1. HABERLER

  2. ARŞİV

  3. HALA SULTAN TEKKESİ
 HALA SULTAN TEKKESİ

HALA SULTAN TEKKESİ

Uzun zamandan beridir ziyaret edemediğim Hala Sultan tekkesini bu yazı vesilesiyle nihayet geçtiğimiz Pazar günü ailece ziyaret etme olanağı bulabildim

A+A-

 

 Tuncer Bağışkan

 

 

Uzun zamandan beridir ziyaret edemediğim Hala Sultan tekkesini bu yazı vesilesiyle nihayet geçtiğimiz Pazar günü ailece ziyaret etme olanağı bulabildim. Gölün belirli bir yerine flamingoların kümelenmeleri, yeni gelenlerin ise onların aralarına katılmaları görülmeye değerdi. 1950’li yıllarda bir ilkokul öğrencisi iken ailemle Hala Sultan Tekkesi’ne gittiğimi, tuz gölünden geçerken daha önceden cebime koyduğum taşları göle doğru attığımı ve tekkenin batısındaki narenciye bahçesinde ailece piknik yaptığımızı gayet iyi anımsarım.

 

TEKKENİN KURULU OLDUĞU ARKEOLOJİK ESKİ ESER ALANI

Larnaka’nın  güneyindeki “Alyki” ile “Memlaha” mevkilerinde  bulunan Hala Sultan Tekkesi, Tuz Gölü’nün batı kıyısındaki Orta-Geç Tunç Dönemlerine (M.Ö 1900-1050) tarihlenen antik bir mezarlık alanının üzerine kurulmuş olmasının yanı sıra, M.Ö IV. Yüzyıla ait Artemis Paralia tapınağının da civarında bulunmaktadır. Tekkenin restore edildiği 2001-2005 yılları arasında caminin kuzeybatısında gerçekleştirilen arkeolojik kazılarda, Arkaik (M.Ö 750-480), Klasik I (M.Ö 480-400) ve Osmanlı (M.S 1570 – 1878) dönemlerine tarihlenen mimari kalıntılar saptanırken, çevrede ise Roma dönemine (M.Ö 3O – M.S 330) tarihlenen mimari parçalara rastlanmıştır. Kazılarla açığa çıkarılan yaklaşık üç bin yıllık mimari kalıntıların üzerleri kapatılmak suretiyle ziyaret edilmelerine olanak yaratılmıştır.

 

TUZ GÖLÜ EFSANESİ

Tekkenin yanındaki Tuz Gölü’nün oluşum efsanesi Kıbrıslı Türkler ile Kıbrıslı Rumlar tarafından ortaklaşa bilinmektedir. Ancak Kıbrıslı Türkler anlatımda konu edilen yaşlı kişinin ermiş bir derviş olduğuna söylerlerken, Kıbrıslı Rumlar ise Aziz Lazarus olduğunu söylemektedirler.  Rivayete göre, “Alyki” adıyla bilinen şimdiki gölün olduğu yer çok eskiden çok kötü ve cimri bir kocakarıya ait büyük bir bağlıkmış. Bir gün İskele limanından karaya ayak basan ermiş yaşlı bir derviş, Hala Sultan’a giderken yolunun üstündeki bu bağı ve oradaki kulübenin yanında çıkrıkla iplik eğiren yaşlı kadını görmüş. Çok susayıp acıktığından ondan bir salkım üzüm istemiş. Ancak yaşlı kadın ona üzüm vermemek için: “Bu yıl bağım kuruduğundan hiç üzüm vermedi” diyerek yalan söylemiş. Kadının bu hareketine çok kızan yaşlı derviş ona:“İnşallah duzunan buz olasın. Gelip geçen seni taşlasın da hayır yüzü görmeyesin” diye beddua etmiş. O anda yaşlı kadın çıkrığıyla taş kesilmiş, bağ ise tuz gölü haline gelmiş.

 

HALA SULTAN’IN KİMLİĞİ

Kıbrıs’ta kutsal sayılan yerlerin başında gelen Hala Sultan tekkesindeki  mezarın, Arap akınlarının başladığı M.S 647 (veya M.S 649) yılının ilkbaharında ikinci eşi Ubada bin al-Samit ile Kıbrıs’a geldikten sonra katırdan düşüp boynu kırılmak suretiyle şehit olduğuna inanılan Peygamberin süt annesi Ummü Süleym’ın kız kardeşi (yani Hz. Peygamberin teyzesi) Hala Sultan’a ait olduğuna inanılmaktadır.  Bu nedenle İslâm âlemi için kutsal sayılan Kabe ile Mekke’deki Hz.Muhammed’in mezarından sonra üçüncü sırada yer alan önemli bir ziyaret yeri olma özelliğini günümüze kadar korumuştur. Araplarda teyzeye “hala” denildiğinden, yaygın olarak “Hala Sultan” adıyla bilinmesinin yanı sıra, asıl adının “Ümmü Haram Rümeysa Bintü Milhan”, kısaltılmış adının ise “Ümmü Haram” olduğu üzerinde durulmaktadır.  Ayrıca Rümeysa (güzel kadın), Ramla, Sahla ve Şefia Sultan adlarıyla da bilinmektedir.

Kıbrıs’a gerçekleştirilen ilk Arap akınları hakkında detaylı bilgiler veren Abu Ubaid Al Qasım İbn Sallam, Ümmü Haram’dan tek bir kelime bile söz etmemiştir. Sadece öldüğü iddia edilen tarihten 200 yıl sonrasına rastlayan M.S IX. Yüzyılda ondan ilk söz eden Arap kaynağı İbn Kayyat’ın kaleme aldığı “Kitap al-Amwal” olmuştur. Daha sonra birçok Arap kaynağı da bu konuyu ele alarak hiç değiştirmeden günümüze kadar işlemişlerdir. Bu nedenle Hala Sultan’ın kimliğine, adına, kişiliğine, ölümüne, mezarına ve türbesine ilişkin yazılı bilgilerin tamamı rivayetler ile söylentilere dayanmaktadır. Bazı Arap yazarların ortaya koydukları veya dolaylı olarak destekledikleri bir başka söylenti ise, Hala Sultan’ın Kıbrıs seferinde ölmediği, savaş sonrasında elde edilen ganimetlerden payına düşenle Beyrut’ta bir bahçe aldığı ve orada öldüğü doğrultusundadır.

Hala Sultan ile ilgili bir başka rivayet ise, Hala Sultan’ın Arap akınlarından önce Filistin’den Ramleh’e giderken yolunun üstündeki bir keşişin (veya bir Yahudi’nin) evinde gecelemesiyle ilgilidir.  Gecelediği evde sütun şeklinde üç büyük taş görünce onları satın almak istemiş. Ancak taşların yerlerinden kaldırılamayacak ağırlıkta oluşuna dayanan keşiş onları Hala Sultan’a hediye etmiş. Hala Sultan da ona: “Taşlar burada kalsın. Vakti gelince yerlerinden alınacaklardır” demiş. Nihayet Hala Sultan, Halife Hz. Osman’ın döneminde Abdullah İbn Kays komutasında yapılan ilk Kıbrıs seferine kocası Ubeyde/Ubade (Ubadetü’bni Samit) ile katılmış. Trablus Şam’dan hareketle Tuzla İskelesi’ne yakın bir yerden Kıbrıs’a ayak bastıktan kısa bir süre sonra Cenevizlilerin saldırısına uğrayıp attan düşmüş ve boynu kırılarak şehit olmuş. O gece keşişin hediye ettiği taşlar ilahi bir güçle yerlerinden alınarak biri mezarının ayakucuna, diğeri başucuna, sonuncusuysa iki taşın üzerine konmuş.

 

HALA SULTAN TEKKESİ VE MEZARI

İlk kurulduğu yıllarda Hala Sultan Tekke külliyesine “bereketin/bolluğun Gül bahçesi” anlamına gelen “Gülşen-i Feyz”  adı verilmişti. XVIII. Yüzyıl başlarında Nakşibendi tarikatı mensupları tarafından yönetilirdi. Önemli bir ziyaret yeri olması nedeniyle Kıbrıs’a gelenler tekkeyi ziyaret etmeden adadan ayrılmazlardı. 2.2.1760 - 6.10.1767 tarihleri arasında Kıbrıs’ta bulunan keşiş G. Mariti’nin aktardığına göre, Müslümanlar tarafından kutsal sayıldığından, Osmanlı döneminden başlayarak I. Dünya Savaşının patlak verdiği 1914 yılına kadar Larnaka açıklarından geçen Osmanlı bandıralı gemiler bayraklarını indirirler ve top atışlarıyla Hala Sultan’ı selamlarlardı.

1650 yılına gelinceye kadar hiçbir Arap ve Osmanlı kaynağında Hala Sultan’ın mezarının yeri belirtilmemiştir. Bir dolmene benzeyen bu mezarı gerçekten gören, inceleyen, ölçümlerini alan ve yerini ilk kez ortaya koyan, 1683 yılında Kıbrıs’ı ziyaret eden Cornelis van Bruyn ile 1760-1767 yılları arasında Kıbrıs’ı ziyaret eden Mariti olmuştur. Böylece bu tarihten sonra mezarın yeri Arap kaynaklarında da belirtilmeye başlanırken, bu mezarın halk arasında “ihtiyar kadının mezarı” adıyla bilindiği ve Müslümanlar ile Hıristiyanlar tarafından ziyaret edildiği de belirtilir olmuştur.

Kıbrıs’ta görevli olarak bulunan Claude Delaval Cobham da Hala Sultan’ın kimliğine, ölümüne ve defnedilmesine ilişkin bilgiler vermiştir. Hala Sultan’la ilgili olarak  verdiği bilgilerin tamamı, tekkenin Şeyhi Mustafa Efendi ile 1878-1893 yılları arasında Evkaf Muhasebecisi Ahmed Hulusi Efendi’inin kendisine verdiği yazmaların kopyalarına dayanmaktadır. Tarihsiz olan bu yazmalar, Kıbrıs Hükümeti Baş tercümanı Apisogham S.H. Ütidjian tarafından aslına uygun olarak tercüme edildikten sonra 1897 yılında Cobham tarafından yayınlanmıştır.

Hala Sultan’ın mezarının bulunmasıyla ilgili olarak Mariti’nin aktardığı bir başka söylentiye göre, yağmur sularının toprağı aşındırmasıyla mezar açığa çıkmış ve bazı çobanlar orada beyaz ve parlak elbiseli bir kadın hayali görmüşler. Önce ondan çok korkmuşlar. Ancak bu kadın Hz. Muhammet’in halası olduğunu söyleyip sürülerini kutsayınca korkuları dağılmış. Böylece çöken yeri kazmışlar ve orada buldukları mezara kalıcı bir türbe yapmışlar. O günden sonra tüm dertleri son bulmuş, sürüleri de daha çok verim vermeye başlamış.

Mariti’nin aktardığı diğer bir söylentiye göre, XVIII. Yüzyılın ilk yıllarında çevrede sürülerini otlatan çobanları buraya çekmeyi amaçlayan bir derviş, önce mezarın yerini saptamış, daha sonra kazarak cesedi açığa çıkarmış ve mezarın yarattığı mucizeleri ada geneline yaymış. Böylece mezarı görmek için adanın birçok yerinden buraya akın akın insanlar gelmeye başlamış. Mezarın taşlarına ellerini süren hastalar iyileşmiş, sakatlar yürümeye başlamış. Bazı kaynaklarda Şeyh Hasan adıyla bilinen bu dervişin 1760 (1174 H) ) yılında bazı dindar kişileri de etkileyip devletin izniyle Hala Sultan’ın türbesini yaptırmış. Bazı kaynaklarda ise, Kıbrıs Muhassılı Mehmet Ağa’nın veba salgınının baş gösterdiği 1760 yılında türbedeki mezarı korumak için etrafını tahta parmaklıklarla kapattığı kaydedilmektedir. Yerine geçen Acem Ali Ağa da 1761 yılında tahta parmaklıkları kaldırıp yerine çift kapılı tunçtan bir parmaklık koymuş.  Mariti, Kıbrıs’ta olduğu 1761 yılında türbenin Kıbrıs muhassılı Acem Ali Ağa tarafından yaptırıldığını,1760 yılına kadar Tuzla ile “Citti” köyü arasında harabe durumunda olan Meneou köyü kilise taşlarının türbenin yapımında inşaat malzemesi olarak kullanıldığını, bu tarihten sonra burasının ünlendiğini ve 1787 yılından önce inşa edildiğini yazmıştır.

 

TEKKENİN GİRİŞ KAPISI VE BAHÇESİ

Tekke’ye üç dilimli bir kemeri olan bir kapıdan girilmektedir. Kapı girişinin iki yan kenarında Sultan Abdül Hamid I’in oğlu Sultan Mahmut II’nin birer tuğrası bulunmaktadır.  Kapının üst başındaki 4.3.1813 (1 Rebiû’l-evvel 1228 H) tarihli mermer kitabede Tekke’nin Kıbrıs valisi tarafından yaptırıldığı kayıtlıdır.  Kapısından geçildikten sonra bir bahçeye girilmektedir. Mariti’nin aktardığına göre bu bahçe önceleri bir paşa tarafından düzenlendiğinden 1760 yılı ile öncesinde “Paşa Bahçesi” adıyla bilinmekteydi. Tekkenin girişinin solunda erkeklere, sağında ise bir bloğu eskiden erkeklere, bir bloğu ise kadınlara ait olan misafirhane yer almaktadır. Bu iki kısım “Haremlik” ve “Selamlık” olarak bilinmekteydi.  Bu alanda Hala Sultan’ın mezarıyla başlayıp camiyle devam eden yapı faaliyetleri, Vakıf suları üzerine ün yapmış Kıbrıs Muhassılı Silahtar Kaptan başı Mustafa Ağa’nın 1211 H (1796/97) tarihinde caminin cephesine bir şadırvan yaptırmasıyla devam etmiştir. Erkekler bölümünün önünde bulunan havuzun 1815 (1230 H) tarihli mermer yazıtında, buradaki akarsuyun Mehmet Ağa tarafından getirildiği kayıtlıdır. Tekkenin restorasyon çalışmaları sırasında bu alanda bulunan 1895 (1313 H) tarihli başka bir mermer yazıtta ise, tekkeye suyun Abdül Hamit tarafından getirdiği kaydı bulunmaktadır.

 

CAMİ

Şadırvanın karşısındaki cami Kıbrıs Muhassılı Seyit Mehmet Emin Efendi tarafından Klâsik Osmanlı üslubunda yaptırılmıştır. Aralık 1816 tarihinde yapımına başlanmış,  Kasım 1817 tarihinde ise yapımı tamamlanmıştır. Vakıf malları listesinde adı “Ali Ağa Camisi” olarak geçmektedir.

Tekke hakkında detaylı bilgi veren Cobham, caminin çifte minareli olduğunu ve bu minarelerden birinin 1850’li yıllardaki depremde yıkıldığını kaydetmiştir. Caminin çift minareli oluşunu yansıtan iki gravürlerden biri 1814 yılında Henry Light tarafından çizilmiştir.

Cami hariminin batı duvarında bir “Dilek Kuyusu” bulunmaktadır. Yakın geçmişimizde dilek dileyecek olanlar kuyuya eğilip dileklerini söylerlerdi. Sesin yankısının geri gelmesi tutulan dileğin gerçekleşeceğine, gelmemesi ise gerçekleşmeyeceğine yorumlanırdı.

 

HALA SULTAN TÜRBESİ VE DİĞER MEZARLAR

Hala Sultan türbesi, cami hariminin kıble duvarı gerisindedir. Türbeye giriş kapısı ortaçağa ait olup üst başındaki 1760 (1174 H) tarihli mermer yazıtta tekkenin zaviyedar Şeyh Hasan tarafından bütünüyle mamur ettiği kayıtlıdır. 

Hala Sultan’ın ortada bulunan türbesinin etrafı bir revakla çevrilmiş durumdadır. Eskiden Tekke şeyhleri ile Peygamber soyundan gelenler, Hala Sultan’ın mezarının doğu revağına gömülürlerdi. Şu anda burada beş ayrı mezar bulunmaktadır.  Bunlardan iki tanesi tekkenin şeyhleri, diğer bir mezarın ise 29.10.1900 tarihinde ölen tekkenin imam ve hatibi Ahmet Kamil Efendi bin Şeyh Hüseyin Efendi olduğu tahmin edilmektedir.  Doğu revağındaki 12.7.1929 tarihini taşıyan iki katlı anıtsal lahit ise 1800-1858 yılları arasında yaşamış olan Osmanlı Veziri Mustafa Raşid (Akif) Paşa’nın torunu ve 1925 yılında Hicaz’dan kaçtıktan sonra İngilizler tarafından Lefkoşa’da büyük bir eve yerleştirilen son Hicaz Kralı Hüseyin İbn-i Şerif Ali’nin Türk olan eşlerinden Hicaz kraliçesi Hatice Adile Hüseyin Ali’ye aittir. 11.7.1929 tarihinde vefat edince, eşi Kral Hüseyin’in  Peygamber soyundan gelmesi nedeniyle buraya defnedilmiştir.

 

TEKKENİN EN ESKİ MEZARLIĞI

Tekke’de biri eski, diğeri ise yakın geçmişimize ait olan iki mezarlık alanı bulunmaktadır. Caminin doğu avlusundaki eski mezarlık 1899-1900 yıllarında define kapatılmıştır. Küçük olan bu mezarlığa cami ile cami vakfına hizmette bulunanlar defnedilirlerdi.  Ancak bu mezarlardan sadece ikisinin orijinal olduğu, diğer orijinal mezar taşlarının ise sembolik bir şekilde buraya dikildikleri izlenimi edinilmektedir. Mezarlıkta Mektubi Aşir Efendi’nin (Ebu Bekir Nejib Efendi) 16.Şubat.1855 (Fi Cemaziye’el-Evvel 1271) tarihli mezar taşı, Tuzla Zabiti Mustafa Efendi’nin 1812 (1227 H) tarihli mezar taşı, Kıbrıs vergi tahsildarı Muhtar Efendi’nin 5.10.1843 (11. Ramazan.1259 H) tarihli mezarı taşı, Kıbrıs Muhassılı Emin Efendi’nin çamaşırcısı Mustafa Ağa’nın 1813 (1228 H) tarihli mezar taşı ve Kıbrıs giyim müdürü İsmail Efendi’nin 21.7.1864 (17 Safar 1281 H) tarihli mezar taşı bulunmaktadır.

Tekkenin son mezarlık alanı, Tekke’ye ulaşım yolunun batı kenarında yer almaktadır. Mezarlıktaki mezarlardan sadece beş tanesi yıkılmış durumda günümüze kadar gelmiştir. Hayırseverliğiyle tanınan ve kurduğu vakıf aracılığıyla Kıbrıs genelindeki bazı camilerin yapımına mali kaynak sağlayan Tuzlalı Abdülhamit Bey (Hacı Hamit), vasiyeti üzerine, 18 Şubat 1918 tarihinde bu mezarlığa defnedilmiştir. Yine 5.5.1956 tarihinde vefat eden Masum Millet gazetesinin sahibi Con Mehmet Rifat da, vasiyeti üzerine 6.5.1956 tarihinde buraya defnedilmiştir.

 

HALA SULTAN ZİYARETLERİ VE ADAK ADAMA GELENEĞİ 

Yakın geçmişimizde, Ramazan ve özellikle de Kurban Bayramı’nın üçüncü ve dördüncü günlerinde Hala Sultan’ın ziyaret edilmesi adettendi. Çok eskiden ziyaretçiler buraya “garotsa” adı verilen atlı arabalarla gelirlerdi. Ziyaret günlerinde tekkenin önündeki meydanda toplanan seyyar satıcılar orasını bir panayır yerine dönüştürürlerken, ziyaretçiler de bahçesini piknik alanı olarak kullanırlardı.

Tekkeye gelmeden önce Tuz Gölü’nün kenarındaki “Gocakarı” olarak bilinen yerin taşlanması adettendi. İskeleli (Larnakalı) kadınlar, “Dileğim olursa Hala Sultan’a yayan gidip geleceğim” diye adakta bulunurlar, dilekleri gerçekleşince de adaklarını yerine getirirlerdi. Osmanlı döneminde sultanlar ile hali vakti yerinde olan ziyaretçiler, mezarın üzerine kıymetli kumaşlardan yapılmış adak örtüleri örterlerdi. Genellikle Hala Sultan’a kurban, insan şekli ile boyunda mum, mumdan yapılmış çeşitli insan uzuvları, gelinlik, yeşil örtü, para, yağ ve mum adağında bulunulurdu. Çocukları olmayan kadınların doğacak olan çocuklarına Sultan adını verme adağında bulunmaları halinde, çocuk sahibi olacaklarına inanılırdı. Çocuklarını Hala Sultan’a adayan kadınlar, kendilerini bilecek yaşa gelen çocuklarını, Hala Sultan Tekkesi’ne götürüp bırakırlar, ya da çocuklarıyla birlikte orada kalıp görevlilere hizmet ederlerdi. Adadıkları sürenin sonunda tekkedeki hizmet süreleri de sona ermiş olurdu.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bu haber toplam 15284 defa okunmuştur