“Hakim’in Tarla”dan Yeroşibu’ya…
Çok değerli arkadaşımız, okurumuz ve “kayıplar”la ilgili olarak bize her zaman yardımcı olmaya çalışan ve kendisi de bir “kayıp” yakını olan Andreas Efstatiu, 11 Ekim 2020 Pazar günü saat 16.00’da Yeroşibu’da, kardeşinden geride kalanları toprağa verecek düzenlenecek bir cenaze töreniyle…
Andreas Efstatiu’nun 1963 “kaybı” kardeşi Petros Efstatiu’nun kalıntıları, Hamit Mandrez’de “Hakim’in Tarla” denen izole bölgede Kayıplar Komitesi’nin 2012 yılında yaptığı kazılarda bulunmuş ancak DNA testleriyle kimliklendirilmesi sekiz sene almıştı… Böylece “kayıp” Petros Efstatiu’dan geride kalanlar, “Hakim’in Tarla”dan çıkarıldıktan sekiz sene sonra, “kayıp” edildikten tam 57 sene sonra Yeroşibu’ya götürülecek ve burada ailesi ve sevdikleri tarafından toprağa verilecek…
İKİ KERE GÖÇMEN OLAN BİR AİLE…
Petros’un ailede hiçbir resmi yoktu çünkü Andreas ve Petros Efstatiu’nun ailesi, bir değil tam iki kez göçmen olmuştu…
Önce Ortaköy-Marmara bölgesinden göç etmek zorunda kalmışlardı 1963’te… Evlerini ve herşeylerini apar topar bırakıp gitmek zorunda kalmışlardı… Omorfo’ya göç etmişlerdi… Fakat Omorfo’dan da 1974’teki savaş nedeniyle göç etmek zorunda kalmışlardı… Böylece aileye ait fotoğraflar, eşyalar, bir aile için değerli şeyler zayzuy olmuş, yok olup gitmişti…
Petros’un kalıntıları bulunup da kimliklendirildikten sonra Andreas Efstatiu, 50 Euro ödeyerek Kimlik Kartı Dairesi’ne başvurmuş ve eski dosyalardan kardeşinin kimlik kartındaki resmi bulmalarını istemişti. Fakat bu resim henüz bulunamadı…
Petros Efstatiu da 1963 yılının son günlerinde “kayıp” edilmişti…
Kalıntıları, Hamit Mandrez’de “Hakim’in Tarla” denen yerde başka “kayıp” Kıbrıslırumlar ve Yunanlılar’ın kalıntılarıyla birlikte aynı alana gömülmüş vaziyette bulunmuştu yıllar önce…
Burası bir infaz ve gömü alanıydı belli ki… Farklı tarihlerde “kayıp” edilmiş olan Kıbrıslırumlar ve Yunanlılar – 16 kişi – bu alana gömülmüştü…
Kazı yapılırken, daha önce hakkında yazmış olduğum bu alanı görmeye gitmiştim Kayıplar Komitesi yetkilileriyle birlikte…
“Hakim’in Tarla” dedikleri, günümüzde dahi son derece “korunaklı” ve “izole” biçimde duruyordu…
Senelerce burada seferberlik için siviller toplanmış ve bu efgalipto ağaçlarının altında oturup askeri eğitimleri tazelenmişti…
Artık seferberlikler burada yapılmıyordu… Ancak burada yaşanmış olanları düşününce insan, tüyleri ürperiyordu…
Bu alanda gömülü olarak kalıntıları bulunan Petros Efstatiu’nun DNA testleriyle kimliklendirilmesi uzun zaman almıştı… Bunun gerekçesi aile bireylerinin bazılarının İngiltere ve Avustralya’da yaşıyor olmasıydı ancak DNA örneklerinin alınarak eşleştirme yapılmasının sekiz sene gibi uzun bir süre alması, inanılmaz bir şey gibi geliyor…
Önceki gün, Andreas Efstatiu, kardeşinden geride kalanları Kayıplar Komitesi’nin ara bölgede, Lefkoşa Uluslararası Havaalanı yanındaki laboratuvarında görmeye gitti, bilgi almaya gitti…
Bu barışsever insan, kendi kardeşi “kayıp” edilmiş olduğu halde, 1974 yılında bir Kıbrıslıtürk bebeciğe süt götürüyordu Kanlıdere’nin içine inerek ve bir Kıbrıslıtürk mücahitle buluşarak… Andreas Efstatiu, o kadar yüce gönüllü bir insandı ki, küçük Birgül Kılıç Yıldırım için, ihtiyacı olan PELARGON NESTLE marka sütleri taşımış durmuştu, kendi hayatını riske atarak… Ve seneler sonra, Birgül Kılıç Yıldırım ve babası Hulusi Mehmet’le buluşmuştu… Birgül Kılıç Yıldırım, kendi hayatını riske atan bu barışsever insanı bulup ona teşekkür etmek istemişti çünkü… Böylece Andreas Efstatiu ve Birgül Kılıç Yıldırım ve ailesi bir araya gelmişler ve birbirlerine karşılıklı ziyaretler yaparak barış mesajı vermişlerdi… Biz de bu buluşmaların ilkinde hazır bulunarak yaşananları kaleme almış ve bu sayfalarda yayınlamıştık…
“YAŞAMANA İZİN VERİLMEDİĞİ İÇİN TÜM İNSANLIK ADINA SENDEN AF DİLİYORUM…”
Andreas Efstatiu, ünlü film yönetmeni arkadaşımız Panikos Hrisantu’yla birlikte dün yeniden Birgül’ü ve ailesini ziyaret ederek onları cenaze törenine davet etti.
Cenaze törenine katılamayacak olan Birgül Kılıç Yıldırım da, bir not yazdı ve bunu Panikos’a verdi – bir güle iliştirilmiş vaziyette, Petros’un mezarına bıraksın diye…
Birgül Kılıç Yıldırım bu konuda bize şöyle dedi:
“Cenaze olacakmış, geldiler kardeşini almaya… Bana fotoğraflarını gösterdi kardeşinin kemiklerinin, çok ağladık…
Panikos’a not yazdım, benim için bir gül ile mezarına bıraksın… “YAŞAMANA İZİN VERİLMEDİĞİ VE HAYALLERİN YARIM BIRAKILDIĞI İÇİN, TÜM İNSANLIK ADINA SENDEN AF DİLİYORUM. BİR GÜN SENİNLE BULUŞMAK ÜMİDİ İLE DUALARIM SENİNLE” diye yazdım notumda…”
FİLELEFTHEROS’UN YAZDIKLARI…
Geçtiğimiz haftalarda bu konuda bir haber yayımlayan Fileleftheros gazetesine göre 23 Aralık 1963 tarihinde henüz 19 yaşında olan ve sivil kıyafet giyen Petros Efstatiu, Kanlıdere’yi geçerek Ortaköy-Marmara bölgesindeki evine gitmeye çalışırken “kayıp” edilmişti. Onunla birlikte dereyi geçmeye çalışan bir arkadaşı kaçıp kurtulmuş, ancak Petros yakalanmıştı. Gazeteye göre, o tarihte Petros askerliğini yapmaktaydı fakat “kayıp” edildiğinde üzerinde üniforması yoktu, sivil giysiler içerisindeydi.
DNA İLE KİMLİKLENDİRİLMESİ SEKİZ SENE SÜRDÜ…
2012 yılındaki kazılarda Hamit Mandrez’de 15 “kayıp” Kıbrıslırum’la birlikte bulunan Petros’un kalıntıları, 1963-64’te yaratılmış bu toplu mezar yerinden çıkarıldıktan ancak sekiz sene sonra kimliklendirilebildi. 16 “kayıp” Kıbrıslırum’un aralıklarla gömülmüş olduğu bu alanda hatırlanacağı gibi geçmişte “Seferberlik” yapılmakta ve seferberliğe çağrılanlar bu alan götürülmekteydi. Ancak yıllar önce bu alanda “seferberlik” yaptırmaktan vazgeçilmişti.
Hamit Mandrez’deki bu toplu mezar ya da toplu gömü yerine, hatırlanacağı gibi Alpay Mustafa da öldürüldükten sonra gömülmüş, mücahit arkadaşları isyan edince, gömüldüğü bu gizli mezar yerinden çıkarılarak ve yıkanıp temizlenmesine izin vermeksizin, topraklı bir halde Lefkoşa Mezarlığı’na götürülmüş ve orada ailesinin katılımıyla defnedilmişti. Hanımı rahmetlik Huriye Alpay, bizimle röportajında bu ayrıntıyı yani sevgili eşini gömmüş oldukları yerden çıkarıp topraklı halde oraya getirmelerini anlatmıştı bize…
BEŞ KİŞİ HENÜZ KİMLİKLENDİRİLMEDİ…
Fileleftheros’un haberine göre, bu toplu gömü yerinde bulunan 16 Kıbrıslırum’dan (sanırız bir tanesi de Yunan idi) ancak 11 kişi, DNA testleriyle kimliklendirilebilmiş. 1963-64 döneminden 28 “kayıp” Kıbrıslırum’un daha bulunduğunu yazıyor gazete ancak bu rakamın doğru olmadığına inanıyoruz çünkü Kıbrıslırumlar 1963 “kaybı” Kıbrıslırumlar’la ilgili olarak doğru düzgün bir “kayıp” Kıbrıslırum listesi yapmamışlardı ve uzun süre bu dönemin “kayıp” Kıbrıslırumları’nı aramıyorlardı. Ancak 43 sene sonra bu konuda çalışma başlatmışlardı – Kıbrıslırum yönetimi, siyasi gerekçelerle bu dönemin “kaybı” Kıbrıslırumlar’ı gerçekte aramıyordu ve ancak bu dönemin “kayıp” yakınları bir örgüt kurup bir liste yapmaya çalıştıktan sonra, bu liste Kayıplar Komitesi’ne sunularak onların da aranması kabul edilmişti. Çünkü Kıbrıslırum derin devleti, 1963 yılında “kayıp” Kıbrıslırumlar’ın da olduğunu kabul edecek olursaydı, o zaman “Herşey 1974’te başladı, Türkiye’nin işgaliyle başladı” tezi “zayıflamış” olacaktı. O nedenle uzun süre 1963 “kaybı” Kıbrıslırumlar’a ilişkin resmi Kayıplar Listesi’nde herhangi bir çalışma yapılmamıştı…
AİLENİN ACISINI PAYLAŞIYORUZ…
Çok değerli arkadaşımız Andreas Efstatiu ve ailesinin acılarını paylaşıyoruz… Cenaze töreni için Andreas’ın kardeşlerinden birisi de İngiltere’den Kıbrıs’a geliyor…
“Geleceğimizi iyileştirmek için karanlık geçmişimize bakmak cesaret gerektirir… Oysa Kıbrıs’ta geçmiş mümkün olduğunca derine gömülür…”
Marinos Nomikos
Bu yazı “Avant-Garde” başlıklı internet dergisinde yer aldı, Kıbrıs’ın güneyinde… Marinos Nomikos tarafından kaleme alan yazıda, Dohni’de son günlerde bir Kıbrıslırum bakanlığın Dohni’de bir “kayıp” Kıbrıslırum anısına diktiği heykel sonrası yaşanan tartışmalar ele alınıyor.
Marinos Nomikos’un 30 Eylül 2020’de kaleme aldığı yazıda, geçmişle yüzleşme çağrısı yapılıyor.
Yazıyı özetle okurlarımız için Türkçeleştirmeye çalıştık… Marinos Nomikos, şöyle yazıyor:
*** Geleceğimizi iyileştirmek için karanlık geçmişimize bakmak cesaret gerektirir… Oysa Kıbrıs’ta geçmiş mümkün olduğunca derine gömülür…
Dohni adı, savaşın absürdlüğü ve korkunçluğuyla anılır ancak nüfusun saygın bir kesimi için Dohni adı taş evlerde geçirdikleri haftasonları demektir yalnızca. Larnaka’nın bu pitoresk köyü işgal esnasında çok ağır bir bedel ödemişti kanla ancak akan kan, “yanlış” kandı çünkü yıldönümlerinde asla adı geçmez ve tarihsel kronolojide giderek daha derinlere gömülür…
*** 14 Ağustos 1974’te Türk işgalinin ikinci aşaması devam ederken, EOKA B militanları, gerçek düşmanla savaşmak yerine yakmak, tecavüz etmek ve ödürmekle meşguldü Mağusa bölgesinde – işler karanlık hale geldiğinde psikopat bastardalar ne yaparsa, onu yapmışlardı: 84 Kıbrıslıtürk’ü toplayarak (78 Dohni’den ve altı kişi ise Zigi ve diğer bölgelerden) onları Palodya yakınlarında bir yere götürmüşlerdi – bunların tümü de erkekti, silahsızdılar ve 13 yaşında küçükler de vardı aralarında. Palodya yakınlarında bir yerde makineli tüfeklerle taranmışlar, sonra da işledikleri bu suçları anlatmasınlar diye tek tek kurşun sıkılarak hayatta kalanlar da öldürülmüştü. Ancak sonuçta 19 yaşındaki Suat Kafadar, bu katliamdan sağ kalan tek kişi olarak kaçmayı başarmıştı… Dohni’nin 1974’ten bir de “kayıp” Kıbrıslırum şahsı vardı, adı Minas Andoniu idi…
*** Tahmin ediniz, Dohni’de açılan anıt, kimin adına dikilmişti? “Kayıp Mina Andoniu” adına geçtiğimiz Cuma günü topluma ait bir park olan Çocuklar Spor ve Sanat Parkı’nda bakan Nikos Nuri tarafından açıldı bu anıt.
*** Elbette hiç kimse “kayıp” Minas Antoniu için böylesi bir anıt dikilmesine karşı değildir. O da savaşın barbarlığının bir kurbanıdır… Savaşta kaybedilen her hayat boşuna harcanmış bir hayattır. Her ne kadar da bu kurbanları kahramanlaştırarak güzelleştirmek istesek de, çirkinliğe güzellik getirme ihtiyacımızdandır bu…
*** Ancak şimdiki gerçek, 46 yıl sonra karşımızda duran gerçek, 80 tane köylünün psikopat kasaplar tarafından Atilla’ya karşı nefretle ve kan dökme duygusuyla soğukkanlılıkla öldürülmüş oldukları gerçeğidir ve onların bir anıta layık görülmemiş olmaları gerçeğidir – parkın bir köşesinde bu suçu işaret edecek bir plaket, bir özür, bür üzüntü belirtisi, küçük bir anıt dikilemez miydi onlar için? Ve aniden bunca yıl sonra karar veriyorsunuz ve tek bir kişinin anıtının dikilmesi gerektiğini kararlaştırıyorsunuz… Ve koskoca parkta tek bir Kıbrıslırum kayıp şahsın adına anıt dikmeye karar veriyorsunuz… Köyünüz o karanlık dönemden 80 insanın adıyla anılırken…
*** Günümüzde herhangi birisi Dohni, Atlılar, Muratağa, Sandallar’dan bahsedecek olursa, ilk tepki sizin “AKELCİ” olduğunuz ve elbette bir hain, Türkler’e tapınan birisi ve Türkler’in bize ne yaptığını unutan birisi olarak tepki görürsünüz. Sanki de tecavüz ve sivillerin (bebekler dahil) katledilmesi, onların milliyetiyle gerekçelendirilebilirmiş gibi veya bunları kınamanın ille de belli bir ideolojiye bağlıymış gibi bir haldir bu. Oysa bu, herşeyin ötesinde bir insanlık görevidir… Dohni veya Muratağa’dan bahsedin, Palekitre’den de bahsedin (Palektire’de iki Kıbrıslırum aile Türk silahlı kuvvetlerince 17 Ağustos 1974’te yok edilmişti) ve burada ve orada işlenmiş HER suçu kınayın, üstü örtülmüş ve cezalandırılmamış HER suçu kınayın…
*** Elbette Dohni’nin kurbanlarına bir anıt dikilmemesinin nedenini biliyoruz, açıktır ki onlar Kıbrıslıtürkler’di, o nedenle hayatları daha az değere sahiptir bu anlayışa göre… Çünkü katilleri hayatta olmamış olsa dahi, onları tutuklayan ve onları katledecek olanlara teslim edenlerden hala hayatta olanlar vardır veya onların akrabaları hayattadır ve köyün sosyal dokusunun parçasıdırlar. Ve şunu da söylemek gerekmez, yaptıklarından gurur duymaktadırlar.
*** Adada tecavüzcüler ve katilleri sponsor eden ve konuyu çarpıtan bir terim kullanılır: “Kahramanlar”… Ne de olmasa, en korkunç savaşın suçlusu pek çok Kıbrıslırum ve Kıbrıslıtürk, kahvelerde, internette serbestçe başarılarını anlatmaktadırlar… Aynı b…kun soyudurlar, ister Rumca, ister Türkçe konuşsunlar, ister Allah’a ya da (Hristiyan) Tanrısı’na inansınlar, onun adına yakıp yıkmışlar, tecavüz etmişler ve katletmişlerdir bunlar…
*** Başka ülkeler yavaş yavaş kendi tarihlerinin karanlık yönlerini ortaya çıkarıp Kabul edip bundan pişmanlık duyduklarını belirtiyor… Örneğin ABD’de 1921’de Tulsa’da siyahların katledilmesi, Rusya tarafından Katyn’de 22 bin Polonyalı’nın 1940’ta öldürülmesi, İngiltere’de “kayıp kuşak” gibi örnekler vardır. Avustralyalı Aborijinler’le ilgili örnekler vardır, hatta yakın geçmişte istemeye istemeye de olsa Japonya 1937-38 yıllarındaki Nanking katliamını Kabul etmeye başlamıştır. Ancak burada Dohni gibi, Sandallar gibi yer isimlerini bile telaffuz edemiyoruz, telaffuz ettiğimiz anda on tane belayla karşılaşıyoruz Türkler’e karşı ve onların işledikleri suçlara referanslarla – ya da siz bir hainsiniz, rüşvet alıyorsunuz, komünist bir ganstersiniz ve yurdunuzun kötülüğünü istiyorsunuz… Bu saldırıları yapanların dillerinin ucunda yurdu yok eden ideolojileri kucaklıyor olduklarını yansıtan sözcükler vardır genelde…
*** Tarihin bu şekilde tek taraflı okunmasıyla, resmi anlatı bizi mahvetmiştir – bu şekilde devam etmesine izin verdiğimiz sürece de bizi mahvetmeye devam edecektir.
(avant-garde.com.cy’dan “google translate” aracılığıyla Marinos Nomikos’un yazısını özetle derleyip Türkçeleştiren: Sevgül Uludağ/YENİDÜZEN – 2.10.2020)
PAZARTESİ DEVAM EDECEK