ortak acısıdır. Hakeza kayıplar, göç, mülki kayıplar tüm kesimleri de etkilemiştir. Kıbrıslırumlar ve Kıbrılıtürkler zorunlu göç nedeniyle evlerinden, köylerinden olmuş, can kayıpları yaşamış, mülklerinden edilmiş, mülkleri ganimet usulü yağmalanmıştır. Bunun yanısıra yalnızca ‘kendi’ varlığımız söz konusuymuş gibi, çoğulculuktan uzak bir yerden, uzun yıllar azınlıkların varlığından da bahsedilmemiştir. Lakin Kıbrıs’taki Ermeni ve Marunî halkları da bizler gibi göç etmiş, mülklerinden olmuş ve kayıplara uğramışlardır. Çatışmanın diğer acı bir boyutu ise kadın bedeni üzerinden kurgulanmış fetihçi zihniyetin ortaya çıkardığı tecavüzlerdir ki yazının ilerleyen kısmında buna ayrı bir paragraf açacağız.
Geçmişle yüzleşmek adil bir barışın ve adaletin tahsisi içinde önemli bir konu. Yaşanılan travma ve acıları gerek psikolojik gerekse sosyolojik olarak birlikte aşabilmemiz, birbirimizi anlayabilmemiz kuşkusuz ki barışın yolunu açacak. Tarihle yüzleşme meselesi akademik bir çalışma alanı olmanın ötesinde içerisinde hukuki, sosyolojik ve psikolojik unsurları da barındıyor. Yaşanılan travma ve kayıplar toplumsal belleğimize yansımış, korku yayarak “öteki”ler yaratanlara zemin hazırlamış ve adalet (güven) duygumuz psikolojik açıdan yara almıştır. Bu nedenledir ki, Kıbrıs Sorunu devreye girdiği zaman konuşamadığımız hakikatlerimiz bizim yaklaşımlarımızı da belirleyebilmekte ve kimi zaman birbirimizi suçlamaya varmakta. Bizler bunun yükünü artık omuzlarımızda taşımak istemiyoruz. Yıllarca ısrarla sürdürülen milliyetçi politikaların bizlere yüklediği utanç duygusundan arınabilmeyi, gelecek nesillere de tüm bunlardan arınmış bir ada bırakmak istiyoruz. Biliyoruz ki böyle bir ada yaratmak, barışa ulaşmak için yalnızca geçmişi konuşmak değil, hukuki temelde kurulacak hakikat komisyonlarına da ihtiyaç vardır. Tüm bunları Kıbrıs’ta yaşayan halklar birlikte yapabilir ve geçmişten de birlikte ders çıkararak birbirimizden özür dileyecek noktaya varabiliriz. Tarihle yüzleşme, savaş ve etnik çatışma yaşamış başka ülkelerde de tartışılan ve yapılan bir çalışmalar zinciridir. Bu anlamda gerçek ve adil bir barış zemininin oluşması, içselleştirilmesi ve barış kültürünin gelecek nesillere yayılması için son derece önemli bir konudur.
Savaş dönemi kadınlara yönelik saldırılar
Kadın bedeni fetihçi ve saldırgan bir zihniyet içerisinde ele geçirilme nesnesi olarak sunulur. Bu zihniyete göre vatan “namustur”. Kadın bedenine saldırıyla, savaşın ‘öteki’ olarak adlenilen kesimi bu yolla mağlup edilmeye, aşağılanmaya tabi tutulur. Bunun birkaç nedeni var. Bunlardan bir tanesi, gerçeklerle yüzleşmekten sürekli kaçıldığı için, savaş dönemlerinde kadınlara ve özellikle kadın bedenine yönelik saldırılar ört bas edilen bir mesele olmuştur. Diğer bir nedeni, ‘namus’ algısıyla kadınların yaşadıkları gizlenmiş ve erkek egemen bir zihniyetle tezahür edilen siyasette, kadınlara konuşma şansı tanınmamıştır. Bu noktada hemen şunu söylemekte fayda var ki, toplumun her kesiminin katılımı ile mümkün olan barış inşası için, toplumun yarısını oluşturan kadınların da sözü alınmalı. Bugüne kadar yüksek sesle konuşmaya korktuğumuz, birçoklarımızın da kulağına gizlice çalınan Kıbrıslırum kadınların tecavüze uğradığı meselesi ivedilikle hakikat komisyonlarınca araştırılmalı. Bugüne kadar kurulan sahte iktidar sarsılacak diye kimileri korkuya kapılacaktır elbet. Fakat korkular değil gerçekler üzerinden gidilerek bunun bir daha yaşanmaması için önlemler alınmalı. Nihayetinde demokratik toplumlarda, demokrasinin devam etmesi ancak hatalarımızla şeffaflıkla yüzleşerek ve bunları tekrar etmeyerek sağlanabilir. Savaş döneminde kadınların yaşadıklarının araştırılması, ifşa edilmesi, bunlarla yüzleşilmesi biz kadınların hakkı. Biliyoruz ki, yüzyıllardır içerisinde ve yakın tarihteki savaşlar içerisinde de kadınlar bunu yaşamışlardır. Vietnam, Ruanda, Bosna savaşları bunların sadece bazılarıdır. Bu anlamda, ülkemizde geçmişte yaşanan çatışma dönemine yönelik olarak kadınların yaşadıkları araştırılmalı ve ifşa edilmelidir. Ayrıca, vatandaşlık alabilmek adına 1974 sonrası Kıbrıslıtürk kadınların askerlerle evlendirilme meselesi de aydınlatılmalı, Maronit ve Ermeni kadınların yaşamlarında da geriye dönüp bakılmalı. Toplumsal bir yüzleşme gerçekleşirken savaşın tekrar yaşanmaması adına BMGK 1325 sayılı Kadınlar, Barış ve Güvenlik kararı çözüm sürecinin her kısmında uygulanmalı.
Milli tarih kavramı kurgulanarak, okullarda ve askeri kurumlarda yansıtılan şeklinden çok uzak olan tarihimiz, ötekileştirici unsurlardan arındırılmalı. Tarihle yüzleşmekten ve federal çözümden uzak, tek tipleştirici, korku yayan, travmaları mağduriyet psikolojisine döken, şövenist ve azınlıkları yok sayıcı olarak şekillendirilen milli/resmi tarih yerine çoğulcu bir tarih anlayışı oluşturulmalı. Bu noktada, barış kültürünün yeşermesi, tarihle yüzleşebilmemiz, geleceğe yönelebilmemiz ve kendimizden ‘başkalarının’ da kayıplar yaşadığıyla yüzleşmemiz için resmi tarihi de sorgulamak elzem olmuştur. Resmi tarih barışa değil militarist ve milliyetçi bir ideolojiye hizmet ettiğinden geçmişimizle yüzleşmek bize gerçek bir tarihi de kazandıracaktır.
Son olarak, Doğuş Derya’nın konuşmasından sonra ortaya çıkan saldırılarda görülüyor ki, gerek milliyetçilik gerekse geçmişten korkan kesimler tarihten ve ganimet düzeninin sarsılmasından tedirginlik duymaktalar. Bunu da örtmek içinse son derece cinsiyetçi ve çirkin bir üslupla Doğuş Derya’yı hedef göstererek politik bir konuşmayı muğlaklaştırma çabasındalar. Bütün bunlara biz kadınlar karşı durarak, ne Doğuş’a yönelik saldırılara ne de kısır zihniyetlerin geleceğimizi yönlendirmesine izin vermeyeceğiz.